Y Harfi İle
İlgili Deyimler ve Anlamları
Ya devlet başa, ya kuzgun leşe:
Öyle bir işe giriştim ki ya beğenilecek
bir duruma gelirim ya da batarım.
Ya dayak yememiş, ya saymayı
bilmiyor: Durum bu iki olasılıktan birinin gerçekleşmemiş olduğunu gösteriyor.
Yağ bal olsun: Yediği şey yarasın.
Yağ çekmek: (Yağcılık etmek): Birini dalkavukça övmek.
Ya herru ya merru: Ya batarız, ya
çıkarız.
Yağ mı yoğurttan çıkar yoğurt mu
yağdan, göreceğiz: Hangimizin üstün olduğunu göreceğiz.
Ya sabır çekmek: Üzücü ya da
sinirlendirici durumda sabırlı olmaya çalışmak.
Yabana atmak: Önem vermemek.
Yağ bağlamak: Semirmek.
Ya bu deveyi gütmek ya bu diyardan
gitmek: Bu işi yapmaması halinde bulunduğu yeri gitmek.
Ya deveci ya deveci (deve üstündeki
hacı): Gelecek için verdiğim sözden korkmuyorum.
Ya dayak yememiş ya saymayı bilmiyor: Durum bu iki olasılıktan birinin
gerçekleşmemiş olduğunu gösteriyor.
Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi
olmak.
Yapma yok: Kolay elde edilecek şey.
Yakasından inmek: Musallat olmaktan
vazgeçmek.
Yağlıymış it kaptı, sıcakmış geri
bıraktı: Tamamlayacakmış gibi birinin sözünü kesen ama tamamlayamayan kişinin durumu
Yaka paça götürmek: Birini tutup zorla
götürmek.
Yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya kaldırmak: Çıkarın olduğu yere
yönelmek.
Yağma yol: Kolayca elde edilecek
şey değil.
Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak:
Bir tehlikeden kaçarken daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalmak.
Yakadan geçirmek: Evlatlık olarak
almak.
Yaka silkmek: Bıkmak.
Yağmur yağsa yaş görmez, dolu olsa
taş görmez: Zarar görmeyecek kadar güvende.
Yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya kaldırmak: Çıkarın olduğu yere
yönelmek.
Yabana atmak: Önem vermemek.
Yağ bulamaz aşına, fesleğen sokar
başına: Yoksul olmasına rağmen zengin gibi davranıyor.
Yan bakmak: Küçümseyerek veya düşmanca bakmak.
Yalvar yakar olmak: Çok yalvarıp yakarmak.
Yan basmak: Aldanmak./ Dürüst
davranmamak.
Yan çizmek: Bir işten kaçmak.
Yan yatmak: Yana doğru eğilmek.
Yan gelip yatmak: Yapılacak işleri
bırakıp rahatına bakmak.
Yan yattı çamur battı demek:
Yapılmayan iş için sudan sebepler ileri sürmek.
Yanağından kan damlamak: Çok sağlıklı olduğu yüzünden belli olmak.
Yanıp tutuşmak: Büyük bir tutku
içinde olmak.
Yanından bile geçmemiş: O şeyle hiç ilgisi yok.
Yangından mal kaçırır gibi: Bir
işte yersiz telaş ve acelecilik göstererek, o işi herkesten saklamaya çalışmak.
Yanına bırakmamak: Cezasız bırakmamak.
Yakışık almamak: Uygun düşmemek.
Yalayıp yutmak: Önündeki yiyeceği kırıntılarına varana dek yiyip bitirmek.
Yalan çıkmak: Bir haber ya da sözün yalan olduğunun anlaşılması.
Yalan yere: Gerçeğe uygun
olmayarak.
Yalancısı olmak: Başkasından duyduğu bir yalanı söylemek.
Yapmak varmış: O
fırsatı kaçırdık.
Yaş dökmek: Ağlamak.
Yaş tahtaya basmamak: Bir işte uyanık davranarak aldanmamak.
Yasak savmak: Bir işi hatır için ve gönülsüzce yapmak.
Yarından tezi yok: Hemen yarın.
Yarım ağızla söylemek: Gönülsüzce söylemek.
Yaraya merhem olmak: Zorunlu ihtiyacı karşılamak.
Yarım elma gönül alma: Az da olsa elindekini paylaşarak
karşısındakini sevindirme.
Yarasız yere kurt düşürmek: Hiçbir sebep yokken sıkıntı,
üzüntü yaratmak.
Yaramışlık satmak: Bir işi, birinin hoşuna gitsin diye
yapmak.
Yarımı yemez, bütüne kıymaz:
Kötüyü beğenmediği için , iyiye de
kıyamadığı için bunlardan yoksun kalır.
Yas tutmak: Büyük bir acı yaşadığını davranışlarıyla belli
etmek.
Yara işlemek: Yara kapanmayıp akıntısı sürmek.
Yaradana sığınıp bir iş yapmak: Tüm gücünü kullanarak bir iş
yapmak.
Yanlış kapı çalmak: İstekte bulunmak için ilgisiz bir yere başvurmak.
Yanıp yakılmak: Derdini döküp sızlanmak.
Yapmadığı kalmamak: Kendine zararlı olan birçok iş
yapmak../ Başkalarına türlü sıkıntılar
vermek.
Yavaş gel: O denli yüksekten atma!
Yaya kalmak: İş yapamaz duruma
gelmek.
Yazboz tahtasına çevirmek: Arka arkaya birbirini tutmayan kararlar
almak.
Yazıklar olsun!: Seni kınıyorum!
Yatırım yapmak: İleride sağlamayı düşündüğü çıkarı için ortam hazırlamak.
Yatalık etmek: Suçluyu gizlice evinde barındırmak.
Yatağa düşmek: Yatacak düzeyde
hastalanmak.
Yaşı benzemesin: O genç öldü, Allah yaşıtı olan bu genci korusun.
Yaşını başını almış: Yaşı oldukça ilerlemiş.
Yaşını içine akıtmak: Acısını sezdirmemek.
Yaşı başı ne?: Daha küçük ve
tecrübesiz.
Yaya kalmak: İş yapamaz duruma
gelmek.
Yaygarayı basmak: Önemsiz sebeplerle bağırıp çağırmak.
Yazık olmuş atlasa, yamalanmış
yalaza: Değersiz bir şeyi, değerli bir
şey ekleyerek iyileştirmeye çalışmış.
Yazıya dökmek: Konuşulan ya da
düşünülen konuyu yazmak.
Yediden yetmişe: En küçüğünden en
büyüğüne kadar herkes.
Yedi kat yabancı: Hiçbir yakınlığı
bulunmayan.
Yedi denizin dışarı attığı: Hiçbir
çevrede kendisine yer verilmeyen.
Yedi kubbeli hamam kurmak: Büyük
düşler kurmak.
Yedi iklim dört bucak: Bütün dünya.
Yazıya dökmek: Konuşulan ya da
düşünülen konuyu yazmak.
Ye kürküm ye: Bu saygı kişiliğime
değil, giyim ve kuşamıma.
Yedeğe almak: Birini bindiği hayvan üzerinde arkasına
almak.
Yediği naneye bak: Şu yaptığı
uygunsuz işe bak!
Yediği önünde yemediği ardında:
Bolluk içinde.
Yel ese eyyam ola: Uygun koşullar ortaya çıkar diye boşuna
bekliyoruz.
Yel gelir derede, sel gider
tepede: Olmayacak yerde, akla gelmeyecek
tehlikelerle karşılaşır.
Yer bulmak: Oturacak yer sağlamak.
Yeni baştan: Bir kez daha baştan.
Yer altında olmasın da dağ ardında
olsun: Sağ olsun da varsın uzakta olsun.
Yenilir yutulur gibi değil: Çok ağır söz.
Yemin etsem başım ağrımaz: Gerçek olduğuna korkmadan yemin ederim.
Yel üfürdü, sel götürdü: Hiçten sebeplerle telef oldu.
Yel yepelek yelken kürek: İvedilik ve telaşla.
Yeldim yeldim yele verdim, emeğimi
sele verdim: Çalışıp uğraşmam boşa
gitti.
Yelkenleri suya indirmek: Direnmekten vazgeçmek.
Yeme de yanında yat: Çok lezzetli
bir yemek.
Yemin etsem başım ağrımaz: Gerçek
olduğuna korkmadan yemin ederim.
Yem dökmek: Avlanacak hayvanı bir
yere çekmek için yiyecek dökmek./
Aldatabilmek için inanç verici davranışta bulunmak.
Yelkenleri suya indirmek:
Direnmekten vazgeçmek.
Yele vermek: Boşuna harcamak.
Yer almak: Kimi kişiler arasında
bulunmak.
Yer cücesi: Ufak tefek kurnaz kişi.
Yer demir gök bakır: Hiçbir yerden
yardım görme umudu ve olanağı yok.
Yerinde yeller esmek: Artık yerinde
olmamak.
Yerinden su mu çıktı: Yerinden
ayrılması için zorunluluk yokken niye ayrılıyor.
Yerinde duramamak: Eyleme geçmek
için acele etmek.
Yeri yurdu belirsiz: Serseri.
Yere bakan yürek yakan: Sinsi bir
şekilde kötülükler yapan.
Yerden alıp gökte yemek: İçimizden
biri olduğunu unutarak herkesi küçümsemek.
Yer etmek: Yerleşip kalmak.
Yer öpmek: Büyük bir saygı
gösterisi olarak yere kapanmak.
Yer tutmak: Yer kaplamak. / Yer
ayırmak./ Önemli olmak.
Yer vermek: Önemini belirtmek./ Bir
olaya yol açmak.
Ye yerinden oynamak: Bir olayın
toplumda büyük tedirginlik yaratması.
Yer demir gök bakır: Hiçbir yerden yardım görme umudu ve olanağı
yok.
Yerinden olmak: İşi, yeri elinden gitmek.
Yerinden oynamak: Bulunduğu yerden ayrılmak.
Yerine geçmek: Görevinden ayrılan birinin yerini almak.
Yerine getirmek: Gereğini yapmak.
Yıldırımları üstüne çekmek:
Davranışlarıyla birçok kişiyi kızdırmak.
Yıldırımla vurulmuşa dönmek: Ansızın aldığı kötü bir haber ile sarsılmak.
Yılanı koynunda beslemek: Bir yakınından ihanet görmek.
Yeter ki: Şu koşulla ki.
Yeşil ışık
yakmak: Bir işin yapılmasına izin
vermek.
Yıkıldığımız aramıyorum, ayağı
ayağıma dolaşıyor: Kötü duruma düşmesi beni ilgilendirmez ama bana zararı
dokunuyor.
Yeşil ışık yakmak: Bir işin yapılmasına izin vermek.
Yerle bir etmek: Yapıyı yıkıp yere indirmek.
Yeşilden yemek: Olgunlaşmamış ürünü
bak benim olgunlaşmamış ama olacak ürünüm var diyerek onu karşılık gösterip
borç para almak.
Yerine koymak: Onun yerini koymak,
ona nasıl baktıysa buna da gözü gibi bakmak.
Yerinde yeller esmek: Artık yerinde
olmamak.
Yerin dibine geçmek: Çok utanmak.
Yıldızı parlamak: Ün kazanmak.
Yıldızı sönmek: Ününü yitirmek.
Yıldızları barışık olmak:
Birbirleriyle iyi anlaşır olmak.
Yıldıza kement atmak: Yapılamaz işi
yapabilecek becerisi olmak.
Yiyim yeri yapmak: Birini ya da bir
yeri sömürme yeri durumuna getirmek.
Yiyip bitirmek: Sürekli tedirgin edip hırpalamak.
Yiğit hoş, yancık boş: İyi
delikanlı ama parasız.
Yiğitlik sende kalsın: O bunun
kıymetini anlamasa bile, sen özveri göster.
Yoğurt çalmak: Maya karıştırarak yoğurt yapmak.
Yok devenin başı: Çok abartıyorsun.
Yok satmak: Çok satılan bir malı
isteyenlere “kalmadı “ demek.
Yok yok: Her şey var.
Yol açmak: Öncülük etmek./ Neden
olmak.
Yola çıkmak: Bir yere gitmek
için bulunduğu yerden ayrılmak.
Yol almak: Yolda ilerlemek.
Yol aramak: İstenen sonuca
götürecek olanağı aramak.
Yol kesmek: Yolcuları zor kullanarak durdurup soymak.
Yol göstermek: Kılavuzluk etmek.
Yol etmek: Bir yere sıkça gitmek.
Yol görünmek: Yolculuk etmek gerektiği anlaşılmak.
Yola düşmek: Bir yere gitmek üzere
yola çıkmak.
Yola getirmek: Ters tutumu düzeltmek.
Yol olmak: Bir davranış
başkalarınca da tekrarlanacak duruma
gelmek.
Yol vermek: Geçmesine izin vermek.
/ İşten çıkarmak.
Yola yatmak: Nasihat dinlemek.
Yol tutmak: Yaşamını kendine göre bir düzen içersinde
devam ettirmek.
Yol yakınken: İş işten geçmeden.
Yoldan çıkmak: Düzenli giden gidişten ayrılmak.
Yoldan kalmak: Çıkacağı yolculuğun gecikmesi.
Yollara düşmek: Önemli bir problemi çözmek için yola çıkmak.
Yolu tutmak: Yolda kimseyi
geçirmeyecek bir düzenleme yapmak.
Yolun açık olsun: Yolda bir sorunla karşılaşmamanı dilerim.
Yoluna girmek: İşin istenen biçimi
alması.
Yolunu gözlemek: Gelmesini beklemek.
Yorgunu yokuşa sürmek: Yapılması
zaten güç olan bir işi daha da zorlaştırmak.
Yolunu kesmek: Önünü kesmek.
Yolunu bulmak: Çözümü getirecek bir biçimi oluşturmak.
Yolunu sapıtmak: Doğru yoldan
ayrılmak.
Yorgan gitti, kavga bitti: Anlaşılmazlık nedeni ortadan kalktı.
Yorgunluğunu çıkarmak: Yorgunluğunu
unutturacak sevinçli bir sonuç almak.
Yukarıdan almak: Karşılıklı
görüşmede, karşı tarafa ağır önerilerde bulunmak.
Yukarıdan aşağı süzmek: Birini tepeden tırnağa eleştirel gözle
süzmek.
Yumağını büyütmek: Varlığını
çoğaltmak.
Yumruk kadar: Küçük çocuk. /
Yumruğun büyüklüğüne yakın büyüklükte nesne.
Yumurta kapıya gelmek: Yapılacak iş
için zamanın çok daralması.
Yuvarlanıp gitmek: Eldeki
imkanlarla yaşamı sürdürmek.
Yuvasını yapmak: Birine gereken ceza veya cevabı vermek,
hakkından gelmek.
Yük altına girmek: Ağır bir görev
üstlenmek.
Yük kaldırmak: Birçok kişinin
yapacağı işi yaparak işi hafifletmek.
Yüksek perdeden konuşmak: Yüksek
sesle konuşmak.
Yükünü tutmak: Çok para kazanmış
olmak.
Yükünü almak: Taşıyabileceği en ağır
yükü yüklenmiş olmak.
Yükten hafif pahada ağır: Taşınması
kolay olan değerli eşya.
Yükseklerde dolaşmak: Kolayca elde edilemeyecek şeyler istemek.
Yükün altından kalkmak: Ağır bir
işi başarmak./ Gördüğü iyiliğin karşılığında bir şeyler yapmak.
Yük olmak: Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak./
Ödemesi gereken parayı başkasına ödetmek.
Yüreği ağzına gelmek: Birdenbire çok korkmak.
Yüreği cız etmek: Ansızın içi
sızlamak.
Yüreği çarpmak: Aşırı heyecan
nedeniyle yüreği hızla çarpmak.
Yüreği dayanamamak: İçinde katlanılması güç bir acı duymak.
Yüreği kabarmak: Sıkıntıya girip
derin soluk alma ihtiyacı duymak.
Yüreği kalkmak: Korkup
heyecanlanmak.
Yüreği kararmak: İçine sıkıntı
çökmek.
Yüreğine inmek: Ansızın ölmek.
Yüreğinin şişini indirmek: Bağırıp çağırarak öfkesini dindirmek.
Yüreğine soğuk su serpilmek: Sıkıntıdan kurtularak rahatlamak.
Yüreği oynamak: Birden heyecanlanmak.
Yüreği serinlemek: Üzüntüsü
hafiflemek.
Yüreği soğumak: Öç alarak rahatlamak.
Yüreği yağ bağlamak: Büyük kıvanç
duymak.
Yüreği yanmak: Büyük bir yıkıma uğramak.
Yürürlüğe girmek: Uygulanmaya başlamak.
Yüz bulmak: İlgi ve yakınlık
görmek.
Yüz bulunca astar istemek: İlgiden
dolayı şımarmak.
Yüz çevirmek: Ona karşı gösterdiği
ilgiyi kesmek.
Yüz etmek: Alacaklısını borçlusuna
havale etmek.
Yüz geri etmek: Geri dönmek.
Yüz göz olmak: Senli benli olmak.
Yüzünden düşen bin parça: Canının
çok sıkıldığı yüzünden belli olan.
Yüzünden akmak: Ne durumda olduğu yüzünden belli olmak.
Yüzü yok: Kusurundan dolayı bir şey
istemeye utanıyor.
Yüzü sirke satmak: Yüzünden
hoşnutsuzluğu anlaşılmak.
Yüzü görmemek: Rahat durumdan uzak
kalmak.
Yüzü gözü açılmak: Çevresini ve
dünyayı anlamaya çalışmak.
Yüzü gülmek: Neşelenmek.
Yüzü sıcak ekmeğe gülmemek: En mutlu anında bile yüzü asık olmak.
Yüzü eşek derisi: Utanmaz.
Yüzsuyu dökmek: Kendini zorlayarak
yalvarmak.
Yüze yüze kuyruğuna getirmek: Bir
işi bitirecek duruma gelmek.
Yüze gülmek: Yapmacıklı güler yüz
göstermek.
Yüze çıkmak: Yüzsüzleşmek.
Yüz yüze bakmak: Karşılıklı
ilişkileri sürmek.
Yüz tutmak: Olma yönünde ilerlemek.
Yüz sürmek: Saygı gereği birinin
ayağına doğru yüzünü sürercesine eğilmek.
Yüz surat hak getire: Yüzünü asmış
durumda.
Yüzüne bağırmak: Birine karşı
saygısızca bağırmak.
Yüzüne bakılır: Çirkin sayılmaz.
Yüzüne bakmamak: Darılıp küsmek.
Yüzüne bak, sütünü ona göre sağ:
Durumunu gördükten sonra özveri bekle.
Yüzünü kara çıkarmak: Birinin, savında yanıldığını ortaya koyarak
utandırmak.
Yüzüne gelmemek: Suçunu yüzüne
karşı söylememek.
Yüzüne gözüne bulaştırmak: Yapmakta
olduğu işi becerememek.
Yüzüne kan gelmek: Rengi, sağlığı
yerine gelmek.
Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor
sanır: Çok arsız ve onursuz.
Yüzünü ekşitmek: Yüzüne
sevinmediğini gösteren bir anlam vermek.
Yüzünü gören cennetlik: Hiç
görünmüyor.
Yüzünü ağartmak: Yaptığı işle
birine övünç kazandırmak.
Yüzüne vurmak: Suçunu yüzüne karşı söylemek.