Bin Muhteşem Güneş Kitabında Geçen Özlü Sözler

Bin Muhteşem  Güneş Kitabında  Geçen Özlü Sözler


 Kitapta geçen özlü sözler şunlardır.


“Belki de yüreksizlerin asıl cezası budur: gerçeği, iş işten geçtikten sonra, artık yapılabilecek hiçbir şey kalmadığında görmek, anlamak.”

“Kuran gerçeği söyler, kızım. Bize reva gördüğü her imtihanın, her üzüntünün gerisinde, mutlaka bir nedeni vardır Tanrı’nın.””

“Evlilik bekleyebilir, eğitim beklemez. Çünkü bir toplumun, kadınları eğitimsiz olduğu sürece başarıya ulaşma şansı yoktur.”

“Orada, geleceğin hiçbir önemi yoktu. Geçmişse yalnızca tek bir dersi içeriyordu: Sevgi, insana zarar veren bir hatadır; işbirlikçisi, yani umutsa tehlikeli bir yanılsama.”


“Mevsimin ilk karında bu kadar büyüleyici olan nedir acaba, ..neden böylesine etkiler insanı? Henüz kirlenmemiş, el değmemiş bir şeyi görme şansı mı? Yeni bir mevsimin, güzel bir başlangıcın çabucak uçup gidecek olan zarafetini, ayaklar altında ezilmeden, kirletilmeden önce yakalama telaşı mı?”

"Kur'ân der ki, Allah doğuda ve batıdadır; onun için de nereye dönersen dön, Allah'ın dediği olur."

“Güneş herkesin üstüne eşit doğar, Ama gül başka kokar leş başka..”

“Bu ülkeyi bu kadar çok sevmeme karşın, bazen çekip gitmeyi düşünüyorum,”.. “Nereye?” “Unutmanın kolay olacağı bir yere.”

“Bir insanın çekebileceği bütün çilelerin arasında, eli kolu bağlı, öylece beklemekten daha ağırı olmadığı sonucuna vardı.”

"Seni affetmek istiyorum. Ama Allah beni çağırıp, Affetmek sana düşmezdi, Molla, dediğinde, ne cevap veririm?"

"Sarhoşun günahının bedelini hep ayık öder. Daima."

“Hep kuzeyi gösteren bir pusula ibresi gibi, bir erke­ğin suçlayan parmağı da mutlaka bir kadını işaret eder. Her zaman. Bunu aklından çıkarma, Meryem.”

“Gecenin gündüze dönmesini, günün geceye devrilmesini sağlayan sensin, ölümden dirim hasıl eden, canlıdan ölüm çıkaran sensin; senin her şeye gücün yeter; bağışladığın dayanma gücüyle kuluna destek olan sensin.” Dayanma gücü ver, Allahım. Bana sabır ver.”

"Düğünler aptalca." "Bütün o yaygara." "Harcanan onca para." "Hem de ne uğruna?"


"Bu kentin ne çatılarını ışıldatan ayları sayabilirsin, Ne de duvarlarının gerisine gizlenen bin muhteşem güneşi."

“Hoşnutluğun, güzelliğin asla ulaşılamaz şeyler olmadığını nihayet görebilseydi.”

“Bazılarını kitaplardan öğrenirsiniz. Ama bazı şeyler vardır ki, mutlaka görmeniz ve hissetmeniz gerekir.”

“Belki de tükenmişimdir. Bir şeyler için uğraşacak çabayı kendimde bulamıyorumdur. Benim de emek vermeden güzel giden şeylere ihtiyacım vardır. Yeniden inanmaya ihtiyacım vardır. Beni bana geri vermek istiyorumdur.”

“Ama biz şu karşıdaki surlar gibiyiz. Hırpalanmış, dövülmüş, pek bakılacak hali kalmamış, fakat hâlâ ayakta.”

“O ki, her şeyde kadir olan, her şeyi yöneten yüce Yaradandır; ölümü ve hayatı yaratmıştır ki, seni sınayabilsin.”

” Kadınlara hayatta yalnızca bir, tek bir marifet gereklidir.. “Sadece tek bir hüner. O da: tahammül. Sabretmek. Katlanmak.” “Neye katlanmak, Nana?” “Bak, bu konuda hiç endişen olmasın,” dedi Nana. “Katlanılacak şey bulmakta hiç zorlanmayacaksın.”

“Bak sana ne diyeyim. Bir erkeğin kalbi fesat, habis bir şeydir, Meryem. Bir ananın rahmine hiç benzemez. Kanamaz, sana yer açmak için genişlemez.”

“Bu insanların tek bildiği, savaşmak.”

 “Herkes mutlu olacak, derdi, tabii gelişme karşıtları, tutucu yobazlar temizlendikten sonra.”


"Kabil'e döndüklerinde Taliban'ın Meryem'i nereye gömdüğünü bilmemek Leyla'nın fena halde canını sıkıyordu. Meryem'in mezarını ziyaret etmek, bir süre yanında oturmak, bir-iki çiçek bırakmak isterdi. Ama Leyla artık bunun hiçbir önemi olmadığını biliyor. Meryem zaten hep yakınında. Burada, hep birlikte boyadıkları bu duvarların arasında, diktikleri ağaçlarda, çocukların örtündüğü battaniyelerde, yastıklarda, kitaplarda, kalemlerde. Meryem, çocukların kahkahalarında. Azize'nin ezberden söylediği ayetlerde, yüzünü batıya dönüp mırıldandığı dualarda. Ama en çok da Leyla'nın kalbinde; bin güneşin göz kamaştırıcı ışıltısıyla aydınlandığı, pırıl pırıl parladığı yerde."

“Leyla ayağıyla hafif hafif yere vuruyordu. "Sırrını rüzgâra fısıldarsan, ağaçlara söylediği için suçlayamazsın." Tarık gülümsedi; tek kaşı yine havalanmıştı. "Kim demiş bunu?" "Halil Cibran." "Hava atmaya da bayılırsın."

“Kendini şu tencerelerden, tavalardan daha üstün hissetmiyordu; bir köşede unutabileceğin, sonra, canın istediği an üzerinde hak iddia edebileceğin bir eşya mıydı o?”

Kızını özlemişti. Hasta olan eski eşini özlemişti. Özlem garip bir duygu diye düşündü. Sonra Aruoba’nın ünlü şiiri kafasında canlandı. “Özlediğin, gidip göremediğindir; ama, gidip görmek istediğin Özlem, gidip görememendir; ama gidip görmek istemen Özlediğin, gidip görmek istediğin, ama gidip göremediğin Özlem, gidip görmek istemen ama, gidememen, görememen; gene de, istemen.''

 

0 Comments:

Yorum Gönder

Deneme