Dinleme metni soru ve cevapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dinleme metni soru ve cevapları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Kıskanç Öğrenci Dinleme Metni, Soruları, Cevapları

 

Kıskanç Öğrenci Dinleme Metni, Soruları, Cevapları


Sınıfların birinde zeki ve kıskanç bir öğrenci varmış. Bu öğrenci diğerlerinin başarılarını baltalamaya çalışırmış, onlar konuşurken sözünü keser, başkalarının defterlerini karalarmış. Öğretmen durumu fark edince öğrenciyi tahtaya kaldırmış ve neden böyle davrandığını sormuş. Öğrenci itiraf etmiş. Öğretmenim kimsenin benim kadar başarılı olmasını istemiyorum ve bu nedenle başkalarına zarar veriyorum. Öğretmen tahtaya eşit büyüklükte iki çizgi çizmiş. Öğrenciye; bak burada aynı uzunlukta iki çizgi var. Birisi benim öbürü de senin olsun. Seninkinin daha uzun olması için ne yaparsın. 


Sizin çizgiyi silgiyle kısaltırım öğretmenim. Öğretmen bunun bir yolu daha var. Üstelik senin metodundan daha akıllıca demiş ve tebeşirle öğrencisinin çizgisinin boyunu uzatmış. Bak bu şekilde benim çizgim seninkinden daha kısa oldu. Hem de senin çizgin eskisinden daha uzun oldu. Başkalarından daha başarılı olmak istiyorsan onları sabote etmek yerine daha çok çalışmalı ve kendi yeteneklerini geliştirmelisin.


 

Sorular ve Cevaplar:

1) Zeki ve kıskanç öğrenci diğer arkadaşları konuşurken ne yaparmış?

Cevap: Kıskanç  öğrenci diğerlerinin başarılarını  baltalamaya çalışırmış, onlar konuşurken sözünü keser, başkalarının defterlerini karalarmış.

 

2) Öğretmen kıskanç öğrenciye neden kıskanç olduğunu söyleyince öğrenci ne cevap vermiş?

Cevap: Öğretmenim kimsenin benim kadar başarılı olmasını istemiyorum ve bu nedenle başkalarına zarar veriyorum demiş.

 

3)  Öğretmen kıskanç öğrenciye gösterdiği örnek ile nasıl bir der vermiştir?

Cevap:  Başarılı olmak için başkalarını geriye çekmek yerine kendini ileriye götürmeye bak, kendi yeteneklerinin farkına var ve daha çok çalış demek istemiştir.

 

4)  Bu metinden çıkaracağımız der nedir?

Kimsenin başarısını kıskanmamalıyız, kimsenin başarısızlığına da mutlu olmamalıyız. İnsan kendini geliştirmeli, kendi ile ilgilenmeli, daha çok çalışmalıdır. Böylece başkalarını kıskanmaya gerek  kalmaz ve boş yere kötü duygulara da sahip olunmamış olur.

Eskici Dinleme Metni, Soruları ve Cevapları

 

Eskici Dinleme Metni, Soruları ve Cevapları


 Vapur rıhtımdan kalkıp ta Marmara'ya doğru uzaklaşmaya başlayınca yolcuyu geçirmeye gelenler, üzerlerinden, ağır bir yük kalkmış gibi ferahladılar:

— Çocukcağız Arabistan'da rahat eder.
Dediler, hayırlı bir iş yaptıklarına herkesi inandırmış olanların uydurma neşesiyle, fakat gönülleri isli, evlerine döndüler.
Zaten babadan yetim kalan küçük Hasan, anası da ölünce uzak akrabaları ve konu komşunun yardımıyla halasının yanına, Filistin'in ücra bir kasabasına gönderiliyordu.
Hasan vapurda eğlendi; gırıl gırıl işleyen vinçlere, üstleri yazılı cankurtaran simitlerine, kurutulacak çamaşırlar gibi iplere asılı sandallara, vardiya değiştirilirken çalman kampanaya bakarak çok eğlendi. Beş yaşında idi; peltek, şirin konuşmalarıyla de güvertede  yolcuları epeyce eğlendirmişti.
Fakat vapur, şuraya buraya uğrayıp bir sürü yolcu bıraktıktan sonra sıcak memleketlere yaklaşınca kendisini bir durgunluk aldı: Kalanlar bilmediği bir dilden konuşuyorlardı ve ona İstanbul'daki gibi:
— Hasan gel!
— Hasan git!
Demiyorlardı; ismi değişir gibi olmuştu. Hassen şekline girmişti:
— Taal hun ya Hassen…
Diyorlardı, yanlarına gidiyordu.
— Ruh ya Hassen...
Derlerse uzaklaşıyordu.
Hayfa'ya çıktılar ve onu bir trene koydular.
Artık ana dili büsbütün işitilmez olmuştu. Hasan köşeye büzüldü; bir şeyler soran olsa da susuyordu, yanakları pençe pençe, al al olarak susuyordu. Portakal bahçelerine dalmış, göğsünde bir katılık, gırtlağında lokmasını yutamamış gibi bir sert düğüm, daima susuyordu.
Fakat hem pürnakıl çiçek açmış, hem yemişlerle donanmış güzel, ıslak bahçeler de tükendi; zeytinlikler de seyrekleşti.
Yamaçlarında keçiler otlayan kuru, yalçın, çatlak dağlar arasından geçiyorlardı. Bu keçiler kapkara, beneksiz kara idi; tüyleri yeni otomobil boyası gibi aynamsı bir cila ile, kızgın güneş altında, pırıl pırıl yanıyordu.
Bunlar da bitti; göz alabildiğine uzanan bir düzlüğe çıkmışlardı; ne ağaç vardı, ne dere, ne ev! Yalnız ara sıra kocaman kocaman hayvanlara rast geliyorlardı; çok uzun bacaklı, çok uzun boylu, sırtları kabarık, kambur hayvanlar trene bakmıyorlardı bile... Ağızlarında beyazımsı bir köpük çiğneyerek dalgın ve küskün arka arkaya, ağır ağır yumuşak yumuşak, iz bırakmadan ve toz çıkarmadan gidiyorlardı.
Çok sabretti, dayanamadı, yanındaki askere parmağıyla göstererek sordu; o güldü:


— Gemel! Gemel! dedi.
Hasan'ı bir istasyonda indirdiler. Gerdanından, alnından, kollarından ve kulaklarından biçim biçim, sürü sürü altınlar sallanan kara çarşaflı, kara çatık kaşlı, kara iri benli bir kadın göğsüne bastırdı. Anasınınkine benzemeyen, tuhaf kokulu, fazla yumuşak, içine gömülüveren cansız bir göğüs...
— Ya habibî! Ya aynî!
Halasının yanındaki kadınlar da sarıldılar, öptüler, söyleştiler, gülüştüler. Birçok çocuk da gelmişti; entarilerinin üstüne hırka yerine elbise ceket giymiş, saçları perçemli, başları takkeli çocuklar...
Hasan durgun, tıkanıktı; susuyor, susuyordu.
Öyle, haftalarca sustu.
Anlamaya başladığı Arapçayı, küçücük kafasında beliren bir inatla konuşmayarak sustu. Daha büyük bir tehlikeden korkarak deniz altında nefes almamaya çalışan bir adam gibi tıkandığım duyuyordu, gene susuyordu.
Hep sustu.
Şimdi onun da kuşaklı entarisi, ceketi, takkesi, kırmızı merkupları vardı. Saçlarının ortası, el ayası kadar sıfır makine ile kesilmiş, alnına perçemler uzatılmıştı. Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu hem kaşık çatal yerine dürümleyerek kullanmayı beceriyordu.
Bir gün halası sokaktan bağırarak geçen bir satıcıyı çağırdı.
Evin avlusuna sırtında çuval kaplı bir yayvan torba, elinde bir ufacık iskemle ve uzun bir demir parçası, dağınık kıyafetli bir adam girdi. Torbasında da mukavva gibi bükülmüş bir tomar duruyordu.
Konuştular, sonra önüne bir sürü patlak, sökük, parça parça ayakkabı dizdiler.
Satıcı, iskemlesine oturdu. Hasan da merakla karşısına geçti. Bu dört yanı duvarlı, tek kat, basık ve toprak evde öyle canı sıkılıyordu ki... Şaşarak, eğlenerek seyrediyordu: Mukavvaya benzettiği kalın deriyi iki tarafı keskin incecik, sapsız bıçağıyla kesişine, ağzına bir avuç çivi dolduruşuna, sonra bunları birer birer, İstanbul'da gördüğü maymun gibi avurdundan çıkarıp ayakkabıların altına çabuk çabuk mıhlayışına, deri parçalarını, pis bir suya koyup ıslatışına, mundar çanaktaki macuna parmağını daldırıp tabanlara sürüşüne, hepsine bakıyordu. Susuyor ve bakıyordu.



Bir aralık nerede kimlerle olduğunu keyfinden unuttu, dalgınlığından ana diliyle sordu.
— Çiviler ağzına batmaz mı senin?
Eskici başını hayretle işinden kaldırdı. Uzun uzun Hasan'ın yüzüne baktı:
— Türk çocuğu musun be?
— İstanbul'dan geldim!
— Ben de o taraflardan... İzmit'ten!
Eskicide saç sakal dağınık, göğüs bağır açık, pantolonu dizlerinden yamalı, dişleri eksik ve suratı sarı, sapsarıydı; gözlerinin akına kadar sarıydı. Türkçe bildiği ve İstanbul taraflarından geldiği için Hasan, şimdi onun sade işine değil, yüzüne de dikkatle bakmıştı. Göğsünün ortasında, tıpkı çenesindeki sakalı andıran kırçıl, seyrek bir tutam kıl vardı.
Dişsizlikten peltek çıkan bir sesle tekrar sordu:
— Ne diye düştün bu cehennemin bucağına sen?
Hasan anladığı kadar anlattı.
Sonra Kanlıca'daki evlerini tarif etti; komşunun oğlu Mahmut'la balık tuttuklarını, anası doktora giderken tünele bindiklerini, bir kere de kapıya beyaz boyalı hasta otomobili geldiğini, içinde yataklar serili olduğunu söyledi. Bir aralık ta kendisi sordu:
— Sen niye buradasın?
— Bir kabahat işledik de kaçtık!
Asıl konuşan Hasan'dı, altı aydan beri susan Hasan... Durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, yanakları sevincinden pembe pembe, dudakları taze, gevrek, billur sesiyle biteviye konuşuyordu. Aklına ne gelirse söylüyordu. Eskici hem çalışıyor, hem de, ara sıra «Ha! Ya? Öyle mi?» gibi dinlediğini bildiren sözlerle onu söyletiyordu; artık erişemeyeceği yurdunun bir deresini, bir rüzgârını, bir türküsünü dinliyormuş gibi hem zevkli, hem yaslı dinliyordu; geçmiş günleri, kaybettiği yerleri düşünerek benliği sarsıla sarsıla dinliyordu.
Daha çok dinlemek için de elini ağır tutuyordu.
Fakat, nihayet bütün ayakkabılar tamir edilmiş, iş bitmişti. Demirini topraktan çekti, köselesini dürdü, çivi kutusunu kapadı, çiriş çanağını sarmaladı. Bunları hep aheste aheste yaptı.
Hasan, yüreği burkularak sordu:
— Gidiyor musun?
— Gidiyorum ya, işimi tükettim.
O zaman gördü ki, küçük çocuk, memleketlisi minimini yavru ağlıyor... Sessizce, titreye titreye ağlıyor. Yanaklarından gözyaşları birbiri arkasına, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlaları dışarının rengini geçilen manzaraları içine alarak nasıl acele acele, sarsıla çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyla yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli mavi, gök, pırıl pırıl akıyor.
— Ağlama be! Ağlama be!
Eskici başka söz bulamamıştı. Bunu işiten çocuk hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlamaktadır; bir daha Türkçe konuşacak adam bulamayacağına ağlamaktadır.
— Ağlama diyorum sana! Ağlama!..
Bunları derken onun da katı, nasırlanmış yüreği yumuşamış, şişmişti, önüne geçmeye çalıştı ama yapamadı, kendisini tutamadı; gözlerinin dolduğunu ve sakallarından kayan yaşların, Arabistan sıcağıyla yanan kızgın göğsüne bir pınar sızıntısı kadar serin, ürpertici, döküldüğünü duydu.


Eskici Metni İle İlgili Soru ve Cevapları

1) Anne ve babası hayatını kaybeden Hasan kimin yanına, hangi ülkeye gönderilmiştir?

Cevap: Halasının yanına, Filistin’e gönderilmiştir.

 

2)  Hasan hangi deniz aracında eğlenmiş, çevresindekileri de  hareketleri ile mutlu etmiş, kendisini sevdirmiştir?

Cevap: Vapur

 

3) Hasan kaç yaşındaydı?

Cevap: Hasan beş yaşındaydı.

 

4) Hasan neden bir süre sonra konuşmamaya başlamıştır?

 Cevap: Çünkü gittiği yerlerde kendi ana dili konuşulmuyordu, bunun için de kendini garip hissetmiş ve konuşmamaya başlamıştır.

5) Hasan anlamaya başladığı Arapçayı neden inatla konuşmamıştır?

 Cevap: Çünkü Hasan kendi ana dilini unutmak istememiştir, ana diline inatla bağlı kalmayı düşünmüş olabilir. Bunun için de Arapça konuşmamıştır.

6)  Hasan farklı bir ülkeye gittiği için yaşamında neler değişmişti?

 Cevat: Kendi dili konuşulmuyordu, Deri gibi sert, yayvan tandır ekmeğine alışmıştı; yer sofrasında bunu hem kaşık çatal yerine dürümleyerek kullanmayı beceriyordu..

 

7) Evin avlusuna giren adam nasıldı?

 Cevap: Evin avlusuna sırtında çuval kaplı bir yayvan torba, elinde bir ufacık iskemle ve uzun bir demir parçası, dağınık kıyafetli bir adam girdi.

 

8) Avluya giden adam hangi Türkiye’nin hangi ilinden gelmiştir?

 Cevap: İzmit.

 

9)  Hasan Türk olan adama neler anlatmıştır?

 Cevap: Kanlıca'daki evlerini tarif etti; komşunun oğlu Mahmut'la balık tuttuklarını, anası doktora giderken tünele bindiklerini, bir kere de kapıya beyaz boyalı hasta otomobili geldiğini, içinde yataklar serili olduğunu söyledi. 

 

10)  Hasan kaç aydır kendi ana dilini kullanmıyordu?

Cevap: Altı aydır kendi ana dilini kullanmıyordu.

 

11)  Kendi ana dilini bilen kişi ile karşılaşan Hasan ne yapmaya başladı?

Cevap:  Hasan; durmadan, dinlenmeden, nefes almadan, yanakları sevincinden pembe pembe, dudakları taze, gevrek, billur sesiyle biteviye konuşuyordu. Aklına ne gelirse söylüyordu. 

 

12)  Eskici gideceğim deyince Hasan ne yapmıştır?

Cevap:  Hasan, sessizce, titreye titreye ağlıyor. Yanaklarından gözyaşları birbiri arkasına, temiz vagon pencerelerindeki yağmur damlaları dışarının rengini geçilen manzaraları içine alarak nasıl acele acele, sarsıla çarpışa dökülürse öyle, bağrının sarsıntılarıyla yerlerinden oynayarak, vuruşarak içlerinde güneşli mavi, gök, pırıl pırıl akıyor.

13)  Bu metne hakim olan duygu nedir?

Cevap: Ana dilini konuşamamanın verdiği hüzün.

 

14)  Bu metinden nasıl bir ders çıkarılabilir?

İnsanın ana dilini konuşacak kişiler ile  bir arada yaşaması, onu anlayan, onu dinleyen, onunla konuşan, aynı dile sahip olan kişilerin olması aslında büyük bir hazine, büyük bir değerdir. Ana dil çok önemlidir. Allah hiç kimseyi vatanından ayrı koymasın, kendi dilinden, kendi insanlardan uzaklaştırmasın.

Bam Telimiz Dinleme Metni, Soruları ve Cevapları

Bam Telimiz Dinleme Metni, Soruları ve Cevapları 


Bu kadar zaman geçti. Barış Manço’nun yüreğindeki o barış şarkıları hala bitmiyor. Kemal Sunal’ın filmlerinden hiçbir kanal vazgeçemiyor. Zeki Müren dahil nice kayıplar verdiğimiz halde Manço ve Sunal  hepsinden farklı biçimde yaşatılıyor. Demek ki tam bam telimizden yakalamışlar bizi. Acaba neden? Nedeni basit. Öyle bir pisliğe saplanmışız ki. Barış Manço’nun şarkılarında şimdi artık ruhumuzu galiba yıkamaktayız. Gelenek, görenek, hatır, gönül, sevgi, saygı, sadakat hepsi var o şarkılarda.  Bayram, mendil, şeker, pide, simit, atasözü, vecize, bir fincan kahve ve bir yastıkta 40 yıl hepsi var. Yani bütün kaybettiklerimiz. Bunları derinden hissetmek tekrar ümit veriyor bana. İşte 3 Şubat'taki anma gecesi için gençliğin şimdiden kuyruğa girmesi ulusal bir benlik arayışıdır. Eğlenmek varken niye Barış Manço’ya akıyor bu gençlik niye bu kara sevda. Bizi silip süpüren o duygusuzluk selini elbette ki Barış Manço tek başına göğüsleyemezdi ama gençlik ona sırt veriyor. Sıradan bir nostalji değil bu iyi düşünün. Altında büyük anlam yatıyor.


 Beri tarafta Kemal Sunal vazgeçilmezliği ile beni bir kere daha ümitlendirdi. Yardımlaşmayı ve paylaşmayı, sonuna kadar dayanışmayı simgeleyen yürek ve vefa sergileyen, insaniyet aşılayan, hoşgörü dağıtan, vicdan ve izan sahibi saf ve temiz bir Anadolu çocuğu kibirle gurur arasındaki farkı ve maddiyatla maneviyat arasındaki uçurumu bütün filmlerinde işlemiş, kin ve husumete asla cevap vermemiş, derleyici, toplayıcı, barıştırıcı, en mühimi de  ibret verici bir delikanlı. Yani toplumda artık bulamadıklarımızı  dönüp dolaşıp yine onda arıyoruz. Bence aramaya devam edelim. Aramak yarı yarıya bulmak demektir. Anneler, babalar çocuklarına yine şabanı seyrediyorsun kaçıncı bu diye takılıyorlar ya kulak asmayın. çünkü göz ucuyla kendileri seyrediyorlar. Çünkü kendileri de arayış içindeler. Şaban her gece her evde yaşıyor. 


Bazen bir  aşk için servet yapıyor, bazen arkadaş uğruna canını tehlikeye atıyor. Bazen fedakar bir öğretmen, bazen affına sığınan muzip bir öğrenci, bazen de disiplinli bir polistir. Neleri kaybettiğinizi hatırlarsanız şimdi yüreğimizde gittikçe büyüyen Barış Manço ve Kemal Sunal özlemini çok iyi kavrarsınız. Evet muhtaç olduğumuz o güzellikleri barış şarkılarında ve Şaban filmlerinde aramaya devam….

 

Sorular ve Cevapları

1)  Barış Manço’nın şarkılarında ruhumuz neden yıkanmaktadır?

Cevap: Çünkü . Gelenek, görenek, hatır, gönül, sevgi, saygı, sadakat hepsi var o şarkılarda.  Bayram, mendil, şeker, pide, simit, atasözü, vecize, bir fincan kahve ve bir yastıkta 40 yıl hepsi var. Yani bütün kaybettiklerimiz.

2) Size göre  Barış Manço ve Kemal Sunal neden bu kadar  çok sevilmekte, dinlenilmekte ve izlenilmeye devam edilmektedir?

Cevap: Çünkü her ikisi de bizi bam telimizden yakalamıştır. Çünkü her ikisi de halkın dilinden anlayan, halkın içinden gelen, halkın sorunlarını en iyi şekilde bilen kimseler olduğu için.  Yani her ikisi de bizden biridir. Kendilerini halktan ayrı görmemişlerdir. Kibirli değillerdir, hoşgörülüdürler, insanları ötekileştirmemişlerdir. Bundan dolayı onlar halk tarafından çok sevilir ve sayılır.

 

3) Size göre bam teli ne demektir?

Cevap: Bam teli; bir konuda en hassas, en önemli noktayı ifade etmek için kullanılan bir deyimdir.

 

4)  Kemal Sunal’ın ve filmlerinin bu kadar çok sevilmesinin nedeni nedir?

 Çünkü Kemal Sunal; yardımlaşmayı ve paylaşmayı, sonuna kadar dayanışmayı simgeleyen yürek ve vefa sergileyen, insaniyet aşılayan, hoşgörü dağıtan, vicdan ve izan sahibi saf ve temiz bir Anadolu çocuğu kibirle gurur arasındaki farkı ve maddiyatla maneviyat arasındaki uçurumu bütün filmlerinde işlemiş, kin ve husumete asla cevap vermemiş, derleyici, toplayıcı, barıştırıcı, en mühimi de  ibret verici bir delikanlıdır.

 

5)  Barış Manço ve Kemal Sunal ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Bu sanatçılarımızda samimiyet vardır, sevgi vardır, saygı vardır. Şarkılarında ve filmlerinde insanlığa mesajlar vardır, onlar bizden biridir, bizi en iyi şekilde yansıtan değerli sanatçılardır. Bunun için asla unutulmayacaklar ve yüreğimizde yaşamaya devam edeceklerdir.

Akıp Giden Zaman Şiiri Dinleme Metni İle İlgili Soru ve Cevaplar

 

Akıp Giden Zaman Şiiri Dinleme Metni İle İlgili Soru ve Cevaplar

 

Akıp Giderken Zaman Şiiri

 

Sevgili çocuklar,
Bir yılın değerini
Sınıfta kalan öğrenciden
Daha iyi anlayan
Var mıdır şu dünyada?
(…)

Sormak gerek
Bir haftanın değerini;
Haftalık dergi çıkartana.

Bir günlük ömrü olan
Kelebeğe sorun,
Tek günlük yaşamın anlamını.
Bir dakikanın değerini,
Vapur kaçırmış
Yolcudan daha iyi
Bilen yoktur herhâlde?

Kim ne derse desin
Bir saniyenin değerini
Anlamak için
Trafik kazasından
Kıl payı kurtulmak gerek

Ne dersiniz;
Salisenin değerini
Olimpiyatlarda gümüş madalya
Kazanan atletten
Daha iyi bilen var mıdır?

Sevgili çocuklar
Zamanın yol haritasında
İnişler, çıkışlar, virajlar çoktur
Ama geriye dönüşler yoktur.
Çünkü tek yönlüdür burada trafiğin akışı

Mirasyedice avans çekilmez
Zamanın yarınında
Varsa gücün
Yararlanırsın baharından karından
Siz siz olun; kof düşüncelere,
Boş hayallere dalmayın,
Akıp giden zamanın dışında durup
Yaşananlara seyirci kalmayın. (Mehmet Güler)

 

Soru ve Cevaplar:

1) Bir yılın değerini kimden sormak gerekir?

cevap: Bir yılın değerini sınıfta kalmış bir çocuktan.

 

2)  Bir haftanın değerini kimsen sormak gerekir? Bir haftalık dergi çıkarandan. Çünkü kişi bir hafta içinde yeni dergisini çıkaramadığı zaman okur kitlesini kaybeder ve bu da kişiye hem maddi açıdan hem de manevi açıdan zarar verir. Onun için her işi zamanında yapmak gerekir.

 

3)  Kelebek için için bir gün önemlidir?

Çünkü onun ömrü bir  gündür ve o bir gün ona bir ömürdür. Kelebek de için de bu değerlidir. Bir gün değerli değildir dememek gerekir. Kelebeğe göre ömürdür o bir gün. 


4) Bir saniye neden önemlidir?

Çünkü trafik kazası yapan kişi daha dikkatli olsaydı o bir saniye ile hayatını kurtarabilirdi. Onun için her anın önemi olmalıdır hayatımızda ve zamanın kıymetini bilmek gerekir. Kişi o bir saniye ile hayatını da kurtarabilir hayatını da kaybedebilir. Yani zaman çok değerlidir.

 

5)  Bir  salise neden bir olimpiyat oyuncusu için önemlidir?

Çünkü o bir salise sayesinde  kişi kazanabilir veya kaybedebilir.

 

6)  Yaşananlara neden seyirci kalmamalıyız?

Çünkü hayat akıp gidiyor ve giden zaman da bir daha asla geri gelmeyecektir. Bunun için zamanın kıymetini bilelim ve hayatımızı verimli ve dolu dolu geçirelim, zamanın önemini bilelim.