Depremin Etkileri İle İlgili Kompozisyon Yazınız.

Depremin  Etkileri İle  İlgili Kompozisyon Yazınız.

Sevenleri sevdiğinden ayıran, hayatı  felç eden ve toplumda büyük bir yara oluşturan  kötü olayın , doğa olayının adıdır deprem.  Yapılan   kötü binaların altında enkazda, kurtarılmayı umutla bekleyen canların  gerçekleşen  korkusudur deprem. Enkaz altındaki acıya daha fazla dayanamayıp yaşamını kaybeden canları  yok eden şeydir deprem.

 

Ülkemiz ne yazık ki bir deprem ülkesi olduğu için belli zaman aralıklarında depremler yaşanır. Yaşanan bu depremlerde canlar gider.  Aileler  gider, çoccuklar anasız, babasız kalır. Anne  ve babalar çocuksuz kalır. Yaşlılarımızı kaybederiz, yakınlarımızı, canımızdan çok sevdiğimiz kişileri kaybederiz depremde.

 

Deprem öyle korkunç ve öyle  dehşet dolu bir andır ki bunu ancak yaşayan  ve o enkazın altından sağ olarak kurtulan can kardeşlerimiz, evlatlarımız, analarımız, babalarımız anlar. Yakın zamanda  yaşadığımız İzmir depremi de toplumu derinden sarmıştır. İyi dileklerimiz, dualarımız ve yüreğimiz oradaki canlarımızladır elbette.  Depremin simgesi olan  kardeşlerimiz bize umut vermektedir fakat bu mucizeler yerine depremde hiç kimse enkazın altında kalmasa herkes sağ olarak yaşamaya ve hayatına devam etse daha güzel olmaz mı? Sağlam binalar yapılsa, sağlam temeller olsa  ne acı olur, ne ayrılık ne de ekonomik sorunlar......  Bu süreçte enkaz altında kalanlara  yardım edip  ve  enkazın altında bir can var mı deyip sabah akşam çalışan  AFAD, AKUT , İTFAİYE ekipleri, jandarma ekipleri, gönüllü kimseler,  sağlıkçılar, polisler ve nice emeği geçen emekçi insanlarımız can kurtarmaya devam etmekte ve bunun için de ellerinden gelen her türlü fedakarlığı yapmaktadırlar. Bir can kurtarırım umudu ile gece gündüz demeden çalışan bu yürekli insanlar topluma çok güzel örnek olmaktadırlar. Bu depremde evsiz kalanlar olmuştur, yaşamını kaybedenler olmuştur, yakınlarını kaybedenler olmuştur ve elbette ağır yaralı ve normal yaralı olanlar olmuştur.

 

Bunun etkisi  depremi yaşayan kişilerde elbette kolay geçmeyecektir fakat toplum olarak depremzedelerin her zaman yanında olmalıyız . Devletimizin bütün kurum ve kuruluşları elbette onların yanında olacaktır fakat biz de gönüllü  insanlar olarak orada bulunan can kardeşlerimize, büyüklerimize ve küçüklerimize maddi ve manevi açıdan destek olmalıyız. Sevgili arkadaşlar ne yazık ki yapılan  kötü binalar, çürük binalar can almıştır. Aslında can alan deprem gibi görünse de  can alan şey deprem değildir, sağlam olmayan, çürük binalardır. Bunun vebali de elbette o binayı yapan vicdansız kimselerdedir.  Neden  ülkemizde deprem can alır diye sorduğumda aslında depremin değil binanın can aldığı gözler önündedir. Japonya’da sürekli depremler olduğu  halde kimsenin burnu bile kanamazken neden ülkemizde nice canlarımız gitmektedir bunu bir düşünmemiz gerekir öyle değil mi?  Japonya  binalarının temelini çok sağlam teknoloji ile  yaptığı için depremde fazla can kaybı yaşamamaktadır. Bizim de yüce Türkiye Cumhuriyeti olarak bilimde, teknolojide ilerlememiz gerekir.  Sağlam binalar yapılması gerekir ve belediyeler tarafından bunun daimi olarak denetlenmesi gerekir

 

İşte böyle olduğu zaman canlarımız gitmez, sevdiklerimiz bizimle olur.  Bunun için iyi eğitimli insan yetiştirmeliyiz. Vicdanı olan, dürüst, çalışkan kimseler olmalıyız ki ülkemiz gelişsin ve insanlarımız , değerli varlıklarımız, hayvanlarımız deprem yüzünden  bize sonsuza kadar veda etmesin. İzmir  ve ülkemin her yerindeki insanlarımıza geçmiş olsun dileklerimi sunuyor ve Yüce Rabbim’den  hayatını kaybeden kardeşlerimize rahmet diliyorum. Yaralılara ise tez zamanda acil şifalar dilerim.  Birlik, beraberlik ve dayanışma ile bu zor günleri de  atlatacağımıza can-ı gönülden inanıyorum ve daha güçlü bir Türkiye, daha gelişmiş bir Türkiye Cumhuriyeti olarak dünyaya karşı dimdik duracağımıza inanıyorum. Sevgi ile, saygı ile ve dayanışma  ile kalın. Herkese sağlıklı ve huzurlu yıllar dilerim.

Sabır İle İlgili Hikaye Yazınız.

Sabır İle İlgili Hikaye Yazınız.

 

Günlerdir acı çekiyordu  Nisa .   Hastalığının kanser olduğunu öğrendiği gün yıkılmıştı dünyası başına. Morali bozulmuş, oturup ölümü bekleyeceğim deyivermişti.  Aklı hayali almıyordu. Nasıl kanser olabilirdi bu gencecik yaşında bu körpe kuzu. Henüz 17 yaşındaydı Nisa.   Öğretmeni Merve Hanım bu süreçte Nisa’yı hiç yalnız bırakmayacaktı.

 

Onun bozulan moralinin, yıkılan hayallerinin  yerine gelmesi için okul dışı zamanlarda onunla olacaktı. Onu hayata döndürecekti.  Sabır ve inançla  aşılacaktı  bu zor günler .

 

Nisa günden güne soluyordu, göz göre göre eriyip gidiyordu. Öğretmeni durur muydu hiç? Onun böyle solmaması için her gün onun için eğlendirici etkinlikler yapıyor ve onu mutlu etmek için, hastalığını ona unutturmak için  elinden gelen her türlü fedakarlığı yapıyordu Merve Öğretmen. Sabretmek gerekirdi. Sabırla ve inançla  inşallah iyi olacaktı Nisa. Hem tıpta çareler tükenmezdi ya.  Gerçekten öyle de oldu. Nisa’nın hastalığı ile ilgili yeni gelişmeler oldu ve hastalığı için gerekli ilaçlar bulundu.  Bu süreçte ise öğretmen ve Nisa çok iyi arkadaş olmuşlardı. Her gün  çok güzel anlar yaşıyordu Nisa. İyi ki vardı öğretmeni, iyi ki onunla olmuştu ve iyi ki sabretmişti. Ona sabrın sonucunda Nisa’nın aldığı ilaçlar tedaviye cevap vermeye başladı.  Nisa tekrar canlanmaya başladı. O halsizliği ortadan kalkıyor, göz göre göre eriyen o körpe kuzu her gün yeniden diriliyor ve canlanıyordu.  Öğretmeninin ona destek olması ve  sabrı ile, inancı ile eski sağlığın tekrar kavuştu Nisa. 

 

Artık okuluna devam edecekti fakat bu güzel yürekli öğretmenini de asla unutmayacaktı. Çünkü ona sabrı ve inanmayı öğretmeni öğretmişti. Ne güzeldi yaşamak, hayaller kurmak ve hayata  eskiki canlılığı ile devam edebilmek. İşte tüm bunlara ulaştıran şey sabır denen erdemdi elbette.

Öz Denetim İle İlgili Hikaye Yazınız.

Öz Denetim İle İlgili  Hikaye Yazınız.

 

Salih sabah erkenden kalkmış işe gitmek için hazırlanıyordu. Eşini ve çocuklarını sabahın erken saatleri olduğu için kaldırmaya kıyamadı.  Hemen tavaya iki yumurta kırıp iki bardak çayla da karnını doyurup işine doğru gitti. Salih Bey’in eşi  Neriman Hanım ise  geç saatte kalkmış, yine her zamanki gibi sinirli ve gergindi. Çok iyi bir eşi ve mutlu bir ailesi olmasına rağmen  Neriman Hanım bir türlü mutlu olamıyor, en ufak bir soruna bile tahammül edemiyordu.

 

Çocuklara sürekli bağırarak konuşur ve kendini bir türlü kontrol altına almayı becermezdi. Aslında kötü biri değildi fakat  Neriman Hanım küçük yaşta annesinden bu şekilde  bir tavır gördüğü için ister isermez o da çocuklarına aynısını  yapıyordu. Bunun farkındaydı, pişman da oluyordu fakat yardıma ihtiyacı vardı.

 

Bir gün küçük oğlan masadaki bardağı yanlışlıkla yere  düşürmüş bunu gören Neriman Hanım cinnet geçirmiş gibi bağırmış ve çocuk korkudan altına kaçırmıştı. Çocuk durmadan ağlıyor ve  kekelemeye başlıyordu. Bunu gören  Neriman Hanım yaptığı  bu yanlış hareketin hemen farkına vardı ve  oğlunu bağrına bastı, ondan defalarca özür diledi ve bir daha çocuklarına bağırmamak için kendi kendine  söz verdi.  Öz denetimini sağlayacaktı artık ve  bu sebepsiz öfkelere yer vermeyecekti hayatında. Hemen bir pskoloijik danışmana gitmeye karar verdi. Yaklaşık on seans sonrası Neriman Hanım’ın eski haliden eser kalmamıştı. O artık  kendini kontrol edebilen, özdenetimini sağlayabilen bir anne olmuştu. Çocukluğunda yaşadıklarının , ailesinin ona yaşattıklarının  suçu çocuklarının ve eşinin değildi.

 

Artık daha  esnek ve sakin bir anne olmuştu. Bir anda bağırmıyor, her şeye sevgi ile yaklaşıyordu. Salih  Bey ve çocukları da Neriman Hanım’ı daha çok seviyordu ve ona her zamankinden daha da çok bağlanmıştı.  İnsanın öz deneimini kurmuş olabilmesi, sağlıklı kararlar alıp verebilmesi ve sinirlerine hakim olabilmesi ne güzel bir şeydi.

Doğa İle İlgili Bir Hikaye Yazınız.

 Doğa İle İlgili Bir Hikaye Yazınız.

 

İzmir’in havası çok sıcak olduğu için yaz mevsimi gelince ailemle birlikte dedemlerin yanına Erzurum’a gitmeye karar verdik. Annem;  kardeşlerimin, benim ve babamın kıyafetlerini hazırladıktan sonra kahvaltıyı yaptık ve arabamızla yola çıktık. Dedeme ve babaanneme kavuşacağım için çok mutluydum. Çünkü  Erzurum’un mis gibi temiz havasını içime çekecektim.

 

Doğanın o eşsiz güzelliklerini görecek, dağlara gidecek, koyun ve  inekler ile birlikte doğada güzel vakit geçirecektim. Derken yola çıktık ve Erzurum’a vardık. Oraya vardığımızda babaannem mis gibi köy peynirinden sıcacık börekler yapmış, taze yumurtaları tereyağında pişirmiş, kaymak ve balı da  sofraya getirmişti. Burayı asıl memleketimi çok özlemiştim.  


Dedeme sarıldım ve hemen gelen yiyecekleri yemeye başladım. Annem de  babaanneme yardım etti. Kardeşlerim Ela ve Batuhan küçük olduğu için yol yorgunluğundan hemen uyuyakaldılar. Babam , ben  ve dedem hemen  dışarıya çıktık. Çünkü Erzurum’un bu güzel havasında , yaylalarında gezecektim. Bugün doğayla iç içe olma günüydü. Hemen  dışarı fırladım. Dedem  bana ; Eren oğlum hadi gel seni   dağlara götüreyim orada yeni kır çiçekleri açtı dedi. Hemen yukarılara gittik ve annem için mis gibi kır çiçekleri topladım. Dağlarda gezdim, koştum , yoruldum ve çok güzel bir gün geçirmiş oldum. Akşam olunca eve geldik  ve akşam yemeğinde  Erzurum’un o güzel yemeklerini doya doya yedim. Sabah olunca da ailemle birlikte  kırlarda gezdik, dağdan dağ meyveleri topladık, ormanda çeşitli yabani hayvanlar gördük ve çok yorucu ve aynı zamanda çok muhteşem bir gün geçti.

 

Doğayla iç içe olmak mükkemmel bir duyguydu. O gece yatağıma yattığımda çok mutluydum. İnsanın gidecek  gezecek ve doğayla iç içe olacak bir memleketinin olması insanı özel kılıyordu ve insan çok mutlu oluyordu.

Sorumluluk İle İlgili Öyküleyici Bir Metin

Sorumluluk İle İlgili Hikaye Yazınız.

 

Sabahın ilk ışıklarıyla  çocuğunun  ağlama sesi uyandırmıştı Melike Hanım’ı.  Dündar sabaha kadar ağlamış, bugün yine uyumamıştı. Henüz iki aylık olduğu için  bu ağlamaları normaldi fakat Melike Hanım da hep uykusuz kalıyordu.  Ama o bu uykusuzluğundan hiç şikayet etmiyordu. Çünkü oğlu Dündar’a bakmak onun için dünyanın hem en zor hem de en  zevkli sorumluluğuydu.

 

Diğer çocukları olan Ela ve  Ömer henüz uyanmamıştı.  Melike Hanım küçük oğlanın karnını doyurduktan sonra diğer çocuklarının kahvaltısını hazırlayıp onları okula hazır hale getirdi. Ömer ve Ela annelerinin  hazırladığı o mis gibi sıcak ekmekleri tereyağı ile bala bandırıp bir güzel yediler. Çaylarını da içip okulun yolunu tuttular. Babaları  Ahmet Bey iş  gezisinde olduğu için çocuklar ve anneleri her zaman babayı göremiyor, babaya olan özlem de daha çok artıyordu.  Ela ve Ahmet okuldayken  ders esnasında öğretmen bir haber aldı. Aldığı haberle neye uğradığını şaşıran Gülbahar Öğretmen Ela ve  Ömer’i yanına çağırdı. Ela ve Ömer ikiz oldukları için aynı sınıftaydılar. Öğretmen onlara annelerinin ani bir kalp krizi nedeniyle hayatını kaybettiğini çok zor bir şekilde söylemeye çalıştı. Okul müdürü Koray Bey çocukları alıp hemen hastaneye götürdü. Çocukların gözleri ağlamaktan  kan çanağına dönmüştü. Ne yaparlardı şimdi annesiz. Kim hazırlayacaktı artık kahvaltıyı, kim  çağıracaktı çocukları yavrularım diye. Kim bağrına basıp olara annelerinin kokusunu verebilecekti. Anne gibi olur muydu hiç? Elbette olmazdı, annelik çok farklı  ve kutsal bir işti çünkü. Baba da haberi alır almaz iş gezisinden döndü . Aile o gece hiç uyuyamadı. Ela ben okula gidemem artık kardeşime bakacağım, tüm sorumluluklar benimdir dedi. Babaları ise bunu kabul etmedi ve sen daha çok küçüksün ve okuman gerekir dedi. Babaları artık işe gitmiyordu. Evlatları için işinden ayrılmak zorunda kalmış , evdeki minik yavruyu da kimseye bırakmayı gönlü rahat etmemişti. Artık tüm sorumluluk fedakar babadaydı.

 

Çocuklarına çok iyi bakıyor, hiçbir sorumluluktan da kaçmıyordu. Ailesi için tüm sorumlulukları üzerine almış olan baba artık daha hayata karşı daha güçlü ve vicdani olarak da daha rahattı.

Yardımseverlik İle İlgili Öyküleyici Bir Metin

Yardımseverlik İle İlgili Öyküleyici Bir Metin

 

Dünyada ortaya çıkan koronavirüs  herkes üzerinde olumsuz etki yarattığı gibi Fatma hanımlar da aynı olumsuzluklar yaşanmıştı. Dünyada birçok insan işsiz kalmış, insanlar evlere kapanmak zorunda kalmıştı. İşsizlikten payını Fatma Hanım da almıştı. Fatma Hanım genç yaşta eşini  ağır bir hastalık yüzünden kaybettiği için  üç çocuğu ile ortada yapayalnız kalmıştı.  Virüs olmadan önce bir alışveriş merkezinde kasiyer olarak görev yapan Fatma Hanım virüsle birlikte işinden çıkarılmak zorunda kalmıştı. Ailesinin de maddi durumu iyi olmadığı için çok zorlu günler onu bekliyordu.  Çocuklarının istek ve ihtiyaçlarını karşılayamamanın verdiği sıkıntı içinde  çok düşünüyor, üzülüyor fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu ne yazık ki.

 

Fatma Hanım böyle zorlu günler geçirirken  komşusu  Zeynep Hanım hiç durur muydu?  Zeynep Hanım  komşusunun maddi sıkıntılar yaşamasına çok üzlüyor  ve bunun için de güzel şeyler düşünüyordu.  Zeynep Hanım maddi açıdan  çok iyi durumda olduğu için elbette komşusu için üzerine düşen insanlık görevini yapacaktı . Zeynep Hanım birçok öğrenciye burs veriyordu. Bunlardan biri de neden Fatma Hanımın  tıp fakültesinde okuyan kızı için olamazdı. Hemen işe başladı ve  Fatma Hanıma yardım etmek için, onun  üzmeden, incitmeden, kızına bir miktar burs vereceğini, bunu kabul etmesini Fatma Hanımdan rica etti. Ayrıca iş bulana kadar evinin  ihtiyaçlarını karşılayacağını, buna itiraz etmemesini söyledi. Fatma Hanım bu zorlu süreçte böyle sevindirici bir haber aldığına hala inanamıyordu. Çok mutlu olmuştu, duygulandı ve Zeynep Hanıma sarılarak ağlamaya başladı. Zeynep Hanım onu teselli etti.  Komşuluk, yardımseverlik, insanlık zor günde belli olur. Sen benim kıymetli komşumsun lütfen bir daha sana yaptığım  şeylerin lafını etmeyelim, biz insanız, canız, insan insana her zaman muhtaçtır dedi. Fatma Hanım bu sözler  karşısında çok mutlu oldu ve Zeynep Hanımın bu kadar yardımseverliği karşısında ona minnet duydu.

 

Bu süreçte yardımseverliğin  ne kadar da büyük bir değer ve kıymet olduğunu diğer komşular da anlamıştı. Bundan sonra kim zorda  kalsa komşular bir araya gelip o zor durumda olan kişiye yardım edecek ve yardımseverlik daim olacaktı. Ne güzeldi insan olmak, insanca duygulara, merhamete  ve şefkate sahip olmak. Yardımseverliğin olduğu, empati becerinin  olduğu bir dünyada yaşayabilmek, insanlık ölmemiş demek ne de güzel  söylemlerdi öyle.

Sevgi İle İlgili Öyküleyici Bir Metin

Sevgi İle İlgili Öyküleyici Bir Metin

 

Öğretmen sınıfa girdiğinde tüm öğrenciler ayağa kalkmış onu karşılamıştı.  Öğrenciler öğretmenini çok seviyordu. Bu yıl okula yeni bir öğrenci gelmişti.   Aybüke Öğretmen yeni gelen Hasan adındaki güzel  yüzlü bu masum yavruyu çok sevmiş ve ona kanı kaynamıştı. Geçen yılki öğrencilerini çok iyi tanıyordu. Hasan ile henüz tanışmamıştı.  Hasan çok sessiz,  kimseyle konuşmayı sevmeyen  bir çocuktu. Kendi halindeydi. Sadece dersi dinliyor,  fakat derse katılmıyor, hiç konuşmuyordu.

 

Öğretmen ders anlatırken o bir yerlere dalıyor ve uzun süre öyle kalıyordu.  Aybuke Öğretmen Hasan’ın bu durumun çok üzülüyordu. Bunun için Hasan’ın ailesi ile tanışmaya karar verdi. Belli bir araştırmdan sonra Hasan’ın ailesinin Suriye’deki savaşta hayatını kaybettiğini öğrendiğinde  çok üzülmüş, aynı zamanda çok şaşırmıştı. Hasan  kimsesiz çocukların olduğu yurtta kalıyordu.

 

Ailesini kaybettiği için kim bilir içinde neler yaşıyordu bu zavallı çocuk. Nasıl da özlemişti annesinin o mis gibi kokusunu, babasının oğlum ben geldim deyişini. Hasan evin bir oğlu olduğu için başka kardeşi de yoktu. Savaştan kaçan çocuklar arasında o da bizim ülkemize sığınmış, Yüce Türkiye Cumhuriyeti her çocuğa sahip çıktığı gibi Hasan’ı da sahipsiz bırakmamıştı. Hasan’ın  bu kadar üzgün olmasının nedeni ise yurttaki kimi büyük çocukların ona kötü davranması, onu sevmemesi ve dışlamasıydı. Bunun için de Hasan kimseye yanaşmıyor, kimseye duygularını açmıyordu. Aybüke Öğretmen Hasan ile iletişim kurmak için her gün elinden gelen fedakarlığı göstermeye başlamıştı. Hasan ilk başlarda herkese soğuk olsa da Aybüke Öğretmenin bu kadar fedekarlığına artık kayıtsız kalamıyordu. Sevmişti bu güzel ve  şefkat dolu gözlerle  kendine bakan öğretmeni. Aybüke Öğretmen bir gün onu öğretmenler odasına çağırdı, onunla konuşmaya başladı . Hasan savaşta ailesini kaybettiğini, onların sevgisine çok ihtiyaç duyduğunu, onlar olmadan   sevgisiz yaşamanın çok zor olduğunu anlattı öğretmene. Gözü kan çanağına dönmüştü Hasan’ın da öğretmenin de. Aybüke Öğretmen Hasan’ın elini tuttu ve onu kendine doğru çekip sımsıkı sarıldı.  Hasan bu sarılma karşısında neye uğradığını şaşırdı ve  hıçkıra hıçkıra ağlayarak o  da  Aybüke Öğretmene sarıldı.  Yılar sonra ilk kez annesine sarılmanın mutluluğunu hissedercesine bırakmadı öğretmenine sarılmayı. Sevgi nelere kadirdi öyle. Sevgi ne büyük güçtü. Hasan’ın içinde dağlar kadar biriken acılar, özlemler,  ayrılıklar yok oluvermişti birden. Çünkü kendini seven, kendisine sevgisini gösteren muhteşem bir öğretmeni vardı artık.  Hasan günden güne büyürken öğretmeni  onu hiçbir zaman  yalnız bırakmadı. Ona her zaman maddi ve manevi açıdan destek oldu.

 

Yurtta kalan diğer  arkadaşları da ona yaptıkları saygısızlığın farkına vardılar ve Hasan’dan özür dilediler. Böylece Hasan da oradaki arkadaşlarına alıştı ve hep birlikte sevgi yumağı oldular. Her zaman çocuklar birbirlerine sevgi ile bağlandılar.  Öğretmenin sevgisi, merhameti  çocukları değiştirmiş, sevginin aşılamayacak denen zorlukları aştığına herkes şahit olmuştu böylelikle.

Adalet İle İlgili Öyküleyici Bir Metin

Adalet İle İlgili Hikaye Yazınız.

 

Mehmet Ali bu yıl avukatlığı kazanmıştı. Onca yılın emeğinden sonra, çalıştığı nice zorlu günler geride  kalmış ve  artık istediği mesleği kazanabilmişti.  Ailesi de onun sevdiği mesleği kazanmasına çok sevinmiş ve her zaman Mehmet Ali’nin arkasında olduklarını ona söylemişler  ve bunu ona hissettirmişlerdir. İstanbul Hukuk Fakültesini kazanan Mehmet Ali çok iyi bir avukat olacağına inanıyor , adaletin sağlanması için elinden gelen her şeyi yapacağını her zaman her yerde söylüyordu.

 

Devlet kadrosunda yer alabilmesi için  çok çalışması gerektiğini biliyordu ve bunun için  de birinci sınıfa başlar başlamaz  sabah akşam demeden zamanının her anını avukatlık mesleğini nasıl daha iyi öğrenebilirim diye arı gibi durmadan çalışıyordu. Derken günler su gibi akıp geçti. Mehmet Ali  üniveristeyi bitirdi. Artık sınav zamanıyıdı. Bu sınav onun için çok önemliydi. Yazılı sınavdan doksan beş alan  Mehmet Ali ne yazık ki  sözlü sınavdan geçer puan alamamıştı. Oysa sözlü sınavdaki soruların hepsine de doğru cevap vermemiş fakat bu sınavı yapan kişiler kendi yakınlarını torpille işe almak için Mehmet Ali’nin hakkını yemişlerdi. Hakkı yenen Mehmet Ali neye uğradığını şaşırmış ve  sınavda adaletsizlik yapıldığını ve haklarını mahkemede arayacağını  oradakilerin hepsine söylemişti. Canı çok yanıyordu. Sen  onca yıl didin, emek et, alın teri dök, yazılı sınavdan çok yüksek puan al ama başkaları senin yerine geçsin hakkın yensin. Yok böyle bir dünya dedi kendine kendine. Canı çok yanıyordu, sırtında vurulmuş gibiydi. Adaletin olmaması,  hakkının yenmesi onu çok yıpratıyordu ama o asla pes etmeyecekti.

 

Artık   durma zamanı değildi ve hemen harekete geçti.   Hakkı yendiği için  hakkını yiyen kişilere, adaletsizliğe göz yuman kişilere dava açtı. Hakkının yendiğini  sivil toplum kuruluşlarına, devletin yüksek kademelerine, ana haber kanalllarına vb. iletti ve haksızlığın önüne geçilmesi için, pırlanta gibi avukatların, başarılı insanların hakkının yenmemesi için arkadaşları ile gece gündüz mücadele etti. En sonunda bu mücadelesinde Yüce Allah’ın izni ile başarılı oldu ve Mehmet Ali artık devlet kadrosunda geleceğin çok başarılı, adaleti savunan, adam gibi adam olan bir  avukatı olmuştu. Eğer o adaletsizliğie göz yumsaydı bugün  hayatı boyunca mutlu olmayacaktı ve adaletsizliğe göz yummuş olacaktı.  Adalet için her şeyi yapmaya değerdi.

‘’Kollarımızı Açabildiğimiz Kadar İnsanız’’ Sözü İle İlgili Kompozisyon

"Kollarımızı  Açabildiğimiz Kadar İnsanız"  Sözü Ne Anlama Gelmektedir? Açıklayınız.

 

Kollarımızı açabildiğimiz kadar insanız sözü çok anlamlı  ve çok derin bir sözdür.  Ne kadar çok seversek o kadar çok seviliriz. Ne kadar çok yardımlaşma  ve dayanışma içinde olursak o kadar çok mutlu oluruz ve yaşamın akışı daha sağlıklı ve daha güzel olur.

 

Bu sözle  verilmek istenen mesaj şudur: İnsanoğlu  sadece kendi için değil başka insanlar için de çalışmalıdır, başka insanlar için de fedakarlık göstermelidir. Ne kadar çok merhametli olursak, ne kadar çok empati kurma becerisine sahip olursak,  bize ihtiyaç duyan kişiye ne kadar çok yardım edersek işte o zaman daha iyi bir insan oluruz ve insan kavramının anlamını da üstümüzde taşımış oluruz.

 

 Yüreğimizi açabildiğimiz kadar, sevinçlerimizi, mutluluklarımızı  paylaştığımız kadar insanız.  Bizi biz yapan değerlere sahip çıktığımız zaman, kültürel geleneklerimizi yaşattığımız zaman daha iyi insan oluruz ve daha güzel işler yapmış oluruz. Hayatta her zaman kollarımızı genişçe açmalıyız. Sevgiye susamış minik yavruları sevmeliyiz,   hayatında saygı görmemiş kimselere daha çok saygı göstermeliyiz ve saygının hissiyatını onlara yaşatmalıyız.  Yaşlanmış , gücü kalmamış yaşlılarımızın elinden tutup onların  her türlü gereksinimlerini toplum olarak, insanlık olarak karşılamalıyız. Kimsesizlere, yetimlere,  öksüzlere sahip çıkmalıyız.

 

 Duyarsızlaşan insanları duyarlı hale getirip daha bilinçli insanlara, daha merhametli insanlara dönüştürmeliyiz. İşte tüm bunları yaptığımız zaman daha insan oluruz, daha güzel ve güneş yüzlü aydın kimselere dönüşebiliriz. Kollarımızı bize ihtiyaç duyan tüm canlılara kocaman açmalıyız ve sevginin gücünü yüreğimizde ömrümüzün sonuna kadar hissetmeliyiz.

‘’Çanakkale’’ Sözcüğünün Zihninizde Yaptığı Çağrışımlar İle İlgili Kompozisyon

 ‘’Çanakkale’’  Sözcüğünün  Zihninizde Yaptığı Çağrışımları Söyleyiniz.

 

Çanakkale denilince aklıma Kurtuluş Savaşı, Milli Mücadele,  Bağımsızlık, Özgürlük ruhu gibi kavramlar  gelmektedir.  Yüce milletimizin kahraman evlatlarının canla başla düşmana karşı koyması aklıma gelir. Ülkesi için genç  yaşta okullarını yarım bırakan  çocuklarımız aklıma gelir.

 

Evlenme çağına gelmiş fakat savaştan dolayı vatanı için cepheye giden nişanlı, genç kuzularımız  gelir. Çanakkale denince aklıma bu milletin büyük kahramanı Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Anafartalar’da,  Conkbayırı’nda, Arıburnu’nda   yaptığı kahramanlıklar aklıma gelir. Çanakkale deyince aklıma elbette ki  Seyit Onbaşı  ve onun arkadaşı Niğdeli Ali ve adını saymakla bitiremeyeceğiz nice kahramanlarımız gelir. Çanakkale bir devrin battığı yerdir. Çanakkale yok olma tehlikesi ile karşıya karşıya kalan milletimizin yeniden dirilişi, yeniden yükselişi demektir. Çanakkale demek özgürlük savaşı, bağımsızlık savaşı demektir. İtilaf güçlerinin bir araya gelerek bizi yok etme amacıdır. Ama buna karşı kahramanca savaşan fedakar yürekli koca insanların iman gücü ile vatan topraklarını düşmana teslim etmediği büyük gün, kutsal gün demektir. Çanakkale yüreklerin ağza geldiği fakat sonunun hayırlara vesile olduğu büyük gündür.  Vatan sevdalıların bir olma günü, birlik olma günüdür. Nice askerlerimizin vatan yolunda şehit düştüğü, kimi kahraman askerlerimizin ise gazi olduğu yüce gündür.

 

Mustafa Kemal’in Çanakkale ile ilgili sözü ise şudur:

‘’ Ben size taarruz değil ölmeyi emrediyorum.’’ diyerek askerlerine  cesaret vermiştir.