Kısa Hikâye Örnekleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kısa Hikâye Örnekleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

“Acele İşe Şeytan Karışır.” Atasözü İle İlgili Hikâye Örneği

 “Acele İşe Şeytan Karışır.” Atasözü İle İlgili Hikâye Örneği




Kirada oturmaktan sıkılmış olan ve bir an önce kendi evinin yapılmasını çok isteyen  Nurullah Bey hafta sonu kendine ait olan arsaya gitmiş ve buraya ev yapma fikrini aklından geçirmişti. Hiçbir plan ve program yapmayan, kimseden yardım almadan kendi başına ev yapmaya kalkışan Nurullah Bey aldığı malzemeleri kamyonla boş arsaya getirmiş ve evi kendi başına yapmaya başlamıştı. Buraya küçük, sadece, bahçeli bir ev yapmak istemişti. Hemen işe başlamıştı. Evin temelini acele ile atmış ve ev yapımında gerekli olan özeni göstermemişti. Otuz gün sonra ev hazır hale gelmiş ama evin yapımında acele edildiği için ev hiç de istenilen şekilde olmamıştı. Acele ile ev yapma girişiminde bulunan Nurullah Bey yaptığı ev ile gurur duyuyor ve mutlu oluyordu. Ailesini de bu eve taşıdıktan sonra evde kalmaya başladılar. 

Nurullah Bey’in yaşadığı şehir olan Sivas’ta havalar soğumuş, rüzgar sert ve hızlı bir şekilde esmeye başlamıştı. Aile bir gece uyurken dışarıda kuvvetli fırtına esmeye başlamış ve evin çatısını uçurmuştu. Bu korkunç ses karşısında gece uykusundan uyanmak zorunda kalan aile bireyleri hayretler içinde kalmıştı. Çünkü evin çatısı yok olmuş, pencereler sağlam yapılmadığı için her yerden eve soğuk girmeye başlamıştı. Bu plansızlığın ve programsızlığın pişmanlığını yaşayan Nurullah Bey çok üzülmüş, acele ile bir iş yaptığı için ve bunun da kötü sonuçlara neden olduğunu gördüğü için ailesinden özür dilemişti. Acele işe şeytan karışmıştı yani. Allah’tan aile bireylerine bir zarar gelmemişti. 

En büyük moral bu olmuştu Nurullah Bey için. Aile bireylerinde hiç bir yara izi falan yoktu. Daha sonra o ev yıkılmış, arsaya yeniden temeli sağlam olan bir ev yapılmak için ustalar getirilmişti. Bu defa acele ile değil plan ve program dahilide, bir mimarın gözetiminde ev gayet de güzel yapılmıştı. Nurullah Bey o günden sonra bir daha işlerini çabucak yapmamaya çalışmış ve her işini düzenli yapmıştır. Onun için de işler tıkırında gitmiş, bir daha acele ile işe koyulmamıştır.

Birine İftira Atıp Pişman Olmak İle İlgili Hikâye

Birine İftira Atıp Pişman Olmak İle İlgili Hikâye






Sabah uyandığımız zaman annem ve babam dedem hastalandığı için erkenden köye gitmiş bize köye gittiklerini bir kağıda yazarak bizim kendilerini merak etmememizi istemişlerdi. Ablam Meliha, kardeşim  Metin ve ben  evde kalmıştık. Ablam annem olmadığı için hemen çay koymaya gitmişti. Ablam her zaman bizi çok sever ve bizim için en güzel kahvaltılıkları öyle güzel bir görselle hazırlardı ki bizi çok mutlu ederdi. Ablam kahvaltıyı hazırlarken biz de kardeşimle anne ve babamın odasına girip orada olan eşyaları karıştırmaya başladık.

 Çok meraklıydık çünkü. Eşyaları karıştırıp dururken orada babamın yeni aldığı gözlük duruyordu ve aldığı bu gözlüğü hemen takmak istemiştim. Çok güzel görünüyordu ve gözlüğün camı çok güzel parlıyordu. Elime alıp gözüme taktım, nasıl olduğunu incelerken birden hızlı bir şekilde gözlüğü açıp kapatırken gözlüğün kenarları kırıldı ve yere düştü. Kardeşim Mert de bunu gördü ve o da gözlüğün kırıldığına çok üzüldü. Hemen ablamın yanına koşarak gözlüğü kırdığımı söylemedim ve o gözlüğü kardeşim Metin kırdı diyerek ona iftira attım. Metin benim gözüme bile bakmadan boynunu eğdi  ve hiçbir şey demeyerek suçumu kabul etti. Sıra akşamı bekleme zamanıydı

. Akşam olmuştu ve babam ve annem köyden gelmişti.  Dedem iyileşmişti ama şu an ben iyi değildim. Babam odasına girdiğinde gözlüğünün kırılmış olduğunu ve bunu kimin yaptığını sert bir şekilde konuşarak ve bizim gözümüzün içine bakarak sordu. Ben hemen atılarak baba o gözlüğü ben kırmadım Metin oynuyordu yanlışlıkla kırdı dedim.  Babam öyle bir sinirlendi ki Metin’e çok hızlı bir tokat attı ve metin babamın tokadı ile kafasını masaya hafifçe çarptı ve bana acı ile bakan gözleri ile dolu  dolu bir bakış attı ki canım çok acıdı.

 Babama benim yaptığımı, asıl suçlunun ben olduğunu demedi ve köşesine çekilerek sessiz sessiz ağladı. O anda keşke ölseydim dedim, keşke kardeşime iftira atmasaydım diye içimden geçirmiştim ama iş işten geçmişti. Yine de babama doğruyu söyledim ve çok pişman olduğumu söyledim.  Babam da çok pişman olmuştu ve bu yaptığımın çok yanlış olduğunu söyledi ve Metin’e sarılarak ondan özür diledi. Kardeşime ise beni affetmesi için yalvardım ve bana tokat atmasını istedim. O ise sadece gözümden akan pişmanlık göz yaşlarını sildi ve bana sarılarak ağabeyciğim bir daha insanlara iftira atma olur mu dedi. Bugün bana attığın iftira yarın bir başkasının yaşamında  kötü sonuçlara neden olabilir ve sen kendini affetsen bile vicdanının seni asla affetmez ve içinde hep pişmanlık yaraları kalır diyerek bana büyük bir ders verdi. O günden sonra kardeşimin bu olgunluğuna hep hayran kaldım ve onu daha çok sevdim. Açtım ellerimi semaya ve içimden gelen tüm duaları ettim Allah'ıma. Bir daha ne pahasına olursa olsun iftira denen belaya bulaşmayacaktım.

 Bundan sonraki hayatımda  daha iyi bir insan olmak için hep mücadele ettim ama o içimdeki pişmanlık hala kalbimin en ücra köşesinde  bir yara olarak kaldı. Siz siz olun sakın insanlara iftira atmayın sonra kalbinizde onulmaz yaralar açılabilir. Kardeşim şu anda büyük bir hastanenin baş hekimi oldu ben ise pilot olduk. İkimiz de işimizi ve birbirimizi çok seven kardeşler olarak hayatımıza ve işimize devam ediyoruz.

 


“Bir Elin Nesi Var İki Elin Sesi Var.” Atasözü İle İlgili Hikâye Örneği Yazınız.

 “Bir Elin Nesi Var İki Elin Sesi Var.”  Atasözü İle İlgili Hikâye Örneği Yazınız.

 

Ramazan Ayı yaklaşıyordu. Ramazan Ayı demek orucun da başlangıcı demekti. Ailem oruç tutan insanlardır. Oruç tutmayan insanlara karşı ise asla ön yargılı olmayan, nazik insanlardı. Ben artık büyüdüğüm için yavaş yavaş oruç tutacaktım. Bu yıl da otuz orucun otuzunu  tutamasam da haftada bir kere tutmaya çalışacaktım. Yaşım  dokuzdu ve ufak bir kansızlığım olduğu için, bazı vitamin değerlerim de eksik olduğu için doktor bana sürekli oruç tutmayı önermemişti. Ben de elimden geldiği kadar haftada bir tane tutacaktım. Oruç tutmak akşama kadar yemek düşünmek benim gibi çocuklar için hem zor hem de akşama bir sürü yiyeceklerimiz olduğu için heyecanlı bir duyguydu. Orucun başlamasına iki hafta kala annem hazırlıklara başladı. 





Babam içli köfteyi, yaprak sarmayı, mantıyı çok sevdiği için annem de hepsinden yapıp  buzluğa atacaktı. Annem  her ne kadar bunları yapacak olsa da boynunda ve kollarında sıkıntısı olduğu için azar azar hazırlığa başladı. Önce yaprak sarması yapmaya  başlamak için kolları sıvadı.  Kıymayı, bulguru, yaprağı ve zeytin yağını hazırladı. Yaprak yapmak için gerekli olan malzemeler hazırlandıktan sonra onları sarmaya sıra geldi. Annem yaprakları sarmaya devam ederken bir anda boyun ve kol ağrısı yine tuttu. O sırada kapı çalındı ve gelen üst kattan Hanife Teyzeydi. Hanife Teyze bizim üst komşumuz olan, Adile Naşit’e benzeyen dünyalar tatlısı bir teyzemizdi. Bize yaptığı poğaçalardan getirmişti. Onu eve buyur ettim. O da meşgul etmeyeyim şimdi işiniz vardır dese de annem onu içeri yine de buyur etti. İçeri giren Hanife Teyze anneme dönerek şaşkın bir şekilde  Gülcan Hanım bu kadar yaprağı nasıl tek başına saracaksın zaten boynun sıkıntılı neden bize de çağırmadın yardıma, aşk olsun sana dedi. Annem de  zahmet vermek istemedim dedi.


 Bunun üzerine Hanife Teyze aklıma çok güzel bir fikir geldi dedi. Ne de olsa oruç yaklaşıyor ve diğer komşular da oruç hazırlığı yapacak onlara da söyleyelim herkes birbirine yardım edip iş birliği şeklinde yemeklerimizi hazırlayıp buzluğa atalım dedi. Hemen telefonundan Melek Teyze ve Aslı Teyzeyi de aradı. Onlar da bu fikri memnuniyetle karşıladılar ve hemen bize gelip yaprakları sarmaya başladı. Hem sohbet ediyorlar, sohbetlere arada sırada şen  kahkahalar da  eşlik ediyordu. Hem de yaprakları incecik kalem gibi sarıyorlardı. Annemin akşama kadar saracağı yaprak bir buçuk saat içinde bitmiş ve sarmalar adetler şeklinde ipe bağlanıp, buzdolabı poşetine konulup buzluğa atılmıştı. Geriye kalan bulaşıkları bile birlikte yıkamışlardı komşularımız. 


Çok ince düşünceli, kibar insanlardı. Bu arada  benim güzeller güzeli bir tanecik kıymetli meleğim, canım annem de  aşırı yorulmamış ve boynu ve kolları da fazla ağrımamıştı. İş bittikten sonra benim yaptığım çay ve babamın önceden çarşıdan aldığı  abur cuburlardan komşu teyzelerin önüne koydum ve onlar da bir güzel güle eğlene yediler. Daha sonra ertesi gün mantımız yapıldı, sonra içli köfte derken tüm hazırlıklar bitti. Ben de anneme dönerek bak anne gördün mü “ Bir elin nesi var iki elin esi var.” Sen de onlara yardıma giderek hep birlikte zor olan işlerinizi iş birliği içinde halledersiniz dedi. Annem de başımı okşayıp bana dönerek haklısın benim güzel kızım Gül dedi. Böylece çok elin birliği işler bitmiş ve bu işten de herkes kârlı çıkmıştı aynı zamanda.