S harfi ile başlayan deyimler ve anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
S harfi ile başlayan deyimler ve anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

S Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 S Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 

Sabaha çıkmamak: Hasta olan kişinin sabah olmadan hayatını kaybetmesi.

Saçı başı ağartmak: Yaşlanmak.

Sabahlar hayrolsun: Günaydın.

Saçı bitmedik yetim: Doğalı çok olmamış yetim.

Saç sakal birbirine karışmak: Kendine çekidüzen vermemiş olmak.

Saç sakal ağartmak: Bir işte uzun süre çalışmış olmak.

Sabun köpüğü gibi sönmek: Birden öfkelenip sonra  yumuşamak.

 

Saati saatine uymamak: Birinin ne zaman ne yapacağı belli olmamak.

Saat başı galiba: Toplantıda herkes aynı anda konuşurken herkes aynı sustu.

Sabahı bulmak: Bir işle sabaha kadar uğraşmak.

Sağı solu olmamak: Nasıl tepki vereceği belli olmaz.

Sadede gelmek:  Asıl konuya girmek

Sağa sola bakmamak: Çevrede olup bitenlerle ilgilenmemek.

 



Safra atmak: Birlikte bulunması zararlı kişi ya da şeyi ulaştırmak.

Sağ ol: Teşekkür ederim.

Sağda geri gitmek:  Sözünden caymak

Safra sındırmak: Sabah açlığını az bir yiyecekle gidermek.

Sağ eliyle sol kulağını göstermek: Kısa yoldan yapabileceği bir işi, dolambaçlı yolardan halletmeye çalışmak.

Sağ olsun, yerinde olsun:  Birlikte yaşayamayız ama yakınımızdır ona bir zarar gelsin istemem

Sabrı taşmak: Sabredemez duruma gelmek.


Saat tutmak: Bir işin ne kadar süreceğini saate bakarak  bekleyip öğrenmek.

Saçına ak düşmek: İhtiyarlamaya başlamak.

Saçma sapan söz: Tutarsız söz.

Sadakayı saraydan çıkarmamak: Yardımları kendi yakınlarına yapmak.

Saçını süpürge etmek: Birileri için var gücü ile çalışmak. Özellikle de kadınlar için kullanılan bir deyim örneğidir.

Saçı arkasından çekilmek: Bir yerden ayrılan kadının arkada bıraktığı kişiler olmak.

Saçı uzun aklı kısa: Eskiden kadınları küçümsemek için kullanılan bir deyimdi.

Saçın ak mı kara mı, önüne düşünce görürsün: Aceleye gerek yok sonucu birazdan görürsün.

Saçını başını yolmak: Üzüntüden dövünmek, kendine vurmak.

Safra atmak: Birlikte bulunması zararlı kişi ya da şeyi uzaklaştırmak.

Saçına başına bakmadan:  İlerlemiş yaşına  bakmadan.

Safrası kabarmak: Açlıktan midesi bulanmak.

Saç saça baş başa dövüşmek: Birbirleri ile kapışıp birbirleri  ile dövüşmek.

Saltanat sürmdürmek: Bolluk içinde yaşamak.

Salık vermek: Önermek.

Sakalına gülmek:  Ciddi gibi görünen sözlerle alay etmek.

Sakalı ele vermek: Başkasının oyuncağı olmak.

Saldım çayıra, Mevlam kayıra:  İdare edilmesi güç olan çocukları ya da hayvanları kendi hallerine bırakmak.

Sakalı saydırmak: Saygı gösterilmeyen, alay edilen kişi durumuna düşmek.

Sakalının altının altına girmek:  Yakınlık kurarak ona düşüncesini aşılamak.

Sakızını gözünün önüne yapıştırmak:  Değerli malını her zaman  görebileceği yerde bulundurmak.

Sakaldan kesip bıyığa ulamak:  Bir nesnenin eksiğini yine o nesnenin  artıklarıyla tamamlamak.

Sakalı değirmende ağartmak:  Yaşının gerektirdiği bilgide olamamak.

Sahip çıkmak: Biriyle ilgilenip onu korumak. / Kendisinin olduğunu ileri sürmek.

Sağlam kazığa bağlamak:  İşini sağlama bağlamak.

Sağır sultan bile duydu: Duymayan kalmadı.

Sağlık olsun: Bir zarara uğradık ama canımız sağ olsun.

Sahibi razı olur, tellal razı olmaz:  Söz sahibi kişiyi uygun görüyor ama başkaları uygun görmüyor.

Sakal küçük, söz dinlemez: Deneyimsiz, toy diye sözüne önem verilmez.

Saman altından su yürütmek: Belli etmeden ortalığı karıştırmak.

Samana kazık çakmak:  Amaca ulaşmayan, çürük iş yapmak.

Sana pişmişse bana kotarılmış:  Senin için bir sakıncası yoksa benim için hiç yok.

Sana yalan bana gerçek:  Söylediğim şeyi bilmediğin için  inanmayabilirsin fakat ben sana doğruyu söylüyorum.

Saman eline samanlık senin (  Saman senin değilse  samanlık da mı senin değil?):  Bir şey bedava diye o şeyi bu kadar fazla yemek midene zarar veriri. Mideniz bozmamalısın.

Sandık (çeyiz) düzmek: Çeyiz hazırlamak.

Sayısını Allah bilir:  Sayılamayacak kadar çok.

Sapına kadar: Üstün nitelikte kişi.

Sarmaş dolaş olmak:  Birbirine sarılıp kucaklaşmak.

Satıp savmak: Gereken parayı sağlamak için mal ve eşyalarını satmak.

Satır atmak:  Hepsini kesip öldürmek.

Sandıktaki sırtında, ambardaki karnında: Nesi varsa giyer, nesi varsa  yer.

Sapla samanı birbirine karıştırmak: Nitelikleri benzemeyen  şeyleri birbirleri yerine düşünmek.

Sarı çizmeli Mehmet Ağa: Adresi ve kimliği belirlenmemiş kişi.

Sarımsak yemedik ki ağzım koksun:  Kötü bir iş yapmadım ki  sonucundan korkayım:

Sayılı sarımsak, dikili soğan: Hesabı şaşmaz, sayısı belli.

Sayıp dökmek:  Birçok şey sıralayıp söylemek.

Sarımsağı nerede yedinse ağzını orada kokut:  Hangi ortamda bu hale geldiysen , kahrını da bir zahmet onlar çeksin.

Sebil etmek: Herkese bolca dağıtmak.

Sebilhane bardağı gibi:  Hoşa gitmeyen kalabalık.

Selam verdik, borçlu çıktık:  Yakınlık gösterdik, üzerimize iş yüklendi.

Selam vermek: Birine  selam vermek.

Selamı sabahı kesmek: Dostluk ilişkilerine son vermek.

Sele gitmek: Gereksiz yere yok olmak.

Sen giderken ben geliyordum:  Bu oyunları senden iyi bilirim, beni aldatamazsın.

Sen sağ ben selamet:  Artık yapacak bir şey kalmadı.

Sen söyle sen dinle: Söylediklerimi dinleyen yok.

Senet veririm:  Bu işin şöyle olacağını çok iyi biliyorum.

Sen ekilirken ben göcektim: Sen bu işe daha yeni başladın ama ben tecrübeliyim, bana yutturamazsın.

Selama durmak: Birini selamlamak için yolu üzerinde durmak.

Sel önünden kütük kapmak:  Herkese yıkım getiren bir işten çıkar sağlamak.

Senin aradığın kantar, Bursa’da kestane tartar: Senin söylediğin yöntemi burada uygulama imkanı yoktur.

Senin kanın benimkinden kırmızı mı?:  Sen benden daha üstün , daha ayrıcalıklı biri değilsin.

Seninki can da benimki patlıcan mı?:  Zarar göreceğini söyleyerek yapmak istediğin şeyi benim yapmamı istemen doğru mu?

Senin gönlün Döndü ile Döne’de, benim gönlüm inek ile danada: Senin eğilim ve isteklerinle benimkiler bağdaşmıyor.

Senden gelen çıraya püf!:  Artık senden yardım beklemeyeceğim.

Semeri devirmek: Eşek gibi kabaca yatmak.

Senli benli olmak:  Aralarında sıkı ilişki olmak.

Sepet havası çalma: İşine son vermek.

Sepet örene çöp vermek:  Kötü işler düşünene yardım etmek.

Serilip serpilmek:  Kollarını, bacaklarını açıp yatmak./  Büyüyüp gelişmek.

Sepet örene çöp vermek: Kötü işler düşünene yardım etmek.

Sepette pamuğu olmamak: Bilgisi bulunmamak.

Serde kabadayılık var: Kabadayı derler bize, bizde bize yakışan davranış budur.

Sermayeyi kediye yüklemek: Parasını yitirmek, zarar edip batırmak.

Ses çıkarmamak:  Bir şey dememek.

Ses vermemek:  Yanıt vermemek.

Set çekmek: Engel olmak.

 Sevda çekmek:  Aşk tutkusu içinde olmak.

Sıcak bakmak: İlgi ve yakınlık  göstermek.

Sıcak  yüz göstermek: Yakınlık göstererek karşılamak.

Sıçan deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış: Bir iş başaramayacak durumda olduğu halde bir iş daha yükleniyor. / Kendisi sığıntı durumunda olmasına karşın, yanına birini daha alıyor.

Ses seda çıkmamak:  Birinden haber ya da  tepki gelmemek.

Sıcak yüz göstermek: Yakınlık göstererek  karşılamak.

Sıkboğaz etmek: Bir şey yaptırmak için birini sıkıştırmak.

Sırasına göre: Durum gerektirirse.

Sırtından  çıkarmak: Harcamayı ona yüklemek.

Sırra kadem basmak: Biri ortalıktan yok olmak.

Sırtı kaşınmak: Dayak yemeyi hak edecek davranışlarda bulunmak.

Sırtında yumurta kefesi yok ya!: Sözünden caymakta bir sakınca görmez.

Sırtından çıkarmak: Harcamayı ona yüklemek.

Sıkı durmak: Güçlü durumunu korumak.

Sıkıntıya gelmemek:  Sıkıntı verecek işler yapmamak.

Sıkı fıkı: Birbirine çok yakın kişiler.

Sıkıntıya düşmek: Geçim darlığı içine girmek.

Silip süpürmek: Ne varsa hepsini yemek.

Sıdkı sıyrılmak: Birinden veya birşeyden soğumak, tiksinmek.

Sıfıra sıfır elde var sıfır:  Hiçbir şey kazanılamadı.

Sıfırı tüketmek:  Bütün gücünü tüketmek, yapılacak başka şeyi kalmamak.

Sıçan olmadan çuval delmek: Yeni öğrenmeye başladığı konuda üstün işler yapmaya kalkışmak.

Sıçan düşse başı yarılır:  O evde yiyecek, kullanılacak bir şey yok.

Sırtı kaşınmak: Dayak yemeyi hak edecek davranışlarda bulunmak.

Sinek avlamak: İşi ya da müşterisi olmadığından boş oturmak.

Sinekten yağ çıkarmak: Olmayacak yerden çıkar elde etmeye bakmak.

Sineye çekmek: Bir zararı kabullenmek zorunda kalmak.

Sinirleri altüst olmak:  Sinirleri bozulmak.

Sittinsene:  Çok uzun zaman.

Siniri oynamak (sinir olmak):  Sinirleri bozulmak.

Sinirleri boşanmak: Kendini tutamayarak gülmek veya ağlamak.

Sinirleri gergin olmak:  Hemen sinirlenecek durumda olmak.

Sivri akıllı: Kimsenin aklını beğenmeyen.

Siz siz olun: Sakın unutmayın.

Sizden iyi olmasın: Sizinle kıyaslamıyorum ama o da çok iyi bir insandır.

Sizlere ömür: O öldü.

Sofrası açık: Sofrasından misafiri eksik olmayan.

Soğuk almak: Üşüyerek hastalanmak.

Soğuk beyinli: Anlayışı kıt olan.

Soluk aldırmamak: Dinlendirmeden çalıştırmak.

Soluğu bir yerde almak:  Hemen oraya gitmek.

Sol yapmak:  Motorlu taşıtın direksiyonunu sola çevirmek.

Sokağa atsan: En ucuz fiyatla satsan bile.

Soluğu kesilmek: Soluk alamaz durumda olmak, gücü tükenmek.

Soğuk duş: Ansızın  bildirilen tatsız bir haber.

Sineksiz yaz etmek:  Rahatını kimsenin bozmadığı şekilde dinlenme.

 


Sorma gitsin: Anlatılması güç.

Sorguya çekmek: Bir suçla ilgili sorular sorup cevaplar istemek.

Sonunu getirememek:  İyi başladığı işi başarıyla bitirememek.

Soluk soluğa: Koşa koşa.

Sonunu almak: Bir işi bitirmek.

Soyup soğana çevirmek: Var olan her şeyi alıp bitirmek.

Sövüp saymak: Kötü sözler sıralamak.

Söz açmak: Bir konuda konuşmaya başlamak.

Sökün etmek:  Birbiri ardından gelmek.

Söz ağzından dirhemle çıkmak: Çok az konuşmak.

Söz almak:  Birinin bir işi yapacağını kesin olarak bildirmesini sağlamak.

Söz anlayan beri gelsin: Hiçbiriniz söz anlamıyorsunuz.

Söz bir Allah bir: Sözümü yerine getireceğime inanın.

Söz işitmek: Azarlanmak.

Söz gelmek: Bir davranıştan dolayı eleştirilmek.

Söz çıkmak:  Ortalıkta bir haber dolaşmak.

Söz dinlemek:  Verilen bir öğüdü kabul etmek.

Söz ayağa düşmek: Bir konu, sorumsuz ve yetkisiz kişilerin  düşünce bildirdikleri duruma gelmek.

Söz götürmez: Tersi savunulamayan.

Sormak ayıp olmasın: Densizlik olarak görmezseniz sormak istiyorum.

Soyunup dökünmek: Sokak kıyafetlerini çıkararak ev kıyafetlerini giymek.

Son kozunu oynamak: Elindeki son olağanı kullanmak.

Söz vermek:  Yapacağını kesin olarak söylemek.

Söz sahibi olmak: Bir konuda konuşma yetkisi bulunmak.

Sözde kalmak: Yapılacağı söylenen iş gerçekleştirilmemek.

Sözü açılmak: Bir şey üzerinde konuşulmaya başlamak.

Sözü ağzında bırakmak: Söylemekte olduğu sözü bitirtmemek.

Sözü bağlamak:  Konuşmayı sonuçlandırmak.

Sözü geçmek: İstediği şeylere uyulmak.

Sözü kesmek:  Konuşmasını bitirmeden susmak. / Başkasının konuşmasını durdurmak.

Sözü yere düşmek:  Sözüne uyulmamak.

Sözüm meclisten dışarı (sözüm yabana): Kaba kelimelerim sizin için değil, beni affedin.

Sözüm ona: Sanki, sözde.

Sözünde durmak:  Verdiği sözü yerine getirmek.

Sözünden çıkmamak: Davranışlarında onun isteklerine uymak.

Sözüne gelmek:  Sonunda onun söylediklerini kabul etmek.

Sözünü balla kestim: Sözünüzü kesmemi hoş görün.

Sözünü esirgememek: (sakınmamak): Düşündüğünü söylemekten çekinmemek.

Sözünü geri almak:  Söylediği sözün yanlış olduğunu kabul etmek.

Sözünü tutmak: Verdiği sözü yerine getirmek.

Söz kesmek: İstenilen kızın verildiğini kesinleştirmek.

Söz kaldırmamak:  Kendisine söylenen söze dayanamayıp karşılık verir yaradılışta olmak.

Sözü bir yere getirmek:  Sözü, açıkça söylemek istemediği bir düşünceyi belirtecek biçimde söylemek.

Sözü yere düşmek:  Sözüne uyulmamak.

Sözünü yemek: Verdiği sözü yerine getirmemek.

Sözünün eri olmak: Verdiği sözü ne pahasına olursa olsun yerine getiren kişi olmak.

Su başlarını devler tutmuş: Yüksek düzeydeki yerlere yenilmez kişiler yerleşmiş.

Su dökünmek: Yıkanmak.

Su gibi gitmek: Bol para harcamak

Su götürmez: Başka türlü yoruma elverişli olmayan.

Su gibi akmak:  Birine bol para gelmek./ Zaman hızla geçmek.

Su götürür yeri olmamak: Başka türlü yorumlanacak yönü bulunmamak.

Su içinde: Kolaylıkla.

Su içinde kalmak: Çok terlemek.

Su katılmamış:  Başka bir etkenle değişmemiş, bozulmamış olan.

Su koyuvermek:  Sözünde durmamak, cıvıtmak.

Sular kararmak: Akşam karanlığı başlamak.

Sudan cevap: Baştan savma, inandırıcı olmaktan uzak yanıt.

Sucuk gibi ıslanmak:  Giysisi ter ya da  su ile iyice ıslanmak.

Su yüzüne çıkmak:  Bir zaman belli edilmemiş bir düşünce ya da tutum artık belli olmamak.

Su yüzü görmemiş: Hiç yıkanmamış, çok kirli.

Su içinde kalmak: Çok terlemek.

Sucuk gibi ıslanmak:  Giysisi su veya ter ile iyice ıslanmak.

Su gibi ezberlemek: Yanlışsız ve hızlı okuyabilecek düzeyde ezberlemek.

Surat asmak:  Kaşlarını çatıp yüzüne küskün bir anlam vermek.

Surat bir karış: Asık yüzlü, dargın.

Surat etmek: Birine karşı dargın durmak.

Surat bağlamak:  Şişmanlama sonucunda yüzün irileşmesi

Surata bak, süngüye davran: Bakışları öyle sert ki insan düşmanla karşılaştığını sanıyor.

Suret almak: Kopyasını çıkarmak.

Suratına bakanın kırk yıl işi rast gitmez: Yüzünden uğursuzluk akıyor.

Suyu kesilmiş değirmene dönmek: Ortalıkta gürültü patırtı kalmamak.

Suyu ısınmak:  İş başından uzaklaştırılması yakın olmak.

Suya çizgi çizmek:  Kalıcı olmayan bir iş yapmak.

Suya düşmek: Bir iş gerçekleştirememek.

Susta durmak:  Birinin önünde korkak ve saygılı durmak.

Sustaya kalkmak:  Köpek arka ayaklarının  üzerine kalkarak durmak.

Surat değil mahkeme duvarı: Kimseye gülmeyen, taş gibi suskun vaziyette duran kişinin yüz ifadesi.

Suyu bulandırmak: Yolunda giden bir işi  kötü niyetle karıştırmak.

 

Suya sabuna dokunmamak: Davranışlarında kimsenin tepki göstermeyeceği  sakıncasız bir yol seçmek.

Suyu kesilmiş değirmene dönmek:  Ortalıkta gürültü patırtı kalmamak.

Suya götürüp susuz getirmek:  Onu aldatabilecek kadar kurnaz olmak.

Suyu baştan kesmek:  İşin aslını söyleyip ayrıntılarını konuşmaya gerek kalmamak.