E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 

Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan parlak sözler söylemek.

Eğri oturup doğru konuşalım: Davranışımız beğenilmese de  her zaman doğruyu söyleyelim.

Efkâr dağıtmak: Sıkıntı gidermek.

Ecelden aman olursa: Ölmezsem.

Eceline susamak: Ölmesi ya da öldürülmesine yol açacak tehlikeli davranışlarda bulunmak.

Efendiden bir adam: Nazik davranan kişi.

Eğri gemi, doğru sefer: Kullanılan  araç yetersiz ama yapılan iş doğru.

Efendime söyleyeyim: Söyleyeceklerim henüz bitmedi.

Ekmek kalede, it hendekte: Elde edilmek istenen şey ulaşılmayacak kadar uzakta.

Eksik çıkmak: Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak.

Ekini belli etmemek: Kusurlu bir işi kusursuz gibi göstermek.

Ekmeğine yağ sürmek: Amacı olmadığı halde birinin işine yarayacak davranışta bulunmak.

Eceliyle ölmek: Hayatının doğal olarak son bulması.

Ehvenişer: Köyü olanların içinde iyisi.

Ekmeğini it yer, yakasını bit:  Malı var ama kendi değil başkaları o maldan faydalanır.


Ekmek elden, su gölden: Çalışmadan başkasının kazancı ile beslenen.

Eğri gözle bakmak: Kötü düşünceyle bakmak.

Eceli gelmek:  Doğal olmayan bir etkenle ölmek.

Ecel teri dökmek: Korkudan büyük bir sıkıntı yaşamak.

Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yaparak geçimini sağlamak.

Ekmek Bedir’in, su Hıdır’ın, yiyin kudurun, için kudurun: Başkaları kazanıyor, siz yiyorsunuz, elbette kudurursunuz, elbette azarsınız.

Eğri düzü beğenmez, bu da bizi beğenmez: Kendi kusurlarını görmeyip başkalarını beğenmeyen kimse.

Ekmeğini eline almak( Ekmeğini kazanmak, eli ekmek tutmak): Kendi geçimini sağlayabilecek duruma gelmek.

Ekmeği bütün: Kazancı kendine yeten.

El ulağı: Önemli iş yapan kişinin  küçük işlerde kullandığı yardımcı.

El emeği: Elle çalışma ve elde edilen ürün.

El vurup etek silkmek: Yaptığı işi kesin olarak bırakmak.

El elde baş başta: Eldekiler tükendi.

El bebek gül bebek: El üstünde tutulan çocuk.

El değiştirmek: Sahip değiştirmek.

Eloğlu: Yabancı.

El şakası: Birine elle yapılan ilişme.

El ağzıyla çorba içmek: Başkalarının sözünü benimseyip söylemek.

El değmemiş: Hiç dokunulmamış.

El çırpmak: Alkışlamak.

El basmak: Kutsal bir şey üzerine elini koyup yemin etmek.

El arı, düşman körü: Zoraki olarak.

El ayak çekilmek: Ortalıkta kimseler yok.

Eksik olsun: Olmamasını  yeğlerim.

El ense çekmek: Elini güreşçinin ensesine atarak onu çekmek.

El çabukluğu ile: Hileyi kimseye göstermeyerek çabukça yapmak.

Eksik olma: Sağ ol, var ol.

Eksik doğmak: Organları iyice gelişmeden doğmak.

El bağlamak: Saygı gereği ellerini göbek üzerinde birleştirip beklemek.

Eksik etmemek: Her zaman bulundurmak




El atmak: Birinin işine yardım etmek.

El bende: Tekrarlanan oyunda başlama sırası bende.

Eksik gedik: Gerekli olan ufak tefek şeyler.

El sunmak: El  uzatmak.

El üstünde tutmak: Çok sevgi ve saygı göstermek.

El koymak: Buyruğu, denetimi altına almak.

El kaldırmak: Kendisinden büyük olana vurmaya çalışmak.

El etek çekmek: O şey ile artık uğraşmaz olmak.

El kadar : Küçücük.

El iyisi, ev ağrısı: Yakınlarından çok yabancıların yardımına koşan.

El sürmemek: Dokunmamak.

El uzatmak: Yardım etmek.

El kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım: Başkalarının parası ile gösterişli bir yaşam sürer.

El ucuyla vermek: Çok az vermek.

El sıkmak: Selamlaşmak için birinin elini tutmak.

El etek öpmek: Yalvarmak.

El ermez, göz görmez:  O kişi ile hemen ilişki kuramazsınız çünkü o kişi çok uzaklarda.

El gün: Herkes.

El katmak: Yapılmasına yardımcı olmak.

El gölgesi: Saygın bir kimsenin  ilgiliye yazıp verdiği tezkere.

El kapısı: Başkalarının evi, yurdu anlamına gelir.

Elde bulunan: Var olan.

Elde etmek: Sahip olmak.

El yahşi biz yaman, el buğday biz saman: Yabancılar bizden üstün tutuluyor.

Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını bitirmiş olmak.

Elden ağza yaşamak: Günlük yaşamak.

Ele ele dolaşmak: Birçok kimsece alınıp bakılmak ya da kullanılmak.

Elden ayaktan düşmek: İş yapamaz duruma gelmek.

El yatkınlığı: Eli işe alışmış olma durumu.

Elden çıkarmak: Satmak.

Elde kalmak: Harcamadan artmış olmak anlamına gelir. Bir de şu anlamda kullanır. Elinde olanları satamamak anlamındadır.

Elden geçirmek: Onarmak.

Elden gitmek: Yitirilmek.

Elden ne gelir?: Yapılacak bir şey yok.

Ele alınmaz: Çok kötü.

Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek.

Eleğim var sacım var, komşuya ne borcum var?: Kendi olanaklarım bana yetiyor.

Eli ağzına yetmemek: Kazancı geçimini karşılamayacak durumda olmak.

Elekten geçirmek: Doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü ayırmak.

El verir öğüdü, kendi keser söğüdü: (El verir talkını kendi yutar salkımı):  Başkalarına öğüt verir ama kendisi o öğütlere uymaz.

Ele gelmek: Elle tutulabilir olmak.

Elden ayrıksı: Başkalarına benzemeyen davranış.

Eli altında olmak: İstediği zaman kullanılabileceği yerde olmak.

Eli ayağı bağlı olmak: Yapması gereken işi engeller yüzünden yapamaz durumda olmak.

Eli ayağı buz kesmek: İş yapamaz durgunluk içine girmek.

Eli ayağı tutmak: İş yapacak gücü bulunmak.

Eli bayraklı: Edepsiz, kavga eden kimseler için kullanılan deyimdir.

Eli yüreğinin üstünde olmak: Kaygı ile beklemek.

Eli yerden gökten kesilmek: Hiçbir yerden yardım görememek.

Eli yatkın: Eli o işi yapmaya alışık.

Eli kalem tutmak: Bir konuda yazabilir durumda olmak.

Eli işte gözü oynaşta: Çalışır gibi yapıyor ama aklı başka yerde.

Eli kalem tutmak: Bir konuda yazabilir durumda olmak.

Eli armut mu devşiriyor: O vuruyorsa, bunun eli yok mu?

Eli ayağı dolaşmak: Telaştan karışık, düzensiz iş yapmak.

Eli ayağı boşalmak: Hareket etme gücü azalmak.

Eli ayağı tutmak: İş yapacak durumda olmak.

Eli böğründe kalmak: İş yapamaz duruma gelmek.

Eli genişlemek: Bolca paraya kavuşmak.

Eli varmamak: Kıyamamak.

Eli yüreğinin üstünde olmak: Kaygı ile beklemek.

 

Elini oynatmak: İşi çabuk yapmak.

Eline eteğine doğru: Namuslu

Elini kolunu sallayarak gelmek: Eli boş olarak gelmek.

Eline su dökemez: Değerce ondan geride.

Elini kana bulamak: Birini yaralamak ya da öldürmek.

Elini cebine atmak: Para çıkarmaya davranmak.

Eline düşmek: Kendine hıncı bulunan birinin egemenliği altına girmek.

Eline doğmak: Çocuğu doğduğundan beri tanımak.

Elinde olmak: Yapabilir olmak.

Eli yüzü düzgün: Çirkin sayılmaz.

Elim iyiliğine: Gösterdiğim yer dert görmesin.

Elinden bir şey gelmemek: Bir şey yapmamak.

Elinden gelmek: Yapabilmek.

Elinde olmak: Yapabilir olmak.

Elinden düşürmemek: Sürekli elinde tutmak.

Elinde kalmak: Bir şeyi satmak istediği halde satamamak.

Elifi görse mertek sanır: Okuma yazması yoktur.

Elinden bir kaza çıkmak: İstemeyerek birine zarar vermek.

Elinden geleni ardına koma: Yapabileceğin bütün kötülükleri yap.

Elinden kabuklu koz yenmez: Çok pis biridir.

Eline ayağına düşmek: Ayaklarına kapanarak yalvarmak.

Endazeye vurmak: Ölçüp biçmek.

Emret, fındık kabuğuna gireyim: Buyruğunuz ne denli zor olursa olsun, yaparım.

Ellerim yanıma gelecek: Ölüp öbür dünyada hesap vereceğim.

Emre yaramak: İşe yaramak.

Elle tutulur, gözle görülür: Çok belirgin.

Emeği sağdıç emeğine dönmek: Emeğinin karşılığını alamamak.

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Beceremediği işi yapmaya kalkışmak.

Emek vermek: Bir  şeyin oluşması için özenle çalışmak.

En akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor: Hepsi birbirinden budala.

Eme seme yaramamak: Takdir edilmemek.

Elini sallasa ellisi, başını sallasa tellisi:  Yeter ki istesin, onu herkes beğenir ve ister.

Elini veren kolunu alamaz: Kendisi ile ilgilenen herkesi dolandırır, sömürür.

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmama: Ev işlerine el sürmemek.

Eme yaramak: İşe yaramak.

Elini veren  parmağını eksik alır: Emanete sahip çıkmaz, hıyanet eder.

Elleri nasır bağlamak:  Ellerini ağır işlerde uzun süre kullanmış olmak.

Elini vicdanına koyarak söylemek: Hakça söylemek.

Ellerim yanıma gelecek: Öbür dünyada hesap vereceğim.

Eninde sonunda: Durum çeşitli aşamalardan geçtikten sonra.

Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp tedirgin etmek.

Ense yapmak: Çalışmadan yiyip içerek şişmanlamak.

Ensesine yapışmak: Yakalayıp sıkıştırmak.

Ensesini kaşımak: Ne yapacağını bilememek.

Er geç: Ne zaman olursa.

Erkek Fatma: Erkek davranışları içinde olan kadın. Ya da diğer anlamı şudur: Sözüne güvenilir yiğit kadın.

Erkeklik sende kalsın: Karşısındakinin densizliğine uyma sen.

Eski göz ağrısı: Eski sevgili

Eşeğe gücü yetmeyip palanını dövmek: Asıl kızdığı güçlü kişiler ama güçlüye gücü yetmediği için kendi merinde olan kişileri azarlamak.

Estek köstek etmek: Birtakım gerekçeler öne sürmek.

Eski hamam, eski tas: Durumda hiçbir değişiklik yok.

Esip savurmak: Bağırıp çağırmak.

Eski defterleri karıştırmak: Sonuçlanmış olayları yeniden ortaya dökmek.

Eski çamlar bardak oldu: Eski durumlar tamamen değişti.

Eski ağza yeni taam (kaşık):  Yaşlı bir topluma uygulanan yenilik.

Erkeklik öldü mü?: Mertliği göstermek gerekiyor.

Er geç: Ne zaman olursa.

Eski köye yeni âdet: Eskiliklere bağlı topluma getirilen yenilik.

Eser ama yağmaz: Bağırıp çağırır ama zarar vermez. Bol keseden konuşur ama bir şey yapamaz.

Esamesi okunmamak: Adı bile anımsanmamak.

Eti ne, budu ne?: Olanakları, gücü sınırlı.

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşini güvence altına almak.

Eşek cilvesi: Kaba davranışlar ile gösterilmeye çalışılan naz.

Eti erimek: Utanılacak bir duruma düşmeyeyim diye sürekli üzülmek.

Eteğini göstermez:  Namuslu bir kadındır, bu konuda çok titizdir.

Etekleri tutuşmak: Çok telaşlanmak.

Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek.

Eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır: Hiçbir gelişme gösteremez.

Eteği belinde: Çalışkan kadın.

Eteği ayağına dolaşmak: Şaşkınlaşarak işleri karıştırmak.

Eti budu yerinde: Şişman değil ama zayıf da değil , iyi bir kiloda.

Eteğine yapışmak:  Birinin koruyuculuğundan  ve yardımından yararlanmaya çalışmak.

Et can tutmamak: Şişmanlayamamak.

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Uzunca bir zaman dövmek.

Eşek kadar olmak: Aklı erecek kadar büyümüş olmak.

Eşek başı mıyım?: Yetkili olan ben değil miyim?

Eşiğine yüz sürmek: Birinin katında saygı ile eğilmek.

Etek silkmek: Tiksinerek uzaklaştığını bildirmek.

Et bağlamak: Yarayı taze et ile bağlamak.

Evlere şenlik: Beğenilmeyen, olumsuz görülen bir durum karşısında söylenilir.

Evlat acısı gibi içine çökmek: Çok üzülmek.

Eve hırsız girdikten sonra kapıya kilit vurmak: Önceden alınması gereken  önlemi, zarar gördükten sonra almak.

Evcilik oynamak: Ev işlerini taklit ederek oynamak.

Eveleyip gevelemek: Anlaşılmayacak biçimde konuşmak.

Evde kalmak: Yaşı ilerlemesine rağmen evlenememek.

Evinde elek dönmemek: Çok fakir olmak.

Ev yıkmak: Eşleri birbirinden ayırmak.

Etrafında dört dönmek: Birinin yanından ayrılmamak.

Evlerden ırak: Dilerim kimsenin başına böyle bir şey gelmesin.

Evdeki hesap çarşıya uymamak: İşin planladığı gibi olmaması.

Evi sırtında: Taşınmaya her zaman hazırım.

Eveleyip gevelemek: Anlaşılmayacak biçimde konuşmak.

Etrafını almak: Çevresini kuşatmak.

Etken yiyip kemikken atmak: İşe yaradığında sahiplenip kötüleşince dışlamak.

Et tırnak olmak: Birbirinden ayrılmaz kişiler olmak.

Eti senin, kemiği benim: Çocuğumu eğitmek için istediğin şekilde eğitim verebilirsin.

Etliye sütlüye karışmamak: Kimsenin tarafını tutmamak, akımlardan uzak durmak.

Evli evine, köylü köyüne: Artık herkes evine gitsin, işine gitsin daha kimseyi çekemem.

Ezilip büzülmek: Utangaç davranışlarda bulunmak.

Eyer vurmak: Hayvanın sırtına eyer koyup bağlamak.

Evvel emirde: İlk olarak, öncelikle.

 Evvel ar idi, şimdi kâr oldu: Bir dönem herkes tarafından ayıp olarak karşılanan davranışı şimdi herkes  sergiliyor.

Eyere de gelir semere de: İnce işler için de kaba işler için de kullanılabilir.

Eyvallah demek: Kabul etmek.

Ezbere iş görmek: Gerekli bilgiyi almadan, incelemeden iş yapmak.

Eyer boşaltmak:  Saldırıları boşa çıkaracak önlemi almak.