D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları
Dağlar dayanmaz: Böyle bir acıya dağ olsa dayanmaz.
Dağ ayısı: Görgüsüz, kaba kimse.
Dağ taş: Şehir dışındaki her yer.
Dağları devirmek: Güç yetmezmiş gibi görünen işleri başarmak.
Dağa çıkmak: Eşkıyalık yapmak.
Dağ fare doğurdu: Önemsenen bir konu önemsenmeyecek düzeyde bir sonuç verdi.
Dağların misafir almaya başlaması: Bahar mevsiminin gelmesi.
Dağarcığına atmak: Yeni bilgiyi eski bilgilerine eklemek.
Dağları âşa mı geldin, âleme paşa mı geldin?: Bu denli kibirlenecek büyük işler mi yaptın?
Değirmenin suyu nereden geliyor: Bu işin yürütülmesi için gereken para nereden geliyor?
Defterden silmek: Birini dostluktan çıkarmak.
Değirmenin bir ucundan akıtsan, öbür ucundan sağ çıkar: En ağır koşullar bile onu yıpratmaz.
Dandini bebek: Bebek gibi avutulan kişi.
Davul çalsın işitmez: Uykusu çok ağır kişiler için kullanılan deyimdir.
Dara düşmek: Para sıkıntısına düşmek.
Değer biçmek: Bir şeyin değerini tahmin etmek.
Darısı dostlar başına: Bu güzel duruma dostlarım da düşsün anlamı ile söylenmiş deyimdir.
Defteri dürülmek: Ölmek, öldürülmek.
Dandini bebek: Bebek gibi avutulan kişi.
Dediğine gelmek: Birinin önce kabul etmediği düşüncesinin doğruluğunu sonradan kabul etmek.
Daha neler!: Öyle şey olur mu hiç?
Damdan düşer gibi: Yersiz .
Dananın kuyruğu kopmak: Büyük bir olay ortaya çıkmak.
Dama taşı gibi oynatmak: Görevlilerin sıkça yerlerini ve sorumluluklarını değiştirmek.
Damarına basmak: Birinin duyarlı olduğu bir konuya dokunarak kızdırmak.
Dayısı dümende olmak: İş başında bir torpili, bir kayırıcısı olmak.
Dediği dedik, çaldığı düdük: Her istediğini yaptırır.
Dahası var: Bitmedi, arkası da var.
Daldan dala konmak: Sıkça iş, konu ya da durum değiştirmek.
Dam üstünde saksağan, vur beline kazmaynan: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan söz.
Dal budak salmak: Soyca ya da dostluk yönünden yayılmak.
Dalına basmak: Kızdırmak.
Dalavere çevirmek: Kanun dışı işi yapmak.
Dalına binmek: Birine bir şey yaptırmak için askıntı olmak.
Dalga geçmek: Karşısındaki ile eğlenmek. Bir ikinci anlamı ise şudur: Elindeki işi işle ilgilenmeyip Başka şey düşünmek.
Danışıklı dövüş: Anlaştıkları hâlde yalandan anlaşamıyormuş gibi davranmak.
Davul onun boynunda, tokmak başkasının elinde: Bir işte sorumluluğu var ama yetkisi yok, başkası tarafından yönlendiren kimse.
Damarı tutmak: Huysuzluğu depreşmek.
Daldan eğme mi, kökten sürme mi? Aslından mı güçlü, sonradan görme mi?
Dem çekmek: İçki İçmek.
Deniz tutmak: Deniz yolculuğu baş dönmesi, mide bulantısı.
Deli divane olmak: Birini çıldırası sevmek.
Dem vurmak: Gücünü aşan bir konu üzerinde konuşmak.
Deli kızın çeyizi gibi: Bir arada sergilenen ve birbiriyle uyumsuz giysi veya ev eşyası.
Demir almak: Gemisinin çapasını denizden çekmek.
Delik büyük, yama küçük: İhtiyaç çok, imkan az.
Dert yanmak: Sızlanarak derdini anlatmak.
Derinlere dalmak: Bir konuyu ayrıntılarıyla irdelemek.
Deliğe girmek: Tutuklanmak.
Değme gitsin: Anlatılması güç, anlatamam.
Delinin eline değnek vermek: Kötülük yapacak olana o imkanı sağlamak.
Demek ki: Öyleyse.
Dert benim tasa senin mi?: Benim derdim için niye tasalanıyorsun.
Dereden tepeden konuşmak: Gelişigüzel konuşmak.
Ders vermek: Birine yaptığı şeyin yanlış olduğunu bildirmek.
Derdine yanmak: Bir üzüntünün ateşi ile yanar gibi olmak.
Dereyi görmeden paçayı sıvamak: İşe zamanından önce hazırlanmak.
Demem o değil: Asıl söylemek istediğim o değil.
Delide boynuz bitse sen de çatal çatal: Davranışlarınla zır deli olduğunu gösteriyorsun.
Denize kirse kurutur: Çok beceriksiz.
Denizde balık: Ele geçirilmesi güç olan şey.
Derisine sığmamak: Çok böbürlenmek.
Dengi dengine: Kendine denk olanla.
Dem tutmak: Sazla uzun ezgilere eşlik etmek.
Deli saraylı gibi: Göze hoş gelmeyen giysiler ve süsler içindeki kadın.
Denize girse topuğu ıslanmaz: En tehlikeli işten bile zararsız çıkar.
Deli bir değil ki bağlayasın, ölü bir değil ki ağlayasın: Türlü dertler içindeyim.
Deliliğe vurmak: Kendini deli gibi göstermek.
Denizde kum, onda para: Denizdeki kum kadar parası var.
Dili damağı kurumak: Çok konuşmaktan ya da susamaktan ağzı kurumak.
Dil otu yemiş: Durmadan konuşmak.
Dil bir karış dışarı çıkmak: Koşmaktan,, çalışmaktan ya da sıcaktan yürümekten yorulmak.
Dil ile tarif olunmaz: Bildiğimizi sözler ile anlatılamaz.
Devreye girmek: Bir işi yürütecekler arasında yer almak.
Dili güllü: Tatlı dilli.
Dili dönmemek: Yanlışsız söylememek.
Diliyle tutulmak: Diliyle kendini ele vermek.
Dilini tutmak: Rastgele konuşmaktan çekinmek.
Dilinden düşürmemek: Sürekli o kişi ya da şeyden söz etmek.
Dilinin ceazsını çekmek: Ölçüsüz konuşmanın ceazını çekmek.
Diline dolamak: Birini her yerde kötülemek.
Dili ensesinden çekilsin!: Konuşamaz duruma gelsin!
Diliyle sokmak: Birini ağır sözler ile incitmek.
Dilinin altında bir şey olmak: Söylediklerinden açıkça söyleyemediği bir şey sezmiş olmak.
Dilinin ucuna gelmek: Hemen söylenecek durumda olmak.
Dilinde tüy bitti: Sürekli söylemekten bıktı.
Dili olsa da söylese: Bu cansızın dili olsa da tanık olduğu şeyleri söylese anlamında bir deyimdir.
Dilinden kurtulamamak: O kişinin sitemlerinden kurtulamamak.
Dili dolaşmak: Ne diyeceğini şaşırmak.
Diyeceği olmamak: Konuyla ilgili söyleyeceği söz olmamak.
Dişe dokunur: İşe yarar.
Dingo’nun ahırı: Girip çıkanı belli olmayan yer.
Dilli düdük: Duyduğunu herkese yetiştiren.
Dişine göre: Tam onun yapabileceği bir iş anlamında kullanılan deyim.
Dişinden tırnağından artırmak: Zorunlu harcamalarından kısarak para biriktirmek.
Dinini yıkmak: Yalan söylemek.
Diş geçirememek: Gücü yetmemek.
Dişini tırnağına takmak: Büyük sıkıntılara katlanarak çalışmak.
Dipsiz kiler, boş ambar: Sonuçsuz bir durum.
Dirsek çevirmek: İş birliğinden caymak.
Dillerde dolaşmak: Her yerde sözü edilmek.
Dip doruk: Baştan aşağı.
Diş göstermek: Güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini davranışları ile belli etmek.
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyi bir şey elde etmek uğruna eldekini de yitirmek.
Dinden imandan çıkmak: Çok öfkelenerek dinin yasak kıldığı küfürleri söylemek.
Dilini bağlamak: Birini söz söylemez duruma düşürmek.
Dilini fare mi yedi?: Neden konuşmuyorsun?
Dili tutulmak: Heyecandan konuşamamak.
Diz çökmek: Dizini yere koyarak oturmak.
Dizgini ele almak: Yönetimi ele almak.
Dizginini kısmak: Başıboş gidişi sınırlandırmak, yetkisini daraltmak.
Dize gelmek: Güçlünün emrini kabul etme.
Dizginine çarpmak: Yanlış yoldaki birini uyarmak.
Dizginleri salıvermek: Önce sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek.
Dizini dövmek: Çok pişman olmak.
Dizinin dibinde: Hiç ayrılmadan yanında.
Doğru dürüst: Kusursuz.
Dizlerine kapanmak: Yalvarmak.
Dizinin bağı çözülmek: Ayakta durma gücü kalmamak.
Dobra dobra söylemek. Açıkça ve yüze söylemek.
Doğru doğru dosdoğru: En doğrusu
Dokuz yorgan eskitmek: Uzun yaşamak.
Dokuz öküzle bir mağaraya mı kapandı?: Aşırı geçim sıkıntısı çekmediği halde neden tasalanıyor?
Dokuz köyden kovulmuş: Aykırı davranışlarından dolayı pek çok yerden uzaklaştırılmış kişi.
Doksan kapının ipini çekmek: Birçok yere uğramak.
Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Sıkışık bir durum oluşmak.
Dokuz doğurmak: Sabırsızlık ve merakla beklemek.
Dolaba girmek: Oyuna gelmek.
Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Hiç değişmeyen yorucu bir işte durmadan çalışmak.
Dolma yutmak: Aldanmak.
Dolmuş yapmak: Araba veya kayıkla yolcu taşımacılığı yapmak.
Dolap çevirmek: Hile ile iş yapmak.
Dost kazığı: Dostun dostu aldatması.
Doldururken dökmek: Becermeye çalışırken bozmak.
Dona çekmek: Hava soğukluğunun suları donduracak düzeye ulaşması.
Dosta düşmana karşı: Dost üzülmesin, düşman sevinmesin diye.
Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Hiç değişmeyen yorucu bir işte durmadan çalışmak.
Dostlar alışverişte görsün: İş yapmak yerine yapıyor görünmek.
Dostlar başından ırak: Dostun böyle kötü duruma düşmemesini dilerim.
Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.
Dostlar şehit, biz gazi: Özveriyi başkaları yapsın, biz faydalanalım.
Doyumluk değil, tadımlık: İkram ettiğim için tatmanız için verdim, doymanız için değil.
Dönüm noktası: Bir durumdan başka bir duruma geçme zamanı.
Dolmuşa gelmek: Kışkırtılmak.
Dökülüp saçılmak: Bir şey için çokça para harcamak.
Dolabı bozulmak: İş düzeni bozulmak.
Dolaba girmek: Oyuna gelmek.
Doyum olmamak: Tadına doyulmamak.
Dört başı mamur: Hiç eksiği olmayan.
Dört dönmek: Şuraya buraya koşmak.
Dört bir yan: Bütün çevre.
Dört dörtlük: Eksiksiz
Dört duvar arasında: Kapalı bir yerde.
Dört elle sarılmak: Bir işi benimseyerek eksiksiz yapmaya çalışmak.
Dört gözle ağlamak: Çok yakınmak.
Dört gözle beklemek: Sabırsızlıkla beklemek.
Dört yanı deniz kesilmek: Bütün yardım umutlarını yitirmek.
Dudak ısırmak: Ayıp ya da tehlikeli duruma şaşmak.
Dudak payı bırakmak: Bardağı, fincanı ağzına dek doldurmayıp, dudağın yanaşabileceği bir boşluk bırakmak.
Durup dinlenmeden: Sürekli olarak.
Durduğu yerde: Emek harcamadan.
Dur otur olmamak: Hiç dinlenme olanağı bulmamak.
Durmuş oturmuş: Dengeli ve akıllıca davranır olmuş.
Dumanı üstünde: Çok yeni, taze.
Duman attırmak: Başkalarını geride bırakmak.
Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda büyük kazanç sağladı.
Dudak sarkıtmak: Somurtmak.
Durup dururken: Ansızın. Hiç bir neden yokken anlamına da gelir.
Duymazlıktan gelmek: Duymamış gibi davranmak.
Dut yemiş bülbüle dönmek: Önce çok konuşurken artık sesi çıkmamak.
Dün bir bugün iki: Daha yeni.
Dümen çevirmek: Düzene başvurmak.
Dümen suyundan gitmek: Birinin tuttuğu yolu izlemek.
Düğün bayram etmek: Çok sevinmek.
Duvar gibi: Çok sağır.
Düğüm noktası: Bir işin çözülmesi en güç yanı.
Düdüğü çalmak: Sevindirici duruma erişmek.
Düğün aşı savulduktan sonra: Kolay para kazanma fırsatı geçtikten sonra.
Düdük gibi olmak: Yapayalnız kalmak. Bir de şu anlama gelir: Zayıflamak demektir.
Düğün aşı ile dost ağırlamak: Herkes için hazırlanmış şeyi, ağırlayacağı kişi için özel hazırlanmış gibi göstermek.
Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider kurna beğenmez: Her şeyde bir kusur vardır.
Dümenine bakmak: Çıkarını gözetmek.
Düğün dernek, hep bir örnek: Bütün toplantılar birbirine benziyor.
0 Comments:
Yorum Gönder
Deneme