Deyimler Ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deyimler Ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Tane Deyim ve Anlamları

 

20 Tane Deyim ve Anlamları


1) Kendini bırakmak: Artık vücuduna ya ya da giyim kuşamına dikkat etmemek, özen göstermemek anlamında kullanılan deyimdir.

2) Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkasıyla birlikte kararlaştırılması gereken işi kendi başına tasarlayıp olmuş saymak.

3) Ekmek elden, su gölden: Çalışamadan başkasının kazancı ile beslenen kişiler için kullanılır.

4) Benim gönlüm öküz ile danada, onun gönlü rastık ile kınada: Ben zorunlu ihtiyaçlarla uğraşırken, o süs ve eğlence peşinde söylenmiş deyimdir.

5) Dili damağı kurumak: Çok konuşmaktan ya da susamaktan ağzı kurumak.

6) Dili ağırlaşmak: Güç konuşur duruma düşmek.


7) En akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor: Hepsi birbirinden budala anlamında kullanılan deyimdir.

8) Eme seme yaramamak: Takdir edilmemek

9) Elini oynatmak: İşi çabuk yapmak

10)Gayretine dokunmak: Eleştirilere kızarak yapamayacağı sanılan işi başrmaya girişmek

11) Gönül eğlendirmek: Geçici bir sevgi göstererek hoşça zaman geçirmek

12) Gömleğinden geçirmek: Birini evlat edinmek

13) Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak

14) Gözüm görmesin: Onu görmek istemiyorum.

15) Hem camide hem kilisede mum yakmak: İkiyüzlülük etmek


16)  Hayatını yaşamak: Dilediği gibi yaşamak

17)  İş bilem: Becerikli olmak

18) İp ipullah sivri külah: Malı ve mülkü olmayan, çocuğu olmayan kişiler için kullanılan deyimdir.

19)  Kapı dışarı etmek: Kovmak

20) Kana susamak: Öldürme hırsı içinde olmak.

El İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 

El İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 

El ile ilgili çok sayıda atasözleri bulunur. Bu atasözleri şunlardır:

Ellerin dert görmesin:   Allah senden razı olsun, hiçbir sıkıntın olmasın.

Elinle ver, ayağınla ara: Ödünç aldığı şeyi vermekte gecikenler için kullanılan bir deyimdir.

El ermez, güç yetmez: Bir iş karşısındaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanılır.

Eli geniş: Geçimi yolunda olan, cömert.

Eli işe yatmak: Becerikli, eli uz olmak.

El açmak: Dilenmek

El bebek gül bebek: Şımarık, naz yapan.

 

El çekmek: Vazgeçmek

El değmemiş: Hiç kullanılmamış

El kaldırmak: Karşı gelmek, el ile vurmaya kalkışmak veya vurmak.

Elden ağza yaşamak: Günlük kazancı ancak günlük gereksinmesini karşılayacak kadar olmak.

Eli para görmek: Eline para geçmek.

Eline eteğine doğru: Temiz, her türlü kötülükten uzak olan.

Elini ayağını öpeyim: Çok yalvarırım, ne olur bağışla.

Eline kalmak: Ondan başka yardımcısı olmamak.

Eline eteğine sarılmak: Çok yalvarmak

 

Elinden iş çıkmamak: Çabuk iş görememek

Elinden tutmak: Yardım etmek

El kadar: Küçücük

Eli boş gelmek: Umulan şeyi getirmeden gelmek.

 

Elde avuçta bir şey kalmamak: Hiç malı, parası kalmamak.

El uzatmak: Bir iş için uzun süre uğraştırmak

El vermek: Yardım etmek

Ele alınmaz: Çok berbat

Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek, baskı altına alınamamak.

Ele güne karşı: Herkese karşı

El vurmak: Birini çağırmak için iki elini birbirine vurmak

Elde kalmak: Harcanmayarak, satılmayarak, yitirilmeyerek ya da kullanılmayarak yerinde durmak.

Elden çıkarmak: Bir şeyin sahipliğini başkasına geçirmek, satmak.

Elden almak: Bir malı pazara çıkarılmadan sahibinin elinden satın almak.

Elden düşme: Az kullanılmış ve sahibinin elinden ucuza alınmış (eşya).

 

Elden geçirmek: Noksanlarını ya da bozukluklarını gidermek üzere eliyle kontrol etmek.

Ele alınır: Oldukça iyi, işe yarar.

Ele vermek: Suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak.

Eli ayağı düzgün: Vücutça kusursuz.

Eli bayraklı: Şirret, edepsiz, kavgacı.

Eli ayağı tutmak: Vücut gücü oldukça yerinde olmak.

Eli sopalı: Zorba.

 

Elinden bir sakatlık çıkmak: Kaza yapmak, birine istemeyerek zarar vermek.

Elini kolunu sallaya sallaya gezmek: Pervasızca, kimseden çekinmeden dolaşmak.

Ellerde gezmek: Elden ele dolaşmak.

Ellerim yanıma gelsin: "Allah canımı alsın!" anlamında bir inandırma sözü.

Melek Kavramı İle İlgili Deyimler

 Melek Kavramı İle İlgili Deyimler



Bir dini anlamda melek vardır ve bir de iyi insan, temiz kalpli insanlar için melek kavramı kullanılır.

Melek kelimesi ile ilgili günlük yaşamımızda kullandığımız deyimler şunlardır:

Melek yüzlü şeytan: Kimi insanlar vardır ki dış görünüşünde baktığında çok masum ve insana güzel görünürler. Böyle insanlardan kötülük gelmez zannedersin ve onlardan hep iyilik beklersin. Aslında melek yüzlü gibi görünen insanın kalbi kötüdür ve hiç de iyi göründüğü gibi iyi ve merhametli bir insan değildir.  İçten pazarlıklı ve sizin kötülüğünüzü isteyen şeytanlar gibidir böyle insanlar. İşte böyle kimseler için  melek yüzlü şeytan deyimi kullanılır.

Melek gibi:  İçinde hiç art niyeti olmayan, herkese karşı iyilik düşünen ve kalbinden en ufak bir sinsiliği dahi geçirmeyen kimseler için melek gibi tabiri kullanılır.

Melekler gibi uyumak:  İnsan uyuduğu zaman savunmasız olduğu için kimseye zararı olmaz.  Bir diğer anlamı ise  melekler kadar güzel olduğu için melekler gibi uyuyordu da denilebilir.

 Kanatsız melek: İslam dininde melekler Yüce Allah’ın yarattığı kanatları olan kimselerdir. İnsani ilişkilerde ise  masum olan, iyi niyetli kimseler için kanatsız melek ya da neredeyse melek gibi bir kanadı eksik denilir. Çünkü böyle insanlar toplum tarafından masum ve insan gibi insanlardır. Dürüst, içten ve samimi insanlar için kanatsız melek deyimini kullanırız.

Melek gibi kalbi olmak, iyilik meleği, melek yüzlü tabirler kullanılır.

 

D Harfi İle İlgili Tüm Atasözleri ve Anlamları

 D Harfi İle İlgili Tüm Atasözleri ve Anlamları


Dağ dağ üstüne ev olur, ev ev üstüne olmaz:  Dağları birbirinin yüküne dayanırlar ama insanlar birbirinin yüküne dayanmazlar. Onun için herkes kendi evinde oturmalı, kimse kimseye yük olmamalıdır.

Dağ başı dumansız olmaz: Dağların zirveleri nasıl dumansız olmazsa toplumdaki yöneticilerin de önder kişilerin de başı sorunsuz olmaz.

Dağ başında bağın var, yüreğinde dağın var:  Dağ başında bağ olması sahibini devamlı endişe içinde koyar çünkü oradaki bağ her türlü tehlike ile karşı karşıyadır. Korumakla yükümlü olduğumuz şeyler gözden uzak tutarak kendimize dert etmemeliyiz.

Dağ başında harman yapma savurursun yel için, sel önüne değirmen yapma öğütürsün sel için: İşimizi uygun yere kurmalı ve bize yararı olacak şekilde yapmalıyız.

Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur: Ne kadar uzak düşmüş olursa olsunlar , insanlar günün birinde birbirleri ile karşılaşabilirler. Dağlar hareket edemedikleri için kavuşamaz.

Dağ başına kış, insan başına iş gelir: Dağlar kışsız geçmez, insan hayatı da olaysız geçmez.

Dağda, belde gez, insafı elden bırakma: Dağda yaşama zorunluluğu olan kişi bile insaflı olmalıdır. Hangi  koşullarda olursak olalım merhametimizi, vicdanımızı asla yitirmemeliyiz.



Dağ ne kadar yüce olsa, yol üstünden geçer: Ulaşılamayacak dağ yoktur. Kibirli olmamalı, kendimizi erişilmez, ulaşılamaz bir olarak görmemeliyiz.

Dağ kuşu dağa, bağ kuşu bağa yakışır: Her şey yerinde güzel ve mutludur. Yerinden uzaklaştırıldığı zaman  çekiciliğini kaybeder.

Dağ yürümezse abdal yürür: Dağ yürümez fakat abdal gezdiği için yürür, dağdan daha selam götürür. Büyük kişiler , ilişkilerini yönetimlerindeki  güvenilir adamları ile devam ettirirler.

Dağ yıkılmazsa dere olmaz: Büyük şeylerin geçirdiği sarsıntılardan , küçük şeyler daha çok etkilenir, yok olur.

Dana büyür ama çulu büyümez: Dana büyür, gelişir ama onu koruyan çulu değişmez. Saygın kimselerin de  ünleri zamanla büyür ama çevrelerinde bir değişiklik olmaz.

Damlaya damlaya göl olur: (Damlacıktan sel olur): Tek başına bir anlamı olmayan damlacıkların çoğalması  bir su birikintisine neden olur. Elimizdeki küçük yatırımları küçümsemeden , ileride kullanmak üzere biriktirmeliyiz. Bu birikim sayesinde ileride  çok önemli gereksinimlerimizi karşılayabiliriz.

 Dana oynar, mıhını berkitir: Danaya nal, mıh çakılmaz ancak büyüdükten sonra çakılır. Hiç bir şeyi zamanı gelmeden yapmamak gerekir.

Dana yediği taşı bilir: Dana bostana dalınca taşlanır ve o  acıyı tadınca bir daha aynı hatayı yapmaz. Herkes çektiği acıyı kendi bilir ve ve bir başkasının onu anlaması güçtür.


Dağlar her zaman misafir almaz:  Dağlara ancak sıcak mevsimlerde çıkılır.

Dağda gezen ayıya da rastlar, kurda da: Toplum içinde her türden insan vardır.

Dağına göre odun, sapına göre saman olur: Herkes yeteneğine ve gücüne göre bir iş yapar, bir şeyler üretir.

Damdan düşen, damdan düşenin halinden anlar: Damdan düşenler, aynı acıyı ve sıkıntıyı yaşadıkları için, birbirlerini daha iyi anlarlar. Aynı durumu yaşayanlar birbirini daha iyi anlar.

Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz: Her iş yeterli araç ve gereç ile gerçekleşir.

Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan: Karşılıklı ilişkiler her iki tarafında iyi niyeti ile gerçekleşir.

Davacın kadı ise yardımcın Allah olsun: Kadı, davayı gören kişi olduğu için, davacı olduğu kişiyi cezalandırır. Yani kadı kişisel çıkarını düşünür. İnsan yetkilerini kişisel çıkarları için kullanmamalıdır.

Davulun esi uzaktan hoş gelir: Hiçbir şey göründüğü kadar kolay elde edilemez.

Dedesi koruk yemiş, torunun dişi kamaşmış: Bir ailede öncekilerin kötü davranışları sonrakilere de geçer. Çocuklarımıza kötü alışkanlıklar kazandıracak davranışlardan kaçınmalıyız.

Danışan dağı aşmış, danışmayan düz ovada şaşmış: Danışan yolda kalmaz, danışmayan ise yolda kalır. Bilmediğimiz şeyleri başkalarına, bilenlere danışmalıyız.

Davul, dengi dengine diye çalar: Davul iki yanına da vurularak çalınır. Dengimizle birlikte olmalı, yaşamımızı onunla sürdürmeliyiz.

Deli arlanmaz, soyu sopu arlanır: Deli ne yaptığını bilmediği için , sonuca da  aldırmaz, olumsuz durumlarda etkilenen ve üzülen ise ailesi olur.

Değirmene dadanan  köpek, dere sıyırtır: Değirmenden aldıkları ile karnını doyurmaya çalışan köpek, korkuyu görünce kaçar.

Değirmene kıtlık gelmez: Yiyeceklerin öğütüldüğü yer olan değirmende kıtlık zamanlarında bile aranan  şey bulunur. İşini doğru ve zamanında yapan kişi aç kalmaz.

Değneyi yiyenle sayan bir değil: Değnekle dayak yiyen, doğal olarak sayandan çok acı çeker. Sorunu yaşamadan, yaşayan kadar bilemeyiz.

Demir ıslanmaz, deli uslanmaz: Demiri ıslamak, deliyi de uslandırmak olanaksızdır. Deli ve aptalca davranış sergileyen kişilerin olgunlaşması olanaksızdır.

Delilsiz cennete bile girilmez: Her isteyen değil, yaptığı iyiliği kanıtlayan cennete girebilir. Kişinin istediği şeye ulaşması için bir yol göstereninin olması gerekir.

Deli ile çıkma yola, başa gelir her türlü bela: Bilinçsiz kişiler ile yola çıkıldığında, insanın başı dertten kurtulmaz. Başımıza iş açmamak için, akıllı kişiler ile yola çıkmalıyız.

Deli ile devletli bildiğini işler: Delinin de güçlünün de korkacağı bir şey olmadığı için her ikisi de istediğini yapar.

Deli deliyi  görünce çomağını saklar: Her deli, kendinden daha deli olandan korkar.

Deniz dalgasız, gönül sevdasız olmaz: Yapıları gereği, denizden dalgasız , insan yüreği de sevgisiz olmaz.

Demir nemden, insan gamdan çürür: Demiri nem çürütür, insanı da keder yorar. Kendimize her şeyi dert etmemeliyiz.

Dertsiz baş, yarasız ağaç olmaz: Her insanın kendinde sorunu, her ağacın da kendince yarası olur.

Denize düşen yılana sarılır: Zor durumda kalan kişi, hiç sevmediği kişiden bile yardım ister.

Demir tavında dövülür: Bir iş zamanında yapıldığı zaman istenilen sonuç alınır.

Dert gider ama yeri boş kalmaz.: Bir dert bitince başka bir dert başlar.

Dert ağlatır, aşk söyletir: İnsanların, sorunlarını paylaşacak dostlara ihtiyacı vardır.

Dert, çekene göredir: Dert insanın dayanabilme gücüne göre farklılık gösterir. Kimileri derdi daha ağır yaşar, kimileri de daha hafif atlatır.

Deveye burç gerekirse boynunu uzatır: İhtiyaçlarımızı başkalarını kullanarak değil, kendi emeğimiz ve gücümüz ile elde etmeliyiz.

Deveye bindikten sonra çalı ardına saklanılmaz: Herkesçe bilinen şeyleri saklamak, boşuna çaba harcamak demektir.

Deve büyüktür ama beşini bir eşek yeder:  Fiziksel gücün, beyinsel güç karşısında hiçbir anlamı ve etkisi yoktur.

Dervişin fikri neyse, zikri de odur: Düşüncelerimizi saklayıp arkadan konuşmaktansa, yüze söyleyip dürüst olmalıyız.

Deve çökecek yeri bilir: Kişiliği oturmuş biri, nerede bulunması gerektiğini bilir.

Deve, Kabe’ye gitmekle hacı olmaz: Hak etmeyen birine hangi görev verilirse verilsin, kişiliği değişmez.

 Devlet adama ayağıyla gelmez: Durup dururken varlık sahibi olunmaz, önce çalışmak, üretmek gerekir.

Deveyi yardan atan bir tutam ottur: Açgözlü edip tehlikeli işlere girişmemeliyiz. Yoksa bunun bedelini hayatımız ile ödeyebiliriz.

Devletli yanını kaşısa, fukara para verecek sanır: Yoksullar, zengin olanın her davranışından  kendilerine yardım edeceğini sanırlar.

Devlet oğul, mal tahıl, mülk değirmen: Köylü toplumlar için oğul, tahıl ve değirmen iş yapmak için  temel ögelerdir. İşe başlamadan önce, o iş için gerekli araç ve gereçlerimizi sağlamalıyız.

Diken battığı yerden çıkar: Sıkıntı ve dertlerimizi, nedenlerini bularak giderebiliriz.

Dil, ağrıyan dişe gider: İnsanlar yalnız kendilerini tedirgin eden şeylerle ilgilenirler, başka sorun olmadığını sanırlar.

Dilencinin torbası dolmaz: Dilenci, bulduğu ile yetinmez.

Dilenci bir olsa, şekerle beslenir: Birden çok fakire bakıp onları beslemek zordur.

Dilencinin hakkından dolandırıcı gelir: Dolandırıcı her önüne geleni dolandırır.

Dile gelen ele gelir: Düşünülen ve üzerinde çalışılan şeye er ye da geç kavuşulur.

Dil ile düğümlenen diş ile açılmaz: Patavatsızca söylenen kırıcı sözler insanı üzer ve kırılan kalbi de onarmak zordur. Dilimize sahip olmalıyız.

Dilden gelen elden gelse, fukara padişah olur: Sözle varlıklı olunabilseydi, herkes kısa zamanda zengin olurdu.

Dikensiz gül olmaz:  Her güzel, iyi şeyin katlanılması gereken zorluklarına da katlanılmalıdır.

Devletsizin yedi ev komşusuna dek zararı dokunur: Yoksul ve zor durumdaki kişi, herkese zarar verir.

Diş eti karın doyurmaz: Küçük kazanımlarla  yetinmemeli, daha iyi şeyler için çalışmalıyız.

Dişi kuş yapar yuvayı, içini dışını sıvayı sıvayı: Evdeki dirliği sağlayan kadındır.

Dilin kemiği yok, kemiği kırar: Bizi küçük düşürecek, kıracak sözler duymamak için davranışlarımıza özen göstermeliyiz.

Dilin cirmi küçük, cürmü büyüktür:

Dirlik olmayan yerde varlık olmaz: Düzensiz ve huzursuz ortamlarda başarı elde etmek olanaksızdır.

Doğru, Mevla’sından başka kimseden korkmaz: Doğru ve gerçekten ayrılmayan kişi kimseden korkmaz.

Dinsizin hakkından imansız gelir: Acımasız kimseyi kendisinden daha acımasız biri yola getirir.

 

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar: Doğru söylemek çıkarcı kimseleri rahatsız ettiği için doğru kişileri yanlarında barındırmak istemezler.

Dokuzunda ne ise, doksanında da odur: İnsanlardaki doğuştan gelen özellikler zamanla değişmez.

Doğruluk minarede kalmış, onun da içi eğri:  Her insanın bir yanlışı, bir eksik yanı vardır.

Doğru söz yemin istemez: Genelde yalan söyleyenler yemine başvurdukları için, doğru söyleyenin buna ihtiyacı yoktur. Gerçek er geç ortaya çıkacaktır.

Doğru söz acıdır: Kişinin doğru yolda olmadığının söylenmesi kişiye sıkıntı verir.

Dolu bardak su almaz: Hiçbir şeye götürebileceğinden çok yük yüklememeliyiz.

Doğru söyleyenin tepesi delik olur: Doğrudan, gerçekten yana olmak kolay değildir ama biz yine de zor olanı seçmeliyiz.

Dost acı söyler:  Dost gerçekleri söyler ve yalandan dostmuş gibi davranmaz.

Dost, dosttan sır saklamaz: İnsanın en çok güvendiği kişi dostudur. Onun için sır da dosta söylenir ve dosttan saklanmaz.

Dost başa bakar, düşman ayağa: İnsanın giyim kuşamı düşmanını da ilgilendirir.

Dost ağlatır, düşman güldürür: Acı da olsa dostlarımızın eleştirilerine kulak vermeliyiz. Düşman ise eksikliklerimizi söylemez ve o halimize sevinir.

Dopdolu bir kese en iyi arkadaştır: Varlıklı kişi kendini güvende hisseder, başka dosta  gerek duymaz. İnsan kimseye el açmamak için çalışmalıdır.

Dost dost için çiğ tavuk yer: Dostlar birbirleri için her türlü özveriye katlanır.

Domuz derisinden post, eski düşmandan dost olmaz: Domuz derisi post için uygun değildir. Eski düşmanın da dostluğuna güven olmaz. Olmadık düşler peşinde koşup kendimizi aldatmamalıyız.

Doludan ıslanmışın yağmurdan pervazı olmaz: Büyük sıkıntılar yaşamış biri , küçük sıkıntılara girmekten çekinmez.

Dost, kara günde belli olur: Gerçek dost zor günde belli olur.

Dost, dostun ayıbını yüzüne karşı söyler: Kusurlarımızı yüzümüze karşı söyleyip arkamızdan bizi savunan kişiler gerçek dostlarımızdır.

Dostluk başka, alışveriş başka: Kişisel çıkarlarımızı dostluk ilişkilerimizle karıştırmamalıyız.

Dört göz, bir evlat içindir: Anne ve baba çocukları için her türlü fedakarlığı gösterir.

Dostun attığı taş, baş yarmaz: Dost söylediği sözü kötü amaçla söylemediği için buna üzülmemeliyiz.

Dut yaprak açtı soyun, döktü giyin: Hava koşullarına göre giyinmeli, hastalıklardan korunmalıyız.


Su testisi su yolunda kırılır:  Her şey kullanıldığı yerde ya da amaçta yok olur.

Su küpünün  yanında çanaklar kırılır: Çok büyük ve önemli şeylerin yanında, küçük şeylerin değeri ve önemi yoktur.

Su bulanmayınca durulmaz: Önemsenen karışık işler, iyice karışmayınca düzelmez.

Su içene yılan bile dokumaz:  Kendi işi ile, geçici ile uğraşan kişilerle uğraşmamalıyız.

Su aka aka yolunu bulur:  Sorunlar durarak değil mücadele edilerek aşılır.

Sözün yalanı olmaz, yanlışı olur:  Söz bir amacı dile getirdiği için yalanı olmaz, yanlışı olur.

Su uyur, düşman uyumaz: Düşmanlarımıza karşı her zaman tetikte olmalıyız.

Sükut ikrardan gelir: Söylenen söze karşılık vermemek, onu kabullenmek anlamına gelir.

Sür git, gör geç demişler:  Belli bir noktada kalıp takılmamalıyız, işimizi yarıda bırakmadan sonuna kadar yürütmeliyiz.

Sütlü koyun sürüden ayrılmaz: Üretken kimseler toplumdan kopuk davranmazlar.

Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer:  Bir işten zarar görenler, zarar görmeyeceklerini bildikleri işlerde bile özenli davranmaya başlarlar.

Sürüden ayrılanı kurt kapar: Toplumdan ayrı yaşamamalıyız. Dünya, Sultan Süleyman’a (peygambere) bile kalmamış: Ölümlü dünya hiç kimseye kalmamıştır, bundan böyle de kalmayacaktır. Çünkü her insan ölümlüdür.

Dünya malı dünyada kalır: İnsan bu dünyadan ayrıldıktan sonra öbür dünyaya bir şey götürmeyecektir. Onun için aç gözlü olmamak gerekir.

Dünyanın kavgası para üstünde: Dünyadaki tüm kavgaların nedeni çıkar ilişkileri, para hırsıdır.

Düşmez kalkmaz bir Allah: Her insanın kötü ve iyi günleri vardır. Kime ne olacağı belli olmaz. Düşmeyen bir tek Allah’tır. İnsanoğluna her şey olabilir.

Düştün ise toprağa sarıl: İnsan sahip olduklarını kaybettiği zaman yeniden umutla çalışmaya başlamalıdır.

Düşman eteğin altından çıkar: Düşman en korunduğun yerden bile çıkabilir. Onun için dikkatli olmak gerekir.

Düşman düşmana rahmet okumaz:  Düşman düşmanın iyiliğini istemez.

Düğün olur iki kişiye, kaygısı düşer deli kişiye: Düğün evlenen gençleri mutlu ederken , düğünün sıkıntısını çeken ise gençlerin yakınlarıdır.

Dünya ölümlü, gün akşamlı: Dünya malı geçicidir ve dünyada kalır. Onun için aç gözlü olmamak gerekir.

Düğün el ile harman yel ile: İş yapmanın koşulları hazırlanmadan  o işe girişmemeliyiz.

Duvarı nem , insanı gam yıkar: Demir nemden insan gamdan çürür atasözü ile aynı anlama gelir.

Düşman karınca olsa bile kendini merdane tut: Düşmanı küçümsemek her zaman hazırlıklı olmak gerekir.

Dünya umut dünyasıdır: İnsan umudunu kaybetmemelidir.

Düşenin dostu olmaz, hele bir yol düş de gör: Gerçek dostlar kara günde belli olur. Zor zamanlarında yanında kimse olmuyorsa hiç dostun olmamıştır.

Dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor: Mesleğinde ustalaşmadan hileye başvuruyor.

Dünkü çocuk: Deneyimsiz genç.

Dünden razı: Bu öneriyi seve seve kabul eder.

Dünya başına yıkılmak: Büyük bir yıkıma uğrayarak tüm umutlarını yitirmek.

Dünya bir araya gelse: Tezini bütün insanlar savunsa bile.

Dünya durdukça durasın: Çok yaşayasın.

Dünya evine girmek: Evlenmek.

Dünya gözüyle: Ölmeden.

Dünya kelamı etmek: Olup bitenlerden konuşmak.

Dünya yıkılsa umurunda değil: Kaygısız.

Dünyadan elini, eteğini çekmek: Hiçbir şeyle ilgilenmez olmak.

Dünyanın öbür ucu: Çok uzak bir yer.

Dünyayı toz pembe görmek: Çok iyimser olmak.

Dünyaya gözlerini kapamak: Ölmek.

Dünyaya gelmek: Doğmak.

Dünyanın kaç bucak olduğunu anlamak: İnsanın başına neler gelebileceğini öğrenmek.

Dünya durdukça durasın: Çok yaşayasın.

Dürbünün tersiyle bakmak: Bir şeyi olduğundan daha küçük ve önemsiz görmek.

Düşünüp taşınmak: Konuyu her yönü ile düşünmek.

Düşünceye dalmak: Dalgınca düşünmek.

Düşman çatlatmak: İyi durumlar ya da başarılarla düşmanı kıskandırmak.

Düş kurmak: Bir şeyi yapmayı tasarlamak.

Düşeş atmak: Umulmadık bir başarı kazanmak.

Düşe kalka: Kimi zaman iyi, kimi zaman kötü durumlar yaşayarak çalışmak.

Dünya evine girmek: Evlenmek.

Dünya kelamı etmek: Olup bitenlerden konuşmak.

Dünyaya kazık etmek: Ölmeyecek gibi uzun yaşamak.

 

 

Z Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 Z Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları


Zerre kadar: Hiç mi hiç. Diğer anlamı bir parça, az çok.

Zembereği  boşanmak: Kendini tutamayarak uzun süre gülmek.

Zevahiri kurtarmak: İşi yapıyor görünmek.

Ziftin pekini yesin: Yemeği beğenmemesine öfkelendim, ne yerse yesin.

Zılgıt yemek: Azarlanmak

Zihni açılmak: Daha anlar hale gelmek.

Zihni karışmak: Ne yapacağını şaşırmak.

Zevkten dört köşe olmak: Çok keyiflenmek.


Zemin ve zamana uygun söz: Konuya ve koşullara uygun söz.

Zeytin yağı gibi üste ( suyun yüzüne) çıkmak: Kurnazlığı ile haklı olduğuna herkesi inandırmak.

Zevkine varmak: Güzelliğini, tadını gereği gibi duymak.

Zıvanadan çıkmak: Taşkınca davranışlarda bulunmak. Çığırından çıkmak.

Zihnini kurcalamak: İki de bir aklına gelmesi, düşündürmesi.

Ziyade olsun: Yemeğiniz azalttık, Allah daha da bereket ve bolluk versin.

Zorun ne?: Neden kendini zorluyorsun?

Zoru olmak: Kendini zorlayan bir sıkıntısı olmak.

Zihni saplanmak: Aklına taktığı şeyden kendini bir türlü kurtaramamak.

Zora binmek: İş, zor kullanılarak sonuçlanacak bir durum almak.

Ziyan zebil olmak: Harcanmak.


Zülfüyâre dokunmak: Hatırlı, güçlü bir kimseyi veya makamı  güvendirmek, darılmasına sebep olmak.

Zırnık bile vermemek: Çok küçük bir şeyini bile başkasına vermemek.

Zevkini okşamak: Beğenisine uygun olmak.

Zokayı yutmak: Aldatılarak büyük zarara uğratmak.

Zıp diye çıkmak: Beklenmeyen yerden aniden çıkmak.

Y Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 Y Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

Ya devlet başa, ya kuzgun leşe: Öyle bir işe giriştim ki  ya beğenilecek bir duruma gelirim ya da batarım.

Ya dayak yememiş, ya saymayı bilmiyor: Durum bu iki olasılıktan birinin gerçekleşmemiş olduğunu gösteriyor.

Yağ bal olsun: Yediği şey yarasın.

Yağ çekmek:  (Yağcılık etmek): Birini dalkavukça övmek.

Ya herru ya merru: Ya batarız, ya çıkarız.

Yağ mı yoğurttan çıkar yoğurt mu yağdan, göreceğiz: Hangimizin üstün olduğunu göreceğiz.


Ya sabır çekmek: Üzücü ya da sinirlendirici durumda sabırlı olmaya çalışmak.

Yabana atmak: Önem vermemek.

Yağ bağlamak: Semirmek.

Ya bu deveyi gütmek ya bu diyardan gitmek: Bu işi yapmaması halinde bulunduğu yeri gitmek.

Ya deveci ya deveci (deve üstündeki hacı): Gelecek için verdiğim sözden korkmuyorum.

 

Ya dayak yememiş ya saymayı  bilmiyor: Durum bu iki olasılıktan birinin gerçekleşmemiş olduğunu gösteriyor.

 Yağlı ballı olmak: Araları çok iyi olmak.

 Yapma yok:  Kolay elde edilecek şey.

 Yakasından inmek: Musallat olmaktan vazgeçmek.

 Yağlıymış it kaptı, sıcakmış geri bıraktı: Tamamlayacakmış gibi birinin sözünü kesen  ama tamamlayamayan kişinin durumu

 Yaka paça götürmek: Birini tutup zorla götürmek.

 Yağmur nereye yağarsa  tarlayı oraya kaldırmak: Çıkarın olduğu yere yönelmek.

 Yağma yol: Kolayca elde edilecek şey değil.

Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak: Bir tehlikeden kaçarken daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya kalmak.

Yakadan geçirmek: Evlatlık olarak almak.

Yaka silkmek: Bıkmak.



Yağmur yağsa yaş görmez, dolu olsa taş görmez: Zarar görmeyecek kadar güvende.

Yağmur nereye yağarsa  tarlayı oraya kaldırmak: Çıkarın olduğu yere yönelmek.

Yabana atmak: Önem vermemek.

Yağ bulamaz aşına, fesleğen sokar başına: Yoksul olmasına rağmen zengin gibi davranıyor.


 

Yan bakmak:  Küçümseyerek veya düşmanca bakmak.

Yalvar yakar olmak:  Çok yalvarıp yakarmak.

Yan basmak: Aldanmak./ Dürüst davranmamak.

Yan çizmek:  Bir işten kaçmak.

Yan yatmak: Yana doğru eğilmek.

Yan gelip yatmak: Yapılacak işleri bırakıp rahatına bakmak.

Yan yattı çamur battı demek: Yapılmayan iş için sudan sebepler ileri sürmek.

Yanağından kan damlamak:  Çok sağlıklı olduğu yüzünden belli olmak.

Yanıp tutuşmak: Büyük bir tutku içinde olmak.

Yanından bile geçmemiş:  O şeyle hiç ilgisi yok.

Yangından mal kaçırır gibi: Bir işte yersiz telaş ve acelecilik göstererek, o işi herkesten saklamaya çalışmak.

Yanına bırakmamak:  Cezasız bırakmamak.

Yakışık almamak:  Uygun düşmemek.

Yalayıp  yutmak: Önündeki yiyeceği  kırıntılarına varana dek yiyip bitirmek.

Yalan çıkmak:  Bir haber ya da sözün yalan olduğunun anlaşılması.

Yalan yere: Gerçeğe uygun olmayarak.

Yalancısı olmak:  Başkasından duyduğu bir yalanı söylemek.

Yapmak varmış:  O fırsatı kaçırdık.

Yaş  dökmek: Ağlamak.

Yaş tahtaya basmamak: Bir işte uyanık davranarak  aldanmamak.

Yasak savmak: Bir işi hatır için  ve gönülsüzce yapmak.

Yarından tezi yok: Hemen yarın.

Yarım ağızla söylemek: Gönülsüzce söylemek.

Yaraya merhem olmak: Zorunlu ihtiyacı karşılamak.

Yarım elma gönül alma: Az da olsa elindekini paylaşarak karşısındakini sevindirme.

Yarasız yere kurt düşürmek: Hiçbir sebep yokken sıkıntı, üzüntü yaratmak.

Yaramışlık satmak: Bir işi, birinin hoşuna gitsin diye yapmak.

Yarımı yemez, bütüne kıymaz:  Kötüyü beğenmediği için , iyiye de  kıyamadığı için bunlardan yoksun kalır.

Yas tutmak: Büyük bir acı yaşadığını davranışlarıyla belli etmek.

Yara işlemek: Yara kapanmayıp akıntısı sürmek.

Yaradana sığınıp bir iş yapmak: Tüm gücünü kullanarak bir iş yapmak.

Yanlış kapı çalmak: İstekte bulunmak için  ilgisiz bir yere başvurmak.

Yanıp yakılmak: Derdini döküp sızlanmak.

Yapmadığı kalmamak: Kendine zararlı olan birçok iş yapmak../  Başkalarına türlü sıkıntılar vermek.

Yavaş gel: O denli yüksekten atma!

Yaya kalmak: İş yapamaz duruma gelmek.

Yazboz tahtasına çevirmek:  Arka arkaya birbirini tutmayan kararlar almak.

Yazıklar olsun!: Seni kınıyorum!

Yatırım yapmak:  İleride sağlamayı  düşündüğü çıkarı için ortam hazırlamak.

Yatalık etmek:  Suçluyu gizlice evinde barındırmak.

Yatağa düşmek: Yatacak düzeyde hastalanmak.

Yaşı benzemesin: O genç öldü,  Allah yaşıtı olan bu genci korusun.

Yaşını başını almış:  Yaşı oldukça ilerlemiş.

Yaşını içine akıtmak: Acısını sezdirmemek.

Yaşı başı ne?: Daha küçük ve tecrübesiz.

Yaya kalmak: İş yapamaz duruma gelmek.

Yaygarayı basmak:  Önemsiz sebeplerle bağırıp çağırmak.

Yazık olmuş atlasa, yamalanmış yalaza:  Değersiz bir şeyi, değerli bir şey ekleyerek iyileştirmeye çalışmış.

Yazıya dökmek: Konuşulan ya da düşünülen konuyu yazmak.

Yediden yetmişe: En küçüğünden en büyüğüne kadar herkes.

Yedi kat yabancı: Hiçbir yakınlığı bulunmayan.

Yedi denizin dışarı attığı: Hiçbir çevrede kendisine yer verilmeyen.

Yedi kubbeli hamam kurmak: Büyük düşler kurmak.

Yedi iklim dört bucak: Bütün dünya.

Yazıya dökmek: Konuşulan ya da düşünülen konuyu yazmak.

Ye kürküm ye: Bu saygı kişiliğime değil, giyim ve kuşamıma.

Yedeğe almak:  Birini bindiği hayvan üzerinde arkasına almak.

Yediği naneye bak: Şu yaptığı uygunsuz işe bak!

Yediği önünde yemediği ardında: Bolluk içinde.

Yel ese eyyam ola:  Uygun koşullar ortaya çıkar diye boşuna bekliyoruz.

Yel gelir derede, sel gider tepede:  Olmayacak yerde, akla gelmeyecek tehlikelerle karşılaşır.

Yer bulmak: Oturacak yer sağlamak.

Yeni baştan: Bir kez  daha baştan.

Yer altında olmasın da dağ ardında olsun: Sağ olsun da varsın uzakta olsun.

Yenilir yutulur gibi değil:  Çok ağır söz.

Yemin etsem başım ağrımaz:  Gerçek olduğuna  korkmadan yemin ederim.

Yel üfürdü, sel götürdü:  Hiçten sebeplerle telef oldu.

Yel yepelek yelken kürek:  İvedilik ve telaşla.

Yeldim yeldim yele verdim, emeğimi sele verdim:  Çalışıp uğraşmam boşa gitti.

Yelkenleri suya indirmek:  Direnmekten vazgeçmek.

Yeme de yanında yat: Çok lezzetli bir yemek.

Yemin etsem başım ağrımaz: Gerçek olduğuna korkmadan  yemin ederim.

Yem dökmek: Avlanacak hayvanı bir yere çekmek için  yiyecek dökmek./ Aldatabilmek için inanç verici davranışta bulunmak.

Yelkenleri suya indirmek: Direnmekten vazgeçmek.

Yele vermek: Boşuna harcamak.

Yer almak: Kimi kişiler arasında bulunmak.

Yer cücesi: Ufak tefek kurnaz kişi.

Yer demir gök bakır: Hiçbir yerden yardım görme umudu ve olanağı yok.

Yerinde yeller esmek: Artık yerinde olmamak.

Yerinden su mu çıktı: Yerinden ayrılması için zorunluluk yokken niye ayrılıyor.

Yerinde duramamak: Eyleme geçmek için acele etmek.

Yeri yurdu belirsiz: Serseri.

Yere bakan yürek yakan: Sinsi bir şekilde kötülükler yapan.

Yerden alıp gökte yemek: İçimizden biri olduğunu unutarak herkesi küçümsemek.

Yer etmek: Yerleşip kalmak.

Yer öpmek: Büyük bir saygı gösterisi olarak yere kapanmak.

Yer tutmak: Yer kaplamak. / Yer ayırmak./ Önemli olmak.

Yer vermek: Önemini belirtmek./ Bir olaya yol açmak.

Ye yerinden oynamak: Bir olayın toplumda büyük tedirginlik yaratması.

Yer demir gök bakır:  Hiçbir yerden yardım görme umudu ve olanağı yok.

Yerinden olmak:  İşi, yeri elinden gitmek.

Yerinden oynamak:  Bulunduğu yerden ayrılmak.

Yerine geçmek:  Görevinden ayrılan birinin yerini almak.

Yerine getirmek:  Gereğini yapmak.

Yıldırımları üstüne çekmek: Davranışlarıyla birçok kişiyi kızdırmak.

Yıldırımla vurulmuşa dönmek:  Ansızın aldığı kötü bir haber ile  sarsılmak.

Yılanı koynunda beslemek:  Bir yakınından ihanet görmek.

Yeter ki: Şu koşulla ki.

Yeşil ışık yakmak:  Bir işin yapılmasına izin vermek.

Yıkıldığımız aramıyorum, ayağı ayağıma dolaşıyor: Kötü duruma düşmesi beni ilgilendirmez ama bana zararı dokunuyor.

Yeşil ışık yakmak:  Bir işin yapılmasına izin vermek.

Yerle bir etmek:  Yapıyı yıkıp yere indirmek.

Yeşilden yemek: Olgunlaşmamış ürünü bak benim olgunlaşmamış ama olacak ürünüm var diyerek onu karşılık gösterip borç para almak.

Yerine koymak: Onun yerini koymak, ona nasıl baktıysa buna da gözü gibi bakmak.

Yerinde yeller esmek: Artık yerinde olmamak.

Yerin dibine geçmek:  Çok utanmak.

Yıldızı parlamak:  Ün kazanmak.

Yıldızı sönmek: Ününü yitirmek.

Yıldızları barışık olmak: Birbirleriyle iyi anlaşır olmak.

Yıldıza kement atmak: Yapılamaz işi yapabilecek becerisi olmak.

Yiyim yeri yapmak: Birini ya da bir yeri sömürme yeri durumuna getirmek.

Yiyip bitirmek:  Sürekli tedirgin edip hırpalamak.

Yiğit hoş, yancık boş: İyi delikanlı ama parasız.

Yiğitlik sende kalsın: O bunun kıymetini anlamasa bile, sen özveri göster.

Yoğurt çalmak:  Maya karıştırarak yoğurt yapmak.

Yok devenin başı:  Çok abartıyorsun.

Yok satmak: Çok satılan bir malı isteyenlere “kalmadı “ demek.

Yok yok: Her şey var.

Yol açmak: Öncülük etmek./ Neden olmak.

Yola çıkmak: Bir yere gitmek için  bulunduğu yerden ayrılmak.

Yol almak: Yolda ilerlemek.

Yol aramak: İstenen sonuca götürecek olanağı aramak.

Yol kesmek:  Yolcuları zor kullanarak durdurup soymak.

Yol göstermek: Kılavuzluk etmek.

Yol etmek: Bir yere sıkça gitmek.

Yol görünmek:  Yolculuk etmek gerektiği anlaşılmak.

Yola düşmek: Bir yere gitmek üzere yola çıkmak.

Yola getirmek:  Ters tutumu düzeltmek.

Yol olmak: Bir davranış başkalarınca da  tekrarlanacak duruma gelmek.

Yol vermek: Geçmesine izin vermek. /  İşten çıkarmak.

Yola yatmak: Nasihat dinlemek.

Yol tutmak:  Yaşamını kendine göre bir düzen içersinde devam ettirmek.

Yol yakınken: İş işten geçmeden.

Yoldan çıkmak:  Düzenli giden gidişten ayrılmak.

Yoldan kalmak:  Çıkacağı yolculuğun gecikmesi.

Yollara düşmek:  Önemli bir problemi çözmek için yola çıkmak.

Yolu tutmak: Yolda kimseyi geçirmeyecek bir düzenleme yapmak.

Yolun açık olsun:  Yolda bir sorunla karşılaşmamanı dilerim.

Yoluna girmek: İşin istenen biçimi alması.

Yolunu gözlemek:  Gelmesini beklemek.

Yorgunu yokuşa sürmek: Yapılması zaten güç olan bir işi daha da zorlaştırmak.

Yolunu kesmek: Önünü kesmek.

Yolunu bulmak:  Çözümü getirecek bir biçimi oluşturmak.

Yolunu sapıtmak: Doğru yoldan ayrılmak.

Yorgan gitti, kavga bitti:  Anlaşılmazlık nedeni ortadan kalktı.

Yorgunluğunu çıkarmak: Yorgunluğunu unutturacak sevinçli bir  sonuç almak.

Yukarıdan almak: Karşılıklı görüşmede, karşı tarafa ağır önerilerde bulunmak.

Yukarıdan aşağı süzmek:  Birini tepeden tırnağa eleştirel gözle süzmek.

Yumağını büyütmek: Varlığını çoğaltmak.

Yumruk kadar: Küçük çocuk. / Yumruğun büyüklüğüne yakın büyüklükte nesne.

Yumurta kapıya gelmek: Yapılacak iş için zamanın çok daralması.

Yuvarlanıp gitmek: Eldeki imkanlarla yaşamı sürdürmek.

Yuvasını yapmak:  Birine gereken ceza veya cevabı vermek, hakkından gelmek.

Yük altına girmek: Ağır bir görev üstlenmek.

Yük kaldırmak: Birçok kişinin yapacağı işi yaparak işi hafifletmek.

Yüksek perdeden konuşmak: Yüksek sesle konuşmak.

Yükünü tutmak: Çok para kazanmış olmak.

Yükünü almak: Taşıyabileceği en ağır yükü yüklenmiş olmak.

Yükten hafif pahada ağır: Taşınması kolay olan değerli eşya.

Yükseklerde dolaşmak:  Kolayca elde edilemeyecek şeyler istemek.

Yükün altından kalkmak: Ağır bir işi başarmak./ Gördüğü iyiliğin karşılığında bir şeyler yapmak.

Yük olmak:  Sıkıntılı bir işi başkasına yaptırmak./ Ödemesi gereken parayı başkasına ödetmek.

Yüreği ağzına gelmek:  Birdenbire çok korkmak.

Yüreği cız etmek: Ansızın içi sızlamak.

Yüreği çarpmak: Aşırı heyecan nedeniyle yüreği hızla çarpmak.

Yüreği dayanamamak:  İçinde katlanılması güç bir acı duymak.

Yüreği kabarmak: Sıkıntıya girip derin soluk alma ihtiyacı duymak.

Yüreği kalkmak: Korkup heyecanlanmak.

Yüreği kararmak: İçine sıkıntı çökmek.

Yüreğine inmek: Ansızın ölmek.

Yüreğinin şişini indirmek:  Bağırıp çağırarak öfkesini dindirmek.

Yüreğine soğuk su serpilmek:  Sıkıntıdan kurtularak rahatlamak.

Yüreği oynamak:  Birden heyecanlanmak.

Yüreği serinlemek: Üzüntüsü hafiflemek.

Yüreği soğumak:  Öç alarak rahatlamak.

Yüreği yağ bağlamak: Büyük kıvanç duymak.

Yüreği yanmak:  Büyük bir yıkıma uğramak.

Yürürlüğe girmek:  Uygulanmaya başlamak.

Yüz bulmak: İlgi ve yakınlık görmek.

Yüz bulunca astar istemek: İlgiden dolayı şımarmak.

Yüz çevirmek: Ona karşı gösterdiği ilgiyi kesmek.

Yüz etmek: Alacaklısını borçlusuna havale etmek.

Yüz geri etmek: Geri dönmek.

Yüz göz olmak: Senli benli olmak.

Yüzünden düşen bin parça: Canının çok sıkıldığı yüzünden belli olan.

Yüzünden akmak:  Ne durumda olduğu yüzünden belli olmak.

Yüzü yok: Kusurundan dolayı bir şey istemeye utanıyor.

Yüzü sirke satmak: Yüzünden hoşnutsuzluğu anlaşılmak.

Yüzü görmemek: Rahat durumdan uzak kalmak.

Yüzü gözü açılmak: Çevresini ve dünyayı anlamaya çalışmak.

Yüzü gülmek: Neşelenmek.

Yüzü sıcak ekmeğe gülmemek:  En mutlu anında bile yüzü asık olmak.

Yüzü eşek derisi:  Utanmaz.

Yüzsuyu dökmek: Kendini zorlayarak yalvarmak.

Yüze yüze kuyruğuna getirmek: Bir işi bitirecek duruma gelmek.

Yüze gülmek: Yapmacıklı güler yüz göstermek.

Yüze çıkmak:  Yüzsüzleşmek.

Yüz yüze bakmak: Karşılıklı ilişkileri sürmek.

 Yüz tutmak: Olma yönünde ilerlemek.

Yüz sürmek: Saygı gereği birinin ayağına doğru yüzünü sürercesine eğilmek.

Yüz surat hak getire: Yüzünü asmış durumda.

Yüzüne bağırmak: Birine karşı saygısızca bağırmak.

Yüzüne bakılır: Çirkin sayılmaz.

Yüzüne bakmamak: Darılıp küsmek.

Yüzüne bak, sütünü ona göre sağ: Durumunu gördükten sonra özveri bekle.

Yüzünü kara çıkarmak: Birinin,  savında yanıldığını ortaya koyarak utandırmak.

Yüzüne gelmemek: Suçunu yüzüne karşı söylememek.

Yüzüne gözüne bulaştırmak: Yapmakta olduğu işi becerememek.

Yüzüne kan gelmek: Rengi, sağlığı yerine gelmek.

Yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sanır: Çok arsız ve onursuz.

Yüzünü ekşitmek: Yüzüne sevinmediğini gösteren bir anlam vermek.

Yüzünü gören cennetlik: Hiç görünmüyor.

Yüzünü ağartmak: Yaptığı işle birine övünç kazandırmak.

Yüzüne vurmak:  Suçunu yüzüne karşı söylemek.

 

 

 

 

V Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 V Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları




Vakitli vakitsiz:  Uygun zaman gözetmeden.

Varı yoğu: Nesi varsa hepsi.

Vaktini almak: Yapılması uzun bir zaman gerektirmek.

Vay canına: Şaşılacak şey.

Vıdı vıdı etmek: Durmadan konuşarak çevresindeki rahatsız etmek.

Varıncaya kadar: En büyüğünden en küçüğüne kadar.

Ver yiyeyim, ört yatayım, bekle canım çıkmasın: İşe yaramaz, başkalarının kendisiyle ilgilenmesini isteyen kişinin durumu.

Verilmiş sadakanız varmış: Büyük tehlike atlattınız.

Vaktini öldürmek: Zamanı boş şeylerle geçirmek.

Verip veriştirmek: Ağır sözler söylemek.


Var mı bana yana bakan demek: Kimsenin karşılık veremeyeceği duruma takınmak.

Varlık göstermek: Beğenilir iş yapmak.

Vardık kebap kokusuna, gördük eşek dağlıyorlar: Faydalanacağımızı sandığımız bu konuda hayal kırıklığı yaşadık.

Veryansın etmek: Acımadan sözle saldırmak.

Vurucu güç: Çok iyi silahlarla donatılmış askeri güç.

Vurduğu çok ama öldürdüğü yok: Yüksekten atıyor ama bir hareket geçtiğini göremedik.

Vız gelip tırıs gitmek: O şeye önem vermemek.

Vursam ölecek, vurmasam ekmeğimi elimden alacak: Bana zararı dokunan iki durum karşısındayım.

Vurdumduymaz Kör Ayvaz: Hiç bir şeyi umursamayan kişiler için kullanılır.

Vur patlasın çal oynasın Tüm varlığını eğlenceye harcayan kişinin durumu.

Vur abalıya: Bütün özverinin yumuşak huyluya yüklenmesi.


Vur dedikse öldür demedik ya!: İstediğimiz şeyi zarar verici bir aşırılıkla yapıyorsunuz. Biz bu kadar fazla zarar ver dememiştik.

Volta atmak:  Bir aşağı bir yukarı gidip gelmek.

Ver elini: Haydi falan yere gittim, gideceğim anlamlarına gelir.

Varıncaya kadar: En büyüğünden en küçüğüne kadar.

Varsa o, yoksa o: En çok sevdiği o.