Ahirete İnanmak İnsan Davranışlarını Nasıl Etkiler?

 

Ahirete İnanmak İnsan Davranışlarını Nasıl Etkiler?


Ahirete inanan insan, her türlü kötülükten uzak durmaya çalışır. Yalan söylemez, başkalarının arkasından konuşmaz. Haksızlık, hırsızlık, içki, kumar, iftira, büyüklenme gibi olumsuz davranışlardan kaçınır. Ahirete inanan insan, daima iyi işler yapmak için çaba harcar. Din ahlaktır. İslam dini de güzel ahlakı, iyi insan olmayı emretmiştir. Dinimiz iyi insan olmaya, dürüst ve güvenilir insan olmayı emretmiştir. 


Ahirete inanan insan kimseye karşı kötülük düşünmez, dili ile kalbi aynı olur. Bu dünyanın gelip geçici olduğunu bildiği için dünya menfaatleri için fırıldak olmaz. Bir öleceğini gerçek anlamda kavrayan bir insan bu dünya için de öbür  dünya için de çok çalışır. Peygamber Efendimiz “Hiç ölmeyecek gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalışın.” der. Ahirete inanan insan da her iki dünya için çalışır. Alın teri ile ekmeğini kazanır. Adaletli olur, insan haklarına saygı duyar, hoşgörülü olur. Haksızlık karşısında sessiz kalmaz ve mazlumun yanında zalimin ise karşısında olur. Kendisine verilen işi hakkı ile yerine getirir, devlet malı yemez, rüşvet almaz, rüşvet vermez. Torpille bir işe girmez.


Kısacası;

* Ahirete inanan kişi insanlığın faydasına işler yapmak için çok çalışır ve gününü asla boş geçirmez. Çünkü “bir günü diğer gününe denk olan bizden değildir.” Hz Muhammed.

* Allah yolunda cihat ederler.

Adaletli olur ve ırk ayrımı yapmazlar.

*Yetim ve öksüz hakkı yemezler.

* Ahirete inanan kişi dini ve dünyevi  sorumluluklarını yerine getirir.

*Ahiret inancı insanların kalbine barış ve adalet duyguları kazandırır.

* Ahirete inanan insan güzel ahlaklı olur, yalandan ve gıybetten uzak durur.

* Dünya menfaatlerine  ölesiye bağlanmaz ve dünyanın geçici olduğunun farkındalığı ile iyi bir Müslüman olarak hayat yaşar ve gösterişten ve riyakarlıktan uzak durur.

* Ahiret inancı insanların ümitlerini taze tutar, acılarını hafifletir, zor durumlara katlanmasını sağlar.

Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair Şiiri İle İlgili Deneme

 

 Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair Şiiri İle İlgili Deneme


Nazım Hikmet’in Yaşamaya Dair şiiri insanlara çok güzel mesajlar veren muhteşem bir şiirdir. Yaşamın şakaya gelmeyeceğini ve yaşamının tadını çıkararak yaşamak gerektiği ve yaşamın tadı da ancak çalışarak çıkarılacağı anlatılmıştır. Yaşamı ciddiye almalıyız. Yaşamda anın tadını çıkarmayı bilmek gerekir. Yaşamak demek çalışmak demektir. İnsanlık için, insanlığın faydasına dokunacak buluşlar yapılmalı ve tüm dünya insanlarına faydalı olunmalıdır. 


Bir bilim insanı olunmalı, bir doktor, savcı, hakim vb olunmalıdır ve ülkem için, dünyadaki diğer ülkeler için çalışılmalıdır. Yapılacak şey insan sevgisidir,  Hak için, hukuk için, adalet için, düşünce özgürlüğü için kimi zaman kişinin kendi menfaatlerinden vazgeçmesi gerekir. Çünkü adalet herkese gerekir. Bunun için yaşamı ciddiye almak gerekir. Yaşın kaç olursa olsun yaşamaktan umudunu kesmeyeceksin. Mesela bir fidan dikeceksin ve o fidana aşkla, özlemle, sevgi ile bakacaksın. Ölüme inat yaşamak için der Nazım Hikmet. Yaşamın güncel sorunlarıyla her şeye rağmen ilgilenmeye devam etmeliyiz. Ağır bir hastalığa yakalansak da ağır bir ameliyata girecek olsak da yaşamdan umudumuz kaybetmemeliyiz her şeye rağmen.


 Nerede olursak olalım ister hapishanede, ister dışarıda yine hiç ölmeyecekmiş gibi hayata bağlanalım ve umudumuz asla kaybetmeyelim. Çünkü yaşam her şeyden daha kıymetlidir. Başımıza her türlü kötülükler gelebilir, başımıza tahmin edemeyeceğimiz kötü işler gelebilir ama he şeye rağmen dört elle tutunmalıyız bu hayata. Çünkü yaşamak gerekir, havayı, suyu, yıldızları seyretmek, inadına yaşamak, inadına umutlu ve mutlu olmak gerekir. Bir gün dünyanın bile sonu gelir ve her şey sona erer, ölmediysek eğer yine de yaşamaya devam etmeliyiz. Yeter ki yaşayalım, yeter ki nefes alalım.

 

Yaşamaya Dair 1 Şiiri

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

                       bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

                                    insanlar için ölebileceksin,

                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

                        hem de en güzel en gerçek şeyin

                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

                                      yaşamak yanı ağır bastığından.

                                                                                     1947  Nazım Hikmet

                Yaşamaya Dair 2 Şiiri

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,

yani, beyaz masadan,

              bir daha kalkmamak ihtimali de var.

Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini

biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,

hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,

yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz

                                en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,

                               diyelim ki, cephedeyiz.

Daha orda ilk hücumda, daha o gün

                           yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.

Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,

                        fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz

                        belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,

yaşımız da elliye yakın,

daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.

Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,

insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla

                                    yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım

          hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

                                                                      1948

3

Bu dünya soğuyacak,

yıldızların arasında bir yıldız,

                       hem de en ufacıklarından,

mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,

                       yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,

hatta bir buz yığını

yahut ölü bir bulut gibi de değil,

boş bir ceviz gibi yuvarlanacak

                       zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,

duyulacak mahzunluğu şimdiden.

Böylesine sevilecek bu dünya

"Yaşadım" diyebilmen için...

Nazım Hikmet                            

 

 

 

 

Mevlana’nın “Sevgiden Acılar Tatlı Olur, Sevgiden Bakırlar Altın olur, Sevgiden Tortular Berrak Olur, Sevgiden Dertler Şifa Bulur, Sevgiden Ölüler Dirilir, Sevgiden Padişah Köle Olur, Bu Sevgi De Bilginin Sonucudur.” Dizelerinden ve Bu Temada Edindiğiniz Bilgilerden Yararlanarak İnsan Sevgisi Konulu Bilgilendirici Metin Yazınız.

 

Mevlana’nın “Sevgiden Acılar Tatlı Olur, Sevgiden Bakırlar Altın olur, Sevgiden Tortular Berrak Olur, Sevgiden Dertler Şifa Bulur, Sevgiden Ölüler Dirilir, Sevgiden Padişah Köle Olur, Bu Sevgi De Bilginin Sonucudur.”  Dizelerinden ve  Bu Temada Edindiğiniz Bilgilerden  Yararlanarak İnsan Sevgisi Konulu Bilgilendirici Metin Yazınız.


Dünyadaki sorunlar, bencillikler, merhametsizlikler, savaşlar, acılar sevgisizlik yüzünden olmaktadır. Çünkü sevginin olmadığı yerde acı vardır, açgözlülük vardır, hırs vardır. Oysa sevgiden acılar tatlı olur. Çünkü bir insanın yarasına merhem olursanız, acı günlerinde onu severseniz, onun yanında olduğunuzu acı çeken kişiye hissettirseniz o kişinin acıları hafifleyecek acıları tatlı olacak, kişi kendini daha iyi hissedecektir. Çünkü sevgi insanları iyileştiren büyük bir güç, büyük bir silahtır ama iyi bir silah, etkili bir silahtır. Sevgi güçlü bir bağışıklık sistemi, güçlü bir stres atma merkezidir.

 

 Sevgi sayesinde onulmaz denen şeyler olur çünkü sevgi insanları birleştirir, insanların birbirine daha çok saygı duymasını sağlar.  Sevgi sayesinde insanlar empati kurma becerisini daha iyi anlarlar. Sevgi dünyaya gerçek anlamda yayılmış olsaydı bugün savaşlar olmaz, çocuklar bombalar altında can vermez, doğamız kirletilmezdi. Tüm bunların nedeni insanların empatiden yoksun olması, sevgiden yoksun olmasıdır. Oysa sevginin olduğu yerde gül açar, esenlik olur, refah olur. Birlik, beraberlik, kardeşlik ve dayanışma ortaya çıkar. Barış ve huzur dolu bir dünya olur dünyamız. Sevgi dertlere şifa olur, sevgi hayattan umudunu kesmiş, yaşayan ölü gibi olan insanları  yeniden yaşama döndürür ve o kişiler de sevginin gücü sayesinde hayata yeniden dört elle tutulur. Yeter ki insanları birbirini olduğu gibi kabul etsin, ötekileştirmesin, hoşgörülü olsun. Ben değil biz olsun, açgözlülük değil paylaşma olsun. Kibir değil alçakgönüllülük olsun.

 

Sevgi sayesinde en acımasız kibirli insanı bile değiştirebiliriz. Yeter ki gerçek sevginin ne olduğunu bilelim. Tatlı dilli güler yüzlü olalım. Çıkar için sevmeyelim, sevmek için, değer vermek için, ilgilenmek için, insanları gerçekten anlamak ve dinlemek için sevelim. Sevgi de bilginin sonucudur çünkü insan ne kadar çok kitap okursa, ne kadar çok kendini geliştirirse sevgiyi de etrafına nasıl yayacağını bilir ve böylece sevgi kişiden kişiye bulaşır. Yeter ki okuyalım, öğrenelim ve insanları, hayvanları kısacası Yüce Allah’ın yarattığı her canlıyı sevelim, koruyalım, sevgi ile bir olalım. Kusurlarımızı kabul edelim, kusur gören gözlerimizi kör edelim, arabozucu değil ara yapıcı olalım. Hayat boyu öğrenmeye, küsleri barıştırmaya, sevgiyi nasıl daha iyi yayabilirim düşüncesi ile hareket etmeye devam edelim.

Atatürk Bugün Hayatta Olsaydı Yurt ve Dünya Sorunlarına İlgi Gösterir Miydi? Hangi Sorunlara Nasıl Çözüm Yolları Üretirdi?

 

Atatürk Bugün Hayatta Olsaydı Yurt ve Dünya Sorunlarına İlgi Gösterir Miydi? Hangi Sorunlara Nasıl Çözüm Yolları Üretirdi?


Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, ilk cumhurbaşkanı, devlet adamı, başöğretmen, lider, büyük insan Mustafa Kemal Atatürk bugün hayatta olsaydı yurt ve dünya sorunlarına ilgi gösterirdi çünkü onun hayatı zaten ülkesinin sorunları ile uğraşmakla geçti. Ülkesini her alanda geliştirmek için hayatı boyunca çok çalıştı. Hasta yatağında bile Hatay’ın ana vatana katılması  için mücadelesine devam etti ve tek derdi vatandı, tek derdi vatanımı nasıl daha iyi yerlere getirebilirim, nasıl muasır medeniyetler seviyesine çıkarabilirim düşüncesi ile hareket ederdi. Çünkü o öncü bir lider, büyük bir komutan büyük bir vatanseverdi. “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesi ile hareket geçer ve sorunları deha zekasının verdiği incelikle çözmeye çalışır, akılcı davranır ve aklı ve bilimi kendine rehber edinirdi.  

 

Zorunlu olmadıkça savaşmayı tercih etmezdi. Bizim ülkemizi ilgilendirmeyen  başka ülkeler arasında olan savaşa tarafsız kalırdı ama barıştan yana olduğunu, sivillerin üzerine bomba yağmaması gerektiğini de ısrarla vurgulardı. Çocukların, yaşlıların ve kadınların zarar görmemesi için dünyaya seslenirdi. Sorunları akılcı bir yolla çözümlemeye çalışırken bağımsızlıktan asla ödün vermezdi. Cumhuriyet, laiklik gibi kavramların ortadan kalkması gibi tartışmalara kesinlikler yer vermezdi çünkü cumhuriyet onun en büyük eseridir. Ülkesini ekonomide, sanayide, ticarette ve her şeyden önemlisi eğitimde en iyi yerlere getirmeye çalışır, vatan çocuklarının aydın birer cumhuriyetçi olmasını ister ve bunun için de çalışmalarına devam ederdi. O yaşıyor olsaydı bugün belki de başka ülkelere beyin göçü veren değil beyin göçü alan gelişmiş ülkelerden biri olurduk. İnsanlar hak ettiği yere mülakatla ya da torpille değil de çalışarak gelirdi. Atanamayan öğretmenler atanır, mühendisler, avukatlar, vb  atanır ve işsizlik fazla olmazdı. Ekonomik durumumuz bugünkü gibi olmazdı ve her açıdan daha gelişmiş ve ilerlemiş bir toplum olurduk. Lafa değil icraate bakılırdı o olsaydı.

 

Mustafa Kemal köylüsünün yanında olurdu, köylünün ürettiği ürünler halka ulaşırdı ama burada sadece ticaret eden değil köylüler de kazanırdı, kısacası herkes kazanırdı. İnsanların refah seviyesi daha yüksek olurdu. Milli Eğitime çok önem verirdi ve eğitim alanında dünyanın en iyi ülkesi olmak için var gücü ile çalışmaya devam ederdi. Ülkemizde şu anda ekonomik sorunlar yaşanıyor. Mustafa Kemal bu ekonomik sorunlara çeşitli çözüm yolları bulurdu. Köy Enstitüleri yeniden açılırdı ve oradan yetişen insanlar Anadolu’nun her yerinde ülkesi için çalışmaya, üretken olmaya devam ederdi. İnsanlar dini duyguları ile kandırılmazdı ve sömürülmezdi. Daha adaletli, daha hoşgörülü yönetim egemen olurdu ülkemize. Ötekileştirme yapmadan birlik, beraberlik ve dayanışma içinde yaşayacağımız ortam olurdu. Gündemi oyalayan basit konuları bir kenara atar asıl ülkenin sorunu olan ekonomik sorunlara çözüm yolu  bulur bunun için de kurmaylarıyla gece gündüz demeden çalışmaya, yorulmaya, alın teri dökmeye devam ederdi.

Milli Mücadele’nin Kadın Kahramanlarıyla İlgili Edindiğiniz Bilgilerden Hareketle Bu Kahraman Kadınlardan Birinin Yaşamını, Milli Mücadele’deki Yerini ve Önemini Anlatan Bilgilendirici Bir Metin Yazınız.

 

Milli Mücadele’nin Kadın Kahramanlarıyla İlgili Edindiğiniz Bilgilerden Hareketle Bu Kahraman Kadınlardan Birinin Yaşamını, Milli Mücadele’deki Yerini ve Önemini Anlatan Bilgilendirici Bir Metin Yazınız.


Milli Mücadele’nin kadın kahramanları şunlardır:

*Çete Emir Ayşe,

*Kara Fatma

*Tayyar Rahmiye (Rahime Hatun)

*Şerife Bacı

 *Ayşe Hafız 

*Selman İzbeli,

*Halide Onbaşı,

*Süreyya Sülün Hanım

*Kılavuz Hatice

*Kamacı Fatma

*Satı Çırpan

*Asker Saime Hanım

*Halime Çavuş,

*Gördesli Makbule,

*Nezahat Onbaşı.

Bu  kadın kahramanlarımızdan hayatını anlatacağım kişi ise  Tayyar Rahmiye’dir.


Tayyar Rahmiye


Osmaniye’nin Kaypak nahiyesi Raziyeler (günümüzdeki adı Kayalı) köyünün Kanlıgeçit mahallesinde 1890 yılında dünyaya gelmiştir..Tayyar Rahmiye,’nin a asıl adı Rahime'dir.[  Babasının adı Köse Abdullah, annesinin adı Hatice'dir. Okulda öğrenim görüp görmediği, okuryazar olup olmadığı konusunda bilgi yoktur. İki evlilik yapan Rahime Hatun'un ilk evliliğinden iki kızı, ikinci evliliğinden iki oğlu olmuş; oğullarının ikisini de genç yaşta hayatını  kaybetmiştir.


Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı’nda yenik çıkmıştı. Fransızlar Sykes Picot Antlaşmasını gerekçe göstererek Anadolu’nun güneyine askerlerini gönderdiler.  İşgal güçlerinin yöredeki Ermeni çetelerle işbirliği yaparak halkı öldürmeye ve mallarını yağma etmeye başlamıştı. Bunun üzerine Osmaniye’de bir çete savaşı başladı. öldürmesi ve mallarını yağma etmesi üzerine. Rahime Hatun, 1920 yılının Şubat ayında, Kanlıgeçit çete reislerinden Hüseyin Ağa'nın Milli Kuvvetlerine katılmaya gönüllü bir asker  oldu.


 Cephe gerisinde çalışmayı kabul etmedi ve erkeklerle cephede çatışmayı, düşmanla karşı karşıya kalmayı istedi. Karayiğit ve Yanıkkışla köylülerinden oluşan  Kırmızı Müfreze’ye  onbaşı olarak girdi.  Fransızlar ile girdiği çatışmadan Fransızların seksen tüfeğini ve iki de makineliği tüfeğini ele geçirdi. Çatışma sırasında hayatını kaybeden askerlerin intikamını almak için hızla düşmanın üzerine ilerlemeye başladı ve bunun için de kendisine Rahime Hatun’a Tayyar (uçan) lakabı verildi. Fransızlar ile yapılan çatışmada kimi gençler çatışmaya girmek istemiyor ve tereddüt ediyordu  bunun üzerine Rahime Hatun’un onları dönüp şu konuşmayı yaptığı söylenir: "Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da siz erkek olduğunuz halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan utanmıyor musunuz?"  Bu çatışmada Rahime Ana şehit edildi.

10 Sene Sonra Kendinizi Nerede Görüyorsunuz?

 



10 Sene Sonra Kendinizi Nerede Görüyorsunuz?


Ömrümüzün ne kadar olduğunu bilemeyiz ama geleceğe dair hayaller kurmaktan da vazgeçmeyiz. Her çocuğun kendine ait hayalleri, amaçları, özlemleri, istekleri vardır. Benim de kendime göre gerçekleştirmeyi istediğim hayallerim vardır. 10 yıl sonra kendimi bir dağ köyünde şirin mi şirin küçük bir okulun içinde öğrencilerine ders anlatan, onları geleceğe hazırlayan bir sınıf öğretmeni olarak görüyorum. Dağlarda çiçekler açmış ve yemyeşil bir köy, her yerinden  billur gibi temiz sular akıyor, her çeşit meyveler burada var ve burada doğal hayat var, umut var, mutluluk var. İdealist bir öğretmen olmak istiyorum. 


O dağ köyünde doğalgaz yok, kalorifer yok sadece soba ile ısınan okulumuzun küçük küçük sınıfları var. Öğrenci sayımız 10 ile 15 arasında ama her bir öğrencimle o kadar çok ilgiliyim ki onlara dair her şeyi öğrenmiş oluyorum ve onları geleceğe hazırlamamak için elimden gelen her türlü fedakarlığı gösteriyorum. Onların hem çalışkan, hem güzel ahlaklı hem de mutlu bir insan olması için yaşadığım köyde hayatımıza devam ediyorum. Öğrencilerime okuma yazmayı öğretmişim, onlar artık su gibi okuyup gidiyor, çok güzel bir şekilde yazıyor. Hafta sonları yaşadığım köyün şehir merkezine gidiyorum ve oradan öğrencilerime kendi kazandığım para ile hikaye kitapları, kaynak kitapları ve yiyecek malzemeler alıyorum ve onların da mutlu olmasını sağlıyorum. Çocuklarımız, canım öğrencilerimi çok ama çok seviyorum. Bu arada bu dağ köyünde beş yıl görev yaptıktan sonra da kendimi daha da geliştirip bir üniversite de üniversite hocası olmak için okuldan kalan zamanlarda yüksek lisans sınavına hazırlanıyorum, kendi imkanlarımla yabancı dil öğrenmeye çalışıyorum ve hayatım güzel bir şekilde akıp gidiyor. 


10 yıl sonra kendimi bu dağ köyünde iyi bir öğretmen, vatansever bir öğretmen, öğrencilerini çok ama çok seven nitelikli bir öğretmen, iyi bir insan olarak görüyorum. Maaşımla maddi durumu olmayan öğrencilerine de gizliden gizliye yardım etmeye çalışan bir öğretmen olarak görüyorum. İnşallah bu hayallerim gerçek olur ve ben de mutlu bir insan olurum.

Cumhuriyet’imizin 101. Yılı İçin Cumhuriyet Yüzyılı Konulu Kompozisyon

 

Cumhuriyet’imizin 101. Yılı İçin Cumhuriyet Yüzyılı Konulu Kompozisyon


Ulusun, egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği milletvekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimine cumhuriyet denilir. 101 yıl önce 29 Ekim 1920 yılında edilen cumhuriyet milletinin bağrında yaşıyor, yaşatılıyor ve yaşatılmaya da biz gençler var olduğumuz sürece devam edecektir. Çünkü cumhuriyet bizim özgürlüğümüz, bizim geleceğimiz, yol göstericimiz, aydınlığımızdır. Ulu Önder  Mustafa Kemal Atatürk cumhuriyeti ilan etmiş ve onu gençlere emanet etmiştir ve gençlerin cumhuriyeti koruyacağına inanmış, güvenmiş ve onlar her zaman çok sevmiştir. Bununla ilgili şu sözü söylemiştir: "Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir özgürlüğünün en değerli simgesi olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz!" 


101 yaşında olan cumhuriyetimiz gençlerin elinde ve gençlere emanettir. Gençler de onu koruyor, ona sahip çıkıyor. Çünkü ülkemiz gelişiyor, bilim ve fen yolunda ilerlemeye devam ediyor. Cumhuriyetle birlikte insana verilen önem artmıştır. Cumhuriyet aslında bir insan olma projesidir. Çünkü cumhuriyet ilan edildikten sonra yenilikler gelmiş, ülkemiz her alanda gelişmeye ve ilerlemeye başlamıştır. Bugün 101 yaşında olan bu koca çınar bize Mustafa Kemal’in, vatan uğrunda şehit olan vatan kahramanlarının emanetidir. Bu uğurda nice kanlar akmış, vatan yolunda nice yiğitler şehadet şerbetini içmiştir. Cumhuriyet  halkın kendi kaderini kendi eli belirlemesi, halkın özgürlüğü, halkın yönetimde söz sahip olması demektir. Onun için cumhuriyet tek bir kişinin egemenliği değil, hepimizin egemenliği, hepimizin kararlarıdır. Bunun için cumhuriyete sahip çıkmak ve onu sonsuza kadar korumak gerekir.


Cumhuriyet'in ilanı, milletimizin şanlı tarihinin önemli dönüm noktalarından biridir. Cumhuriyet'in ilanının 101. yıl dönümü ülkemizin her yerinde büyük bir coşku ile kutlanacaktır.  101 yıllık koca çınarın yani cumhuriyet bayramımızın kutlamaları kapsamında Cumhuriyet'i koruyan, yaşatan ve ülkesine sahip çıkan, milletine ve bütün insanlığa karşı görevlerini bilen bir neslin yetişmesi için başta eğitimciler ve anne ve babalar olmak üzere herkes üzerine düşen görevi yerine getirmeli, cumhuriyeti yaşatmaya devam etmelidir. Cumhuriyet ilan edilmemiş olsaydı gelişmemiş ülkelerden biri olacaktık. Ülkemiz gelişmeye devam etmeyecekti ve her gün biraz daha gerilemeye başlayacaktı. Unutmayalım ki demokrasinin taşları cumhuriyetin ilanı ile döşenmiştir.


 Cumhuriyet olmasaydı barış ortamı olmayacaktı, iç karışıklıklar olacaktı, özgürlük olmayacaktı, kadın hakları olmayacaktı. 101 yıllık cumhuriyet yüzyılında gençler olarak yeni çalışmalar yapmalıyız. Ülkemizi her alanda geliştirmeliyiz ve ülkemizi en iyi yerlerde en iyi şekilde temsil etmeliyiz. Çünkü bizler cumhuriyet çocuğu olacağız ve cumhuriyet çocuğu olmaya da devam edeceğiz Daha özgür ve daha bağımsız bir ülke olmak için, başka milletlerin kölesi olmamak için önce bağımsızlığımıza sonra da cumhuriyetimize sahip çıkmalıyız. Cumhuriyet’imizin 101. yüzyılı kutlu ve mutlu olsun. Daha nice yıllara...

Korkusuz Kahramanlar Şiirinden Hareketle Defterinize Bir Hikâye Yazınız.

 

Korkusuz Kahramanlar Şiirinden Hareketle  Defterinize Bir Hikâye Yazınız.

 

Korkusuz Kahramanlar

O karanlık gecede

 Haberi alır almaz

Vedalaşıp herkesle

Meydanlara koştular

Korkusuz kahramanlar

……………………………

O gün ölüm bile

Korkutmadı onları

Yaşlısıyla genciyle

Açtılar bütün yolları

Korkusuz kahramanlar

……………………………

Ay yıldızlı bayrakla

Göğsündeki imanla

Dimdik durarak düşmana

Dünyaya bir ders verdiler

Korkusuz kahramanlar

…………………………….

Bayraklar ellerinde

Tekbirler dillerinde

Allah, vatan uğruna

Şehit, gazi oldular

Korkusuz kahramanlar

(Ömer GÜÇLÜ)

 

Korkusuz Kahramanlar şiirinden etkilenip yazdığım hikayem aşağıdaki şekildedir:

 

Demokrasi Yok Edilemez

 

15 Temmuz akşamıydı. Saat ona doğru  ülkede darbe çıktığına dair haberler bütün kanallarda yayınlanmaya başlamıştı. Darbe demek; demokrasiye ihanet etmek demek, seçilmiş kişiyi yok etmek demekti. O gün ağabeyim, babam, annem ve ben televizyonu izliyor bir yandan da çok korkuyorduk. Ülkemizde darbe olursa sıkıntılı günler başlayacaktı ve demokrasi büyük bir yara almış olacaktı. 15 Temmuz 2016 gecesi, Türkiye’nin demokratik olarak seçilmiş hükûmetini devirmek hedefiyle hain bir darbe girişimi gerçekleştiriliyordu. Fetullahçı Terör Örgütü tarafından gerçekleştirilen darbe girişimi, İstanbul'da köprülerin kapatılması ve tankların sokaklara çıkarılması ile başladı. Haberlerde ardına ardına yeni gelişmeler oluyordu. Biz Niğde’de oturduğumuz için  haberleri izliyor, insanlara bir şey olmasın diye dua ediyorduk. Yeni gelişme şuydu: Türkiye Büyük Millet Meclisi, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Ankara İl Emniyet Müdürlüğü başta olmak üzere birçok devlet kurum ve kuruluşları bombalanıyordu.


 Gazi Meclisimiz bombalanıyordu ve  bu çok mühim bir olaydı. FETÖ’nün darbe timleri, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik suikast amacıyla bir saldırı düzenledi. Cumhurbaşkanımızın ulusal televizyonda yayımlanan çağrısı üzerine halkımız demokrasisini savunmak için meydanlara davet etti. Cumhurbaşkanımızın sokağa davetine halkımız sokaklara indi ve demokrasi için sabaha kadar darbeciler ile çatıştı İstanbul halkı adete birbirine kenetlenmişti o gece. O karanlık gecede haberi alan herkes dışarı fırladı. Korkusuzca meydanlara koştular. Kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk çocuk demeden herkes meydanlardaydı. Babam  ve ağabeyim de dışarı çıktı ve meydanlara koştu ve darbeye hayır sloganları atıldı ve o gece her kes sabaha kadar uyumadı. Darbecilerle çatışan birçok insanımız hayatını kaybetti ve şehit oldu. Bunlardan biri d e bizim hemşerim olan Niğdeli Ömer Halisdemir’di. Ömer Halisdemir o korkusuz kahraman, o korkusuz asker 15 Temmuz darbe girişimi sırasında Özel Kuvvetler Komutanlığında görevliyken komutanlığı ele geçirmeye çalışan darbe yanlısı Tuğgeneral Semih Terzi'yi göğsünden vurarak öldüren ve ardından diğer darbe yanlısı askerler tarafından vurularak öldürüldü ve oracıkta şehit düşüverdi. Niğdeliler olarak o gece başta Ömer Halisdemir olmak üzere tüm şehitlerimize ağladık. Nice çocukla yetim, öksüz kaldı, nice ana babalar da evlatsız kaldı da ağzından sadece vatan sağ olsun lafından başka bir şey çıkmadı o kahraman ana ve babaların. Gözlerimiz şişene kadar ağladık ama yenilmedik, yılmadık, vatanı kendi içimizdeki düşmanlara vermedik, vermeyeceğiz de. Milyonlarca vatandaşımız darbeci terör örgütüyle gece boyunca mücadele etti. Ay yıldızlı bayrağı eline alıp askeri araçların altına yatanı mı arasın, yoksa üzerine gelen araçlara aldırmadan ölüme giden nice vatanseverleri mi ve daha neler neler… O gece tekbirler getirildi, birçok gazimiz oldu ve birçok da şehit verdik kara toprağa. Ama o toprak ki şehit kanıyla sulanan benim ana vatanımın toprağı verilmedi darbecilere ve “vatan bir bütündür bölünemez, demokrasiye darbe vurulamaz” dedi halkımız. Vatandaşlarımız kapatılan Boğaz Köprüsü’nde şehit olma pahasına hayatlarına kasteden darbecileri etkisiz hâle getirmeyi başardı.


 Bu, milletimizin birlik ve kararlılığının test edildiği tarihî anlarından biriydi ve bu tarihi anları asla unutmayacak ve unutturmayacaktık. Çünkü bu vatan bizim, bu vatan kara toprağında şehitlerin olduğu ana toprağımızdı. Verilir miydi hiç başkasına, kıyılır mıydı hiç vatana. Kıyılmazdı elbette ve öyle de oldu. Bu darbeyi gerçekleştirenin Fetullah Terör Örgütü olduğu anlaşıldı. FETÖ’nün darbe girişiminin arkasında olduğu kesinlik kazandı. ABD'de ikamet eden örgüt elebaşının devlet içerisindeki paralel yapılanmasıyla bu hain eylemi gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Kazanılan zafer sadece Türkiye’nin değil tüm dünya demokrasi tarihinin en onurlu direnişlerinden biri olarak kaydedilmiştir. O kanlı gecede hayatlarını feda eden vatandaşlarımızın anısını Türkiye’nin istiklal ve istikbalini koruyarak onurlandırmaya devam edecektir. Yaşadın Türkiye Cumhuriyeti, Yaşasın Demokrasi!

Kadına Saygı Metninin Soru ve Cevapları 6. sınıf Türkçe kitabı 73. sayfa

 

Kadına Saygı Metninin Soru ve Cevapları 6. sınıf Türkçe kitabı 73. sayfa


Atatürk, cumhurbaşkanı olarak bir gün Tarsus’a gitmişti. Onu karşılayan kalabalık arasında iri yapılı, esmer bir kadın da bulunuyordu. Bu Kurtuluş Savaşı’nda düşman ile yiğitçe çarpışan Adile Çavuş’tu.

Ulu Önder halkı selamlayarak hükümet konağına doğru ilerlemeye başlamıştı. Adile Çavuş, kendini tutamamış, birden fırlayarak onun önünde yere kapanıvermişti. Toprağı öperken

-Bastığın yerlere kurban olayım, diyordu.

Atatürk, hemen Adile Çavuş’u elinden tutarak yerden kaldırdı ve şöyle dedi:

- Kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil, omuzlar üstünde göklere yükselmeye layıksın.

 

1) Adile Çavuş kimdir:

cevap: Adile Çavuş Kurtuluş Savaşı yıllarında düşman ile yiğitçe savaşan kahraman bir Türk kadınıdır.

 

2) Ulu Önder halkı selamlayarak hükümet konağına doğru ilerlerken Adile Çavuş ne yapmıştır?

Cevap: Adile Çavuş, kendini tutamamış, birden fırlayarak onun önünde yere kapanıvermişti. Toprağı öpmüş ve Mustafa Kemal’e Bastığın yere kurban olayım demiştir.

 

3) Atatürk, Adile Çavuş’u yerden kaldırırken ona neden göklere yükselmeye layık olduğunu söylemiştir?

Cevap: O kurtuluş Savaşında düşmandan korkmadan yiğitçe savaştığı için, mert olduğu içini kıymetli olduğu için Mustafa Kemal de ona  göklere yükselmeye layık olduğunu söylemiştir. Çünkü o vatansever yiğit ve  korkusuz bir kadındır.

Güzellik İnsanın İçinden Doğar Sözü İle Kompozisyon

 

Güzellik İnsanın İçinden Doğar Sözü İle Kompozisyon

 

Güzellik kavramı her insana göre görecelidir. Kimi insan dış görünüşü güzel olarak değerlendirir, kimi insanlar ise ruhun güzelliğine, kalbin güzelliğine önem verir. Güzellik insanın içinden doğar sözü ile anlatılmak istenen de insanın kalbinin güzel olması, iyi niyetli olması, dürüst ve güvenilir olması ile ilgili bir durumdur. Yani güzellik dışarıdan bakılınca görülen fiziksel özellikler değildir. 


İnsanın toplum içindeki nezaketi,  dürüstlüğü ve güvenilir olması, insanlara zor zamanlarda yardım etmesi, başka insanların yüzüne ayrı arkasından ayrı konuşmaması gibi özelliklere sahip olan kimseler güzel insanlardır. İşte bu şekilde olunca güzellik içten gelir ve her tarafa yayılır. Yeter ki güzel düşünelim, insanlara karşı art niyetli olmayalım, elimizden geldiği kadar bizden yardım isteyenlere yardım edelim ve bencil olmayalım. Ben değil de biz anlayışı ile hareket ettiğimiz zaman, tatlı dilli ve güler yüzlü olduğumuz zaman güzel bir insan oluruz. Bazen dışarıdan bir insanın dış görünüşüne bakarak ne kadar da itici duruyor, çok çirkin deriz içimizden. Oysa o insanla tanıştığımız zaman, nasıl sağlam bir karaktere sahip olduğunu gördüğümüz zaman dediklerimizden kendi kendimize utanırız.


 Çünkü dışarıdan güzel görünmeyen o insanın ruhunun, kalbinin nasıl bir güzelliğe sahip olduğunu görürüz zaman içinde. Bazen de dışarıdan bakıp çok güzel gördüğümüz kişilerin kalbinin kötülükle dolu olduğunu görebiliriz. İşte bundan dolayı güzelliği beden güzelliği değil de akıl güzelliği, ahlak güzelliği olarak görürsek daha güzel olur. Çünkü güzellik insanın içinden doğar.