Deyimler Ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deyimler Ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları



Dağlar dayanmaz: Böyle bir acıya dağ olsa dayanmaz.

Dağ ayısı: Görgüsüz, kaba kimse.

Dağ taş: Şehir dışındaki her yer.

Dağları devirmek: Güç yetmezmiş gibi görünen işleri başarmak.

Dağa çıkmak: Eşkıyalık yapmak.

Dağ fare doğurdu: Önemsenen bir konu önemsenmeyecek düzeyde bir sonuç verdi.

Dağların misafir almaya başlaması: Bahar mevsiminin gelmesi.

Dağarcığına atmak: Yeni bilgiyi eski bilgilerine eklemek.

Dağları  âşa mı geldin, âleme paşa mı geldin?: Bu denli kibirlenecek  büyük işler mi yaptın?

Değirmenin suyu nereden geliyor: Bu işin yürütülmesi için gereken para nereden geliyor?

Defterden silmek: Birini dostluktan çıkarmak.

Değirmenin bir ucundan akıtsan, öbür ucundan sağ çıkar: En ağır koşullar bile onu yıpratmaz.

Dandini bebek: Bebek gibi avutulan kişi.

Davul çalsın işitmez: Uykusu çok ağır kişiler için kullanılan deyimdir.

Dara düşmek: Para sıkıntısına düşmek.

Değer biçmek:  Bir şeyin değerini tahmin etmek.

Darısı dostlar başına: Bu güzel duruma dostlarım da düşsün anlamı ile söylenmiş deyimdir.

Defteri dürülmek: Ölmek, öldürülmek.

Dandini bebek: Bebek gibi avutulan kişi.

Dediğine gelmek: Birinin önce kabul etmediği düşüncesinin  doğruluğunu sonradan kabul etmek.

Daha neler!: Öyle şey olur mu hiç?

Damdan düşer gibi: Yersiz .


Dananın kuyruğu kopmak: Büyük bir olay ortaya çıkmak.

Dama taşı gibi oynatmak: Görevlilerin sıkça yerlerini ve sorumluluklarını değiştirmek.

Damarına basmak: Birinin duyarlı olduğu  bir konuya dokunarak kızdırmak.

Dayısı dümende olmak: İş başında bir torpili, bir kayırıcısı olmak.

Dediği dedik, çaldığı düdük: Her istediğini yaptırır.

Dahası var: Bitmedi, arkası da var.

Daldan dala konmak: Sıkça iş, konu ya da durum değiştirmek.

Dam üstünde saksağan, vur beline kazmaynan: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan söz.

Dal  budak salmak: Soyca ya da dostluk yönünden  yayılmak.

Dalına basmak: Kızdırmak.

Dalavere çevirmek:  Kanun dışı işi yapmak.

Dalına binmek: Birine bir şey yaptırmak için askıntı olmak.

Dalga geçmek: Karşısındaki ile eğlenmek. Bir ikinci anlamı ise şudur: Elindeki işi işle ilgilenmeyip Başka şey düşünmek.

Danışıklı dövüş: Anlaştıkları hâlde yalandan  anlaşamıyormuş gibi davranmak.

Davul onun boynunda, tokmak başkasının elinde: Bir işte sorumluluğu var ama yetkisi yok, başkası tarafından yönlendiren kimse.

Damarı tutmak: Huysuzluğu depreşmek.

Daldan eğme mi, kökten sürme mi? Aslından mı güçlü, sonradan görme mi?

Dem çekmek:  İçki İçmek.

Deniz tutmak: Deniz yolculuğu baş dönmesi, mide bulantısı.

Deli divane olmak: Birini çıldırası sevmek.

Dem vurmak: Gücünü aşan bir konu üzerinde konuşmak.

Deli kızın çeyizi gibi: Bir arada sergilenen ve birbiriyle uyumsuz giysi veya ev eşyası.

Demir almak: Gemisinin çapasını denizden çekmek.

Delik büyük, yama küçük: İhtiyaç çok, imkan az.

Dert  yanmak: Sızlanarak derdini anlatmak.

Derinlere dalmak: Bir konuyu ayrıntılarıyla irdelemek.

Deliğe girmek:  Tutuklanmak.

Değme gitsin: Anlatılması güç, anlatamam.

Delinin eline değnek vermek: Kötülük yapacak olana o imkanı sağlamak.

Demek ki: Öyleyse.

Dert benim tasa senin mi?: Benim derdim için niye tasalanıyorsun.

Dereden tepeden konuşmak: Gelişigüzel konuşmak.

Ders vermek: Birine yaptığı şeyin yanlış olduğunu bildirmek.

Derdine yanmak: Bir üzüntünün ateşi ile yanar gibi olmak.

Dereyi görmeden paçayı sıvamak: İşe zamanından önce hazırlanmak.

Demem o değil: Asıl söylemek istediğim o değil.

Delide boynuz bitse sen de çatal çatal: Davranışlarınla zır deli olduğunu gösteriyorsun.

Denize kirse kurutur: Çok beceriksiz.

Denizde balık: Ele geçirilmesi güç olan şey.

Derisine sığmamak: Çok böbürlenmek.

Dengi dengine: Kendine denk olanla.

Dem tutmak: Sazla uzun ezgilere eşlik etmek.

Deli saraylı gibi: Göze hoş gelmeyen  giysiler ve süsler içindeki kadın.

Denize girse topuğu ıslanmaz: En tehlikeli işten bile zararsız çıkar.

Deli bir değil ki bağlayasın, ölü bir değil ki ağlayasın: Türlü dertler içindeyim.

Deliliğe vurmak: Kendini deli gibi göstermek.

Denizde kum, onda para: Denizdeki kum kadar parası var.


Dili  damağı kurumak: Çok konuşmaktan ya da susamaktan ağzı kurumak.

Dil otu yemiş: Durmadan konuşmak.

Dil bir karış dışarı çıkmak: Koşmaktan,, çalışmaktan ya da sıcaktan yürümekten  yorulmak.

Dil ile tarif olunmaz: Bildiğimizi sözler ile anlatılamaz.

Devreye girmek: Bir işi yürütecekler arasında yer almak.

Dili güllü: Tatlı dilli.

Dili dönmemek:  Yanlışsız söylememek.

Diliyle tutulmak: Diliyle kendini ele vermek.

Dilini tutmak: Rastgele konuşmaktan çekinmek.

Dilinden düşürmemek: Sürekli o kişi ya da şeyden söz etmek.

 Dilinin ceazsını çekmek: Ölçüsüz konuşmanın ceazını çekmek.

Diline dolamak: Birini her yerde kötülemek.

Dili ensesinden çekilsin!: Konuşamaz duruma gelsin!

Diliyle sokmak: Birini ağır sözler ile incitmek.

Dilinin altında bir şey olmak: Söylediklerinden  açıkça söyleyemediği bir şey sezmiş olmak.

Dilinin ucuna gelmek: Hemen söylenecek durumda olmak.

Dilinde tüy bitti: Sürekli söylemekten bıktı.

Dili olsa da söylese: Bu cansızın dili olsa da tanık olduğu şeyleri söylese anlamında bir deyimdir.

Dilinden kurtulamamak: O kişinin sitemlerinden kurtulamamak.

Dili dolaşmak: Ne diyeceğini şaşırmak.

Diyeceği olmamak: Konuyla ilgili söyleyeceği söz olmamak.

Dişe dokunur: İşe yarar.

Dingo’nun ahırı: Girip çıkanı belli olmayan yer.

Dilli düdük: Duyduğunu herkese yetiştiren.

Dişine göre: Tam onun yapabileceği bir iş anlamında kullanılan deyim.

Dişinden tırnağından artırmak: Zorunlu harcamalarından kısarak para biriktirmek.

Dinini yıkmak: Yalan söylemek.

Diş geçirememek: Gücü yetmemek.

Dişini tırnağına takmak: Büyük sıkıntılara katlanarak çalışmak.

Dipsiz kiler, boş ambar: Sonuçsuz bir durum.

Dirsek çevirmek: İş birliğinden caymak.

Dillerde dolaşmak: Her yerde sözü edilmek.

Dip doruk: Baştan aşağı.

Diş göstermek:  Güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini davranışları ile belli etmek.

Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyi bir şey elde etmek uğruna eldekini de yitirmek.

Dinden imandan çıkmak: Çok öfkelenerek dinin yasak kıldığı küfürleri söylemek.

Dilini bağlamak: Birini söz söylemez duruma düşürmek.

Dilini fare mi yedi?: Neden konuşmuyorsun?

Dili tutulmak: Heyecandan konuşamamak.

 

Diz çökmek: Dizini yere koyarak oturmak.

Dizgini ele almak: Yönetimi ele almak.

Dizginini kısmak: Başıboş gidişi sınırlandırmak, yetkisini daraltmak.

Dize gelmek: Güçlünün emrini kabul etme.

Dizginine çarpmak: Yanlış yoldaki birini uyarmak.

Dizginleri salıvermek: Önce sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek.

Dizini dövmek: Çok pişman olmak.

Dizinin dibinde: Hiç ayrılmadan yanında.

Doğru dürüst: Kusursuz.

Dizlerine kapanmak: Yalvarmak.

Dizinin bağı çözülmek: Ayakta durma gücü kalmamak.

Dobra dobra söylemek. Açıkça ve yüze söylemek.

Doğru doğru dosdoğru: En doğrusu

Dokuz yorgan eskitmek: Uzun yaşamak.

Dokuz öküzle bir mağaraya mı kapandı?:  Aşırı geçim sıkıntısı çekmediği halde neden tasalanıyor?

Dokuz köyden kovulmuş: Aykırı davranışlarından dolayı  pek çok yerden uzaklaştırılmış kişi.

Doksan kapının ipini çekmek: Birçok yere uğramak.

Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Sıkışık bir durum oluşmak.

Dokuz doğurmak: Sabırsızlık ve merakla beklemek.

Dolaba girmek: Oyuna gelmek.

Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Hiç değişmeyen yorucu bir işte durmadan çalışmak.

Dolma yutmak: Aldanmak.

Dolmuş yapmak: Araba veya kayıkla yolcu taşımacılığı yapmak.

Dolap çevirmek: Hile ile iş yapmak.

Dost kazığı: Dostun dostu aldatması.

Doldururken dökmek: Becermeye çalışırken bozmak.

Dona çekmek: Hava soğukluğunun  suları donduracak düzeye ulaşması.

Dosta düşmana karşı: Dost üzülmesin, düşman sevinmesin diye.

Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Hiç değişmeyen yorucu bir işte durmadan çalışmak.

Dostlar alışverişte görsün: İş yapmak yerine yapıyor görünmek.

Dostlar başından ırak: Dostun böyle kötü duruma düşmemesini dilerim.

Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.

Dostlar şehit, biz gazi:  Özveriyi başkaları yapsın, biz faydalanalım.

Doyumluk değil, tadımlık: İkram ettiğim için tatmanız için verdim, doymanız için değil.

Dönüm noktası: Bir durumdan  başka bir duruma geçme zamanı.

Dolmuşa gelmek: Kışkırtılmak.

Dökülüp saçılmak: Bir şey için çokça para harcamak.

Dolabı bozulmak: İş düzeni bozulmak.

Dolaba girmek: Oyuna gelmek.

Doyum olmamak: Tadına doyulmamak.

Dört başı mamur: Hiç eksiği olmayan.

Dört dönmek: Şuraya buraya koşmak.

Dört bir yan:  Bütün çevre.

Dört dörtlük: Eksiksiz

Dört duvar arasında: Kapalı bir yerde.

Dört elle sarılmak: Bir işi benimseyerek eksiksiz yapmaya çalışmak.

Dört gözle ağlamak: Çok yakınmak.

Dört gözle beklemek: Sabırsızlıkla beklemek.

Dört yanı deniz kesilmek: Bütün yardım umutlarını yitirmek.

Dudak ısırmak:  Ayıp ya da tehlikeli duruma şaşmak.

Dudak  payı bırakmak:  Bardağı, fincanı ağzına dek doldurmayıp, dudağın yanaşabileceği bir boşluk bırakmak.

Durup dinlenmeden: Sürekli olarak.

Durduğu yerde: Emek harcamadan.

Dur otur olmamak: Hiç dinlenme olanağı bulmamak.

Durmuş oturmuş: Dengeli ve akıllıca davranır olmuş.

Dumanı üstünde: Çok yeni, taze.

Duman attırmak: Başkalarını geride bırakmak.

Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda büyük kazanç sağladı.

Dudak sarkıtmak: Somurtmak.

Durup dururken: Ansızın. Hiç bir neden yokken anlamına da gelir.

Duymazlıktan gelmek: Duymamış gibi davranmak.

Dut yemiş bülbüle dönmek: Önce çok konuşurken artık sesi çıkmamak.

Dün bir bugün iki: Daha yeni.

Dümen çevirmek: Düzene başvurmak.

Dümen suyundan gitmek: Birinin tuttuğu yolu izlemek.

Düğün bayram etmek: Çok sevinmek.

Duvar gibi: Çok sağır.

Düğüm noktası:  Bir işin çözülmesi en güç yanı.

Düdüğü çalmak: Sevindirici duruma erişmek.

Düğün aşı savulduktan sonra:  Kolay para kazanma fırsatı geçtikten sonra.

Düdük gibi olmak: Yapayalnız kalmak. Bir de şu anlama gelir: Zayıflamak demektir.

Düğün aşı ile dost ağırlamak: Herkes için hazırlanmış şeyi, ağırlayacağı kişi için özel hazırlanmış gibi göstermek.

Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider kurna beğenmez: Her şeyde bir kusur vardır.

Dümenine bakmak: Çıkarını gözetmek.

Düğün dernek, hep bir örnek: Bütün toplantılar birbirine benziyor.

Ç Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 Ç  Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 

Çalmadan oynamak:  Çok sevinmek.

Çalım satmak:  Büyüklük tasarlamak.

Çabalama kaptan, ben gidemem: Bu işi yapacak becerim yok, lütfen zorlama anlamına gelir.

Çalımına bakarsın çırak durasın gelir, evine bakarsın sadaka veresin gelir: Gösterişi çok sevmesine rağmen fakir olan biri için kullanılan deyimdir.

Çalıyı tepeden sürütmek:  Kısa yol varken dolambaçlı yollara sapmak.

Çalı çırpı:  İnce dal ve çöp parçaları.

Çalımından geçilmemek: Kibirlenmesinden yanına yaklaşılmamak.

Çalgı çağanak: Çalgı, türküyle, gürültüyle.

Çabası sana mı düştü? Bu işle senin alakadar olman gerekmez, sen neden ilgileniyorsun ki, sana ne?

Çalı idi çırpı idi evimdi ya, ayı idi uyu idi erimdi ya: Evim derme çatma da olsa benim ya  o bana yeter. Kocam da huysuz da olsa, anlayışsız ve kaba  da olsa benim kocamdır onun için evimi de kocamı da çok seviyorum anlamlarına gelir.

Çakaralmaz: Görüşüne rağmen  işe yaramayan kişiler için kullanılan deyimdir.

Çatalkazık: Birbirleri ile uyuşamayan söz sahipleri.

Çatpat: Beklenmedik zamanda kapı çalmak.

Çalyaka etmek: Yakasına yapışarak götürmek.

 Çaptan düşmek:  Durumu kötüleşmek.

Çamur atmak: Birini lekelemeye çalışmak.

 Çam devirmek: Bilmeden gereksiz ve yanlış bir şey söylemek.

Çan çan etmek: Devamlı yüksek bir sesle konuşmak,

Çarşamba pazarı: Karışık.

Çarçur etmek: Gereksiz para harcamak.

Çarpık çurpuk: Çok eğri.

 Çantada keklik: Elde edilmesi kolay.

Çek arabanı: Çekil git buradan.

Çehre züğürdü: Çirkin yüzlü.

Çatal yürekli: Hiçbir şeyden korkmayan

Çatık kaş: Öfkeli bakışlar.

Çevir kazı yansın: Söylediği kırıcı sözü düzeltmeye çalışan insanlar için kullanılmış deyimdir.

Çaputu gümüşlü: Eşyasını çok kıymetli sayan kişi.

Çattık teyellemesi kaldı: Bu zorlu ve sıkıntılı durumun arkası da var.

Çekiver kuyruğunu: Ondan hayır gelmez.

Çapar çiçek çıkardı: İş zaten kötüydü, daha da kötüye gitmeye başladı.

Çamura basıp çalıya asmak:  Bir işi özen göstermeden rastgele yapmak.

Çekip gitmek: Savuşup gitmek.

 Çene yormak: Boşa konuşmak.

Çengelde kokmuş etim yok: Kızım daha evlilik yaşında değil.

Çark etmek: Yüz geri dönmek.

Çarkına okumak:  Birine büyük kötülük etmek.



Çapağını alayım derken gözünü kör etmek: İyilik yapayım derken bilmeden kötülük yapmak.

Çekirdekten yetişme: Küçük yaştan başlayıp yaparak öğrenmek.

Çekişe çekişe pazarlık: Sıkı pazarlık

Çamura yatmak: Sözünde durmamak iç.in sudan bahaneler ileri sürmek.

 Çene yarıştırmak: Karşılıklı ve devamlı konuşmak.

 Çaputuna, çuluna, aşıklık ne haline?  Durumuna bakmadan büyük işlere kalkışma.

Çanak tutmak: Kötü söz veya eylemin oluşmasına zemin hazırlamak.

Çay kenarında kuyu kazmak: Bir şeye ulaşmak için o şeyi kolay yoldan etmek varken zor olana başvurmak.

Çekme burun: Düzgün , biçimli burun.

Çat orada, çat burada, çat kapının ardında: Her yerde hazır bulunur.

Çanına ot tıkamak: Sesini çıkmayacak duruma sokmak.

 Çelme takmak: Birinin işini bozucu  davranışta bulunmak.

Çekidüzen vermek: Dağınıklıktan kurtarıp düzenli duruma getirmek.

Çekiye gelmemek: Kullanılan ölçülere sığmamak.

Çatal avuç:  İki el yan yana  getirilerek birleştirilen avuçlar.

 Çeyiz çemen: Bol çeyiz.

Çile doldurmak: Sıkıntının sona ermesini beklemek.

Çığırından çıkmak: Doğru yoldan ayrılmak

Çığır açmak: Kendinden sonra izlenecek yol oluşturmak.

Çıkar yol: İstenen sonuca ulaştıracak yöntem.

Çıkmaza girmek: Çözümlenemeyen  durum oluşmak.

Çıktı dokuza, inmez sekize: Özveride bulunuyor.

Çıkış yapmak: Karşısındakine sert sözler söylemek.

Çıngar çıkarmak: Olay çıkarmak.

Çıt çıkarmamak: Taptaze

Çıkmaz ayın son çarşambası: Hiç bir zaman.

Çift çubuk: Çiftlikte kullanılan  araçlar.

Çifte kavrulmuş: Çok pişkin.

Çile doldurmak: Sıkıntının sona ermesini beklemek.

Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: Suçum yo ki korkum olsun.

Çifte atmak: Katır, at ve eşeğin arka ayaklarını savunması. Diğer bir anlamı
 umulmadık zamanda kırıcı sözler söylemek.

Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu haldeki insan ya da hayvanların her birinin  bir yana dağılması.

 

Çimdik atmak: Çimdiklemek

Çivi gibi olmak: Çok sağlam, güçlü.

Çingene pembesi:  Göz alıcı çiğ pembe.

Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği işe karışmak.

Çirkefe taş atmak: Kötülüğünden kaçılan birini kışkırtmak.

Çocukluk etmek: Akılsızca iş yapmak.

Çocuk oyuncağı haline getirmek: Bir işi küçümser duruma düşürmek.

Çorba olmak: Karmaşık duruma girmek.

Çorbada tuzlu bulunmak:  Yapılan işe katkıda bulunmak.

 Çok harman yeri dişlemiş:  Çok tecrübeli.

Çömlek hesabı: yanlış hesap.

Çöpsüz üzüm:  Pürüzsüz, kazançlı iş.

Çöpten çelebi: Güçsüz kimse.

Çukurunu kazmak: Birini yıkıma sürükleyecek bir plan yapmak.

 Çok olmak:  Davranışları dayanılmaz duruma gelmek.

Çoğa varmak: Aşırı davranmak.

Çok görmek: Yapılan şeyi yadırgamak.

Çorap söküğü gibi olmak: İş arka arkaya ve birbirine bağlı olarak çözülmek.

Çoğu gitti, azı kaldı:: Yapılacak işin  zor kısmı bitti, azı kaldı.

Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip çocuk sahibi olmak.

Çuhasını giymedikçe kenarını kuşandık: Bu konuda benim de bilgim, benim de tecrübem var. Diğer bir anlamı; o güzel şeyin yabancısı değilim.

Çöp atlatamaz: Çok dikkatlidir, aldatılmaz.

Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği işe karışmak.

Çuldan çuvaldan olmak: Tüm eşyasının elden gitmesi.

Çul tutmaz: Kazandığını harcayan kimse.

Çürük tahtaya basmak: Tuzağa düşmek, oyuna gelmek.

Çürük çıkmak:  Sağlam olmadığı anlaşılmak.

 

 


 

B Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 B Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları


Bağrını delmek: Çok dertlenmesine sebep olmak.

Baş bağlamak:, Kendini bir yere, bir işe bağlamak

Babaları tutmak:  Öfke nöbetine girip sağa sola bağırmak.

Bacası tütmez olmak: Ailesi dağılmış olmak.

Bağrına taş basmak: Derdini kimseye açıklamayıp o derdi tek başına çekmek, derdine tek başına katlanmak.

Babasının harına mı?:  Bir menfaat beklemeden mi?

Baba değil, trabzan  (iskele) babası: Çocuklarına faydası olmayan babalar için söylenmiş olan bir deyimdir.

Bastığı yeri bilmemek: Çok sevinçli olmak


Barut kesilmek: Çok kızmak

Bağlandığı yerden otlamak: Hiçbir ilerleme kaydetmemek.

Baskın çıkmak: Üstünlük sağlamak.

Baston yutmuş gibi: Dik durup yürümek.

Baş başa vermek: Birkaç kişinin  görüş alışverişi için toplanması.

Bardağı taşıran damla: Sebatı  (sabrı)taşıran, hareket.

Bastığı yerde ot bilmez: Zalim, uğursuz.

Baş aşağı gitmek: Sürekli kötüye gitmek

Baldırının etini yiyip kasaba minnet eylememek: Gereksinimleri güç de olsa kendi imkanları ile karşılayıp kimseden bir şey istememek.


Bahtı açık olmak: İşleri hep yolunda gitmek

Baldırı çıplak: İşsiz.

Barut kokusu gelmek: Savaş tehlikesi sezmek.

Bam teline basmak: Bir kişinin hassas olduğu bir konuda onu kızdıracak söz söylemek.

Bal gibi: Adamakıllı, çok iyi.

Bal alacak çiçeği bilmek:  Çıkar sağlayacağı yeri bilmek

Balık kavağa çıkınca: Gerçekleşmesi  imkansız bir şeyin gerçekleşeceği sanılırsa.

Barış görüş olmak: Aradaki küslüğün sona ererek barışın olması.

Bal dök yala!: Çok temiz.

Bana göre hava hoş: Beni ilgilendirmez.

Balon uçurmak: Yalan haber yaymak.

Baş ağrıtmak: Çok fazla konuşarak bir kimseyi rahatsız etmek.


Balaban aş pişirirmiş, çocuklarının başına üşürmüş: Yaptığı şeyden kendi ve çocukları dışında kimseyi faydalandırmayan insanlar için kullanılan bir deyimdir.

Bal sağmak: Kovandaki balı almak.

Basireti bağlanmak: Doğru yolu görememek, şaşkınlaşmak.

Baskın yapmak:  Birini suçüstü yakalamak.

Bana mısın dememek: Aldırış etmemek.

Başı yerine gelmiş olmak: Dinlenmiş olmak.

Başa gelmek: Kötü bir duruma düşmek

Başı dinç olmak: Tasasız olmak.

Başı taşa değmek: Kötü şeylerden ders almak.

Başı yumuşak:  Uysal, inatçı olmayan kimseler için kullanılmıştır.

Başı önünde: Utangaç.


Başı taşa, taşa başı vurmak:  Başarıya ulaşmak için her yolu denemek

Başı dertte olmak: Sıkıntılı durumda olmak

Başa çıkarmak: Bir işi sonlandırmak

Başa geçmek: En üstün yeri almak.

Baş tacı etmek: Çok değer verip, büyük bir saygı göstermek.

Başı göl, ayağı sal: Kimseden izin alamadan kafasına göre gezen.

Baş elde iken: Ölmeden

Baş kaldırmak: Ayaklanmak

Baş çekmek: Ön ayak olmak.

Baş belası: Sıkıntı verdiği halde bir tülü uzaklaştırılamayan kişi.

Baş göz etmek: Evlendirmek

Baş eğmek: Güçlünün emri altına girmek

Başı yastık yüzü görmemek:  Hiç hastalanmayan  kişiler için kullanılır. Ya da uyumamış olmak anlamlarına gelir.

Baş göstermek: Ortaya çıkarmak

Başında torbası eksik: Kaba saba kimse.

Başını taştan taşlara vurmak: Çaresiz kalmak, eldeki fırsatı kaçırıp çok pişman olmak, üzülmek.

Başına karalar bağlamak: Yas tutmak


Başında değirmen çevirmek: Çok ses çıkararak, gürültü yaparak başını döndürmek.

Başını ezmek: Birini kıpırdayamaz duruma getirmek.

Başına vurmak: Ne yaptığını bilmez duruma gelmek.

Başına ekşimek: İstenmeyen kişi ya da şey üstünde kalmak.

Başına çıkmak: Şımarmak

Başıboş kalmak: Denetimsiz kalmak.

Başına çorap örmek: Bir kişiye tuzak kurup ona sinsi oyunlar oynamak.

Başını kaşımaya zamanı olmamak: İşleri sıkışık durumda olmak, çok fazla işi olmak.

Başında kavak yeli esmek: Gerçekleşmeyecek şeylerin hayalini kurmak, düşünmek.

Başına çalmak: Bir şeyi sert bir şekilde vermek, öfkeli vermek.

Başına dolamak: Zor bir işi birine yıkıp gitmek.


Ben sana hayran, sen cama tırman: Onu sevdiğimle hiç ilgilenmiyor bile.

Baştan savma: Özensiz

Belaya çatmak: Beklenilmeyen bir olumsuz durum ile karşı karşıya kalmak.

Bayram etmek: Çok sevinmek

Ben deniz cennet kuşu: Ben zarif kulunuz.

Benim oğlum bina okur, döner döner yine okur: Devamlı kendini tekrar eden, verimsiz bir çalışma içinde olan kişi.

Ben gidemem, bendere, alışmışım kaba döşek mindere: Nazlı büyüyen kişiler zor koşullarda yaşamak istemezler.

Benim gözümden geçermiş, senin gözünde uçarmış: Oysa sen benden daha da istekliymişsin.

Ben de o göz var mı?: Ben buna inanacak kadar saf mıyım?

Başını vermek: İdealleri uğruna ölmek

Battı balık yan gider: Durum kötü ve durumun iyiye gitme imkanı da yok.

Benim gönlüm öküz ile danada, onun gönlü rastık ile kınada: Ben zaruri gereksinimlerimle ile uğraşırken o süsüne, püsüne uğraşıyor.

Benim diyen: Kendine güvenen.


Ben bilmez miyim güttüğüm eşeğin huyunu?:  Uzun süredir birlikte olduğum o kişiyi bana övme, ben onun ne olduğunu senden daha iyi bilirim.

Benzetmek gibi olmasın: Benzetmek amacı ile söylemiyorum ama senin çocuğunun yaşlarında denilir ya hani işte bu da onu anlatan bir deyimdir.

Başköşe: Büyüklerin oturması için ayrılmış olan yer.

Bel bağlamak: Birine inanmak, güvenmek.

Benden uzak olsun da Mısır’a sultan olsun: Benden uzak olsun da istediği kadar başarılı olsun anlamlarına gelir.

Beğenmeyen kızını  vermesin: Kimsenin beğenip beğenmemesi umurumda değil.

Bektaşi sırrı: Çok gizli tutulan sır.

Başını yemek: Bir kimsenin ölümüne sebep olmak.

Bin dereden su getirmek: Dolambaçlı nedenler öne sürmek

Bir ayağı çukurda olmak: Ölüme giderek daha fazla yaklaşmak.

Bin pişman olmak: Çok pişman olmak.

Bir abam var atarım, nerede olsa yatarım: Tek başımayım ve  basit bir şekilde de yaşamla yetinirim.

Bir araya gelmek: Bir yerde toplanmak.

Bir aşağı bir yukarı dolaşmak: Belli bir alanda dönerek yürümek.

Bindiği dalı kesmek: Kendine yararlı olan şeyi eliyle yok etmek.

Bini bir paraya: Çok ucuz.

Bir araba laf: Bir yığın söz.

Bir atımlı barutu olmak: Yapabileceği çok az şeyi bulunmak.

Bir ayağı üzengide olmak: Devamlı gezen biri olmak.

Bir ayağı kıyıda, bir ayağı kuyuda: Yarı güvenli, yarı tehlikeli durumda.

Bir ayak üstünde bin yalan söylemek: Çok yaşan söylemek.

Bir ayağı çukurda olmak:: Ölümü çok yaklaşmış olmak.

Bir bakıma: Başka yönden bakılırsa. Bir baştan bir başa: Bir alanın  bir ucundan diğer ucuna.

Bir ayak önce: Bir an önce.

Bir bardak suda fırtına koparmak: Küçük bir sorunu abartarak büyük bir olay durumuna getirmek.

Bir başına: Yalnız olarak.

Bir ayağı yerde olmak: O yere sıkça gitmek.

Bir baltaya sap olmak: Belli bir iş sahibi olmak.

Bir dalda dokuz ceviz görmeyince taş atmamak: Çok kazançlı olmayan işe girişmemek.

Bir çıktı, pir çıktı: Bir tane yetişti ama onun da benzeri bulunmaz.

Bir burnuna tuz, bir burnuna biber koymak: Bir işi yapması için çok sıkıştırmak.

Bir deri bir kemik kalmak: Çok zayıflamak.

Bir dalda durmamak: Devamlı iş ya da tutum değiştirmek.

Bir çift söz: Bir iki söz.

Bir çekirdek geri kalmamak: Herkesle aynı düzeyde olmaya çabalamak.

Bir buldu iki ister, akça buldu çıkın ister: Eline geçenle yetinmez, daha çoğunu ister.

Bir boy gitmek: Aradaki uzaklık boyunca gitmek.

Bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek: Çok iş yaparak az verim sağlamak.

Bir dikili ağacı olmamak: Toprak üstünde hiç bir malı olmamak.

Bir çuval inciri berbat etmek: Yolunda olan işi bozmak.

Bir bu eksikti: Sıkıntılar yetmezmiş gibi , bir de bu sıkıntı eklendi.

Bir ben bilirim bir de Allah: Çektiğim sıkıntıların acısını  sadece Allah bilir.

Bir çırpıda çıkarmak: Ele alır almaz bitirmek.

Bir dereyi bal, bir dereyi yağ etmek: Yapılan işin  çok faydalı olduğunu abartarak söylemek.

Bir dilim ekmekle aç, bir dilim ekmekle tok olmak: Yaşamak için çok şeye gereksinim duymamak.

Bir don gömlek: Üstünde don ve gömlekten başka bir şey yok.

Bir Köroğlu, bir Ayvaz: Bir karı, bir koca.


Bir mum al da derdine yan!: Başkalarıyla uğraşacağına, kendi derdine üzül!

Bir gömlek aşağı: Bir derece daha düşük.

Bir dudağı yerde, bir dudağı gökte: Masallardaki deve benziyor, onlar gibi korkunç ve çirkin .

Bir içim su: Kadınlar için söylenmiş bir deyimdir. Çok güzel anlamına gelir, bakmalara doyamazsın da denilir.

Bir köşeye çekilmek: Çevre ile ilişkisi kesmek.

Bir eli balda, bir eli yağda: Bereket ve bolluk içinde yaşayıp gitmek.

Bir elle verdiğini öbür elle almak: Birine sağladığı yararı, olumsuz tavrı ile geçersiz hale getirmek.

Bir iğne bir iplik kalmak: Çok zayıflamak.

Bir eli kan, bir eli katran: Çeşitli fenalıklar, kötülükler yapan kimse.

Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak: Söylenen söze önem vermemek.

Bir gömlek fazla eskitmiş olmak: Daha yaşlı ve daha tecrübeli olanlar için kullanılan deyimdir.

Bir hoşluğu olmak: Hasta gibi bir halde olmak, neşesi olmamak.

Bir düşüncedir almak: Uzun uzun düşünmeye başlamak.

Bir gözünü kör, bir kulağını sağır etmiş olmak: Kimi şeyleri görmemiş, duymamış gibi yapmak.

Bir kaşık suda boğmak: Elinden gelse, gık demeden öldürecek anlamına gelir.

Bir kalemde: Toptan, bir işlemde gibi anlamlarına gelir.

Bir kazanda kaynamamak: Uyuşamamak.

Bir kapıya çıkmak: Aynı sonuca ulaşmak.

Birbirinin ağzına tükürmek: Yalan ve kötü söz söylemede ağız birliği etmek.

Bir sıkımlık canı olmak: Cılız ve güçsüz almak.

Bir yumup on dökmek: Çok ağlamak.

Bir yastığa baş koymak: Eşlerin acı ve tatlı günlerini paylaşması.

Bir pula satmak: Birini küçük bir çıkar uğruna harcamak.

Bir olmak: Söyleye söyleye bir oldum denilir ya. Bu deyim de söyleye söyleye bitkin düşmek anlamına gelir.

Bir vakitler: Geçmiş zamanda.

Birbirine girmek: Kavga ederek birbirlerine şiddetle saldırmak.

Bir taşla iki kuş vurmak: Bir eylemle yararlı iki sonuç elde etmek.

Bir yaşıma daha girdim: Şimdiye kadar görmediğim bir şeyi görmenin şaşkınlığı içindeyim.

Bir sözünü iki etmemek: Her istediğini yapmak.

Bir solukta: Hemen.

Bir pire için yorgan yakmak: Küçük bir çıkar için  büyük zararı göze almak.

Bir yakadan baş çıkarmak: Bir çatı altında dirlik ve düzen içinde yaşamak.

Bir yastıkta kocamak: Eşlerin ölene kadar hayatlarını birlikte devam ettirmesi.

Birbirine düşmek: Aralarında anlaşmazlık çıkıp birbiriyle uğraşmaya başlamak.

Birinden biri: Bir yerde toplu olarak bulunanlardan biri.

Bire bin katmak: Olan şeyi abartarak söylemek.

Biri vardı geceden, biri düştü bacadan: Eski sıkıntının üstüne bir yenisi eklendi.

 Biz attık kemik diye, el kaptı ikil diye: Bizim değer vermeyip attığımız şeyleri başkası değerli buldu.

 Biri eşikte, biri beşikte: Çocuklarının hepsi küçük.

Biz bizeyiz: Aramızda yabancı yok.

Bit yeniği: Güven vermeyen yön, durum.

Boğaz tokluğuna çalışmak: Karnını doyurma karşılığında çalışmak.

Boğaz derdi: Yaşamak için kazanç sağlama endişesi.

Bizim gelin bizden kaçar, tutar ele başın açar: Yakınlarına karşı çekingen davranıyor ama ele karşı  bir şeyini esirgemiyor.

Biz leblebi deyinceye kadar Pazar savulur: Biz karar verene kadar Pazar çoktan dağılmış olur.

Bizim tavuk bir yumurta yumurtlar, yedi mahalle duyar; elin kısrağı küheylan doğurur, sesi çıkmaz: Bizim azıcık kazancımız milletin dilinde olur. Başkalarının milyonlarıyla kimse ilgilenmez.

Bizim evde yalanırsın, Kirkor’un bağında mı ürürsün? İyiliği bizden görürsün ama bize bir iyilik etmez, başkalarına hizmet edersin, nankör.

Biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz: Birbirimizi yakından tanırız ve herkes birbirinin özelliklerini iyi bilir.

Biti kanlanmak: Yoksul birinin varlık sahibi olması.

Boş atıp dolu vurmak: Umutsuzca girişilen bir işin sonucunun olumlu olması.

Boğazı işlemek: Durmadan bir şeyler yemek.

Boğazı kurumak: Çok konuşmaktan sesi kısılma.

Boğazına durmak: Yediği şeyi yutamamak.

Borç har: Bor ederek.

Bostan korkuluğu: İş başında olduğu halde işini yapmayan.

Borç içinde yüzmek: Borcun çok olması

Borusunu çalmak: Menfaat sağladığı kişinin  davasını gütmek.

Borç gırtlağına çıkmak: (Gırtlağına kadar borcu olmak): Pek çok borcu olmak.

Borç bilmek: Bir şeyi yapmayı kendisine iş olarak kabul etmek.

Bol keseden: Çokça vermek, ölçüsü olmamak.

Bohçasını koltuğuna vermek: İşine son verip kovmak.

Borç benim kasavet senin mi?: Benim borcumdan dolayı sen niye üzülüyorsun?

Boğazına düşkün: Yemeyi, içmeyi çok seven.

Borcunu kapatmak: Borcunu ödeyip bitirmek.

Borusu ötmek: Sözü geçer olmak.

Borcunu bilmek: Borcunu zamanında öder olmak.

Boğazına sarılmak: Boğmak istercesine kavga etmek.

Boynunun borcu: Yapması gereken ödevi.

Boy göstermek: Bir işi yapmayarak yalnızca gösteriş için orada bulunmak.

Boşu boşuna: Gereksiz yere.

Boy ölçüşmek: Kendini eşit durumdaki biriyle karşılaştırmak.

Boşa çıkmak: Sonuç vermemek.

Boy vermemek: İnsan boyunu aşan derinlikte.

Boynunda kalmak: Başkasının yapması gereken bir işi yapmak zorunda kalmak.

Boynu bükük: Kimsesiz, yardım edilecek durumda olan.

Boydan boya: Bir uçtan öbür uca.

Boynu eğri: Kendini başkasının istediğini yapmaya borçlu sayan.

Boşa koysam dolmaz, doluya koysam almaz: Bu güç işi yoluna koyacak çözümü bulamıyorum.

Boy atmak: Boyu uzamak.

Boş bulunmak: Dikkatsiz ve dalgın olmak.

Boş gezenin boş kalfası: İşsiz güçsüz dolaşan kişi.

Boyacı küpü değil ki hemen daldırıp çıkarasın: Öyle kolayca ve kısa zamanda yapılacak iş değil.

Boya çekmek: Şişmanlamadan boyu uzamak.

Boynu armut sapına dönmek: Çok zayıflayıp boynu incelmek.

Boynum kıldan ince: Verilecek her türlü cezaya razıyım.

Boynuz isterken kulaktan olmak: Daha fazlasını isterken, elde olanı da yitirmek.

Boyu boyuna, huyu huyuna uymak: Birbirlerine denk olmak.

Boyun eğmek: Karşısındakinin üstünlüğünü kabul etmek.

Boyu bacadan mı aştı: Daha evlenecek yaşta değil.

Boyunduruk altına girmek: Başkasının buyruğu altında yaşamayı kabul etmek.

Boyun bir karış uzadı: Gereksiz bir iş yapmakla büyüdüğünü mü sanıyorsun?

Bucak bucak kaçmak: Ortada görünmemeye çalışmak.

Boyun kesmek: Saygı ve bağlılık gösterisi olarak başı öne eğmek.

Boyunun ölçüsünü almak: Yetersizliğini anlamak.

Bozuk düzen: Düzensiz.

 Bozum olmak: Utanacak duruma düşmek.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu: Söz ve davranışları birbirini tutmayan.

Bozuntuya vermemek: Hoşuna gitmeyen bir durumu anlamamış gibi davranmak.

Böylesine can kurban: Her türlü özveriye değer.

Bu yel böyle eser, bu yengeç böyle sıkarsa: Bu olumsuz koşullar böyle sürüp giderse.

Bu kadar kusur kadı kızında da olur: Sözünü etmeye değmeyecek kadar kusursuz.

Bu abdestle daha çok namaz kılınır: Bu boş inançla daha çok  kötü işler yaptığını göreceğiz.

Bu hamur daha çok su götürür: Bu konuda daha çok sorun çıkar.

Bozuk çalmak: Canı sıkılmış olmak.

Boyun kesmek: Saygı ve bağlılık gösterisi olarak başı öne eğmek

 

 

 

 

 

 


 

 

A Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 A Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

Adı batmak: Unutulmak

Adı bile okunmamak: Adından söz açmamak

Adam içine çıkmak: Değerli kimseler arasında yer almak

Açıktan açığa: Gizli saklı kalmadan

Ad almak: Ünlenmek

Açık alın: Övünç duyma

Adam bildim eşeği, altına serdim döşeği:  Hak etmeyen birine değer vermek

Acısını çekmek:  Yapılan bir yanlışın ortaya çıkardığı sıkıntıyı yaşamak.

Abbas yolcu: Gidiyorum anlamına gelir. Bir diğer anlamı ise ölmek üzeredir.

Acısını çıkarmak: İntikam (öç) almak.

Aç acına: Bir şey yemeden

Açıkta kalmak: Barındığı yerden olmak

Adı kalmak: Öldükten sonra bile unutulmamak

Açmaza düşmek:  İçinden çıkılmayacak bir duruma düşmek

Ağırdan almak: İş yapmada gönülsüz olmak


Ağzı laf yapmak: Güzel söz söylemeyi becermek

Ağız satmak:  Yapamayacağı bir işi yapacakmış gibi konuşmak

Abuk sabuk konuşmak: Gelişigüzel konuşmak anlamına gelir.

Acısı yüreğine işlemek: Bir olay veya sözden çok etkilenmek

Abayı sermek:  İstenmediği bir yere yerleşmek

Aceleye getirmek: Bir işi  acele şekilde yaptığı için o işe gereken özeni vermemek

Acından ölmek: Çok acıkmak

A köse sayılmadık kaç tel sakalın var? Önemsiz olan bir işini neden önemli gibi gösteriyorsun, ya da önemli sayıyorsun gibi anlamlara gelir.

Abur cubur yemek: Faydalı faydasız diye ayırmadan her şeyi yemek.

Abacı, kepeci; ya sen neci? Üstü kapalı sözlerle bir kişiyi korkutmaya çalışmak

Ağırlık basmak: Uykusu gelmek

Ağırlığınca altın etmek: Çok değerli olmak


Ağız ağıza vermek: Gizliden gizliye konuşmak

Ağzı cıvık: Her duyduğunu başkasına söyleyen.

Ağzı çiriş çanağına dönmek:  Ağzı kurumak

Acem kılıcı gibi iki taraflı kesmek:  Birbirine karşıt olan, düşman olan iki yana da yaranmaya çalışan kişiler için kullanılan bir deyimdir.

Ağırına gitmek: Kırılmak, güvenmek

Ağzından baklayı çıkarmak:  Sırrını açıklamak

Ağzı yanmak: Bir şeyden zarar görmek

Afakanlar basmak: Çok bunalmak

Ağızlara sakız olmak: Herkesin dilinde olmak

Ağız yaymak: Dürüst konuşmamak

Ağzına layık: Lezzetli olmak

Ağzını topla: Düzgün konuş, sözlerine dikkat et.

Ağzı  süt kokmak: Çok genç olmak, tecrübesiz olmak

Ağzını havaya açmak:  Kaçırılan fırsatın yeniden gelmesini umut etmek, beklemek

Ahım şahım bir şey değil: Pek de dedikleri kadar güzel bir şey değil gibi anlamlara gelir.

Ağzının yatımı: Sözün yönü

Aklı çatallanmak: Çelişkiye düşmek,  ikirciklenmek

Aklı çıkmak: Çok korkmak

Aklı pusmak: Dalgınlaşmak

Alaşağı etmek: Bulunduğu yüksek görevden ,indirmek

Aklını kaybetmek: Delirmek

Aklında kalmak: Unutmamak


Aklını peynir ekmekle yemek: Delice işler peşinde koşmak

Al abdestini, ver pabucumu: Senin yüzünden daha çok zarara girmek istemiyorum gibi anlamlarına gelir.

Aklından zoru olmak:  Deli deli hareketlerde bulunmak.

Aklının çivisi eksik: Budala, dengesiz anlamlarına gelir.

Aklını almak: Güzelliği ile büyülemek

Aklı evvel: Her şeyi çok iyi bilir.

Aklına gelmek: Anımsamak

Aklına yatmak: Düşüncesine uygun bulmak

Aklına düşmek: Saplantı içinde olmak

Aklına gelen başına gelmek: Olmasından korktuğu şey olmak

Aklı fikri: Tek düşündüğü

Aklı sıra: Aklınca

Al kanlara boyanmak: Ağır yaralar almak


Alan talan olmak: Dağılmak

Al birini vur öbürüne: Hepsi de aynı demek.

Alacağı olmak: Bir gün o yaptığı şeyin acısını çıkarırım demek

Ali kıran baş kesen: Zorbaca

Allah dört gözden ayrımasın: Allah kimseyi anasız babasız bırakmasın.

Al takke ver külah: Uzun çekişmelerden sonra.

Al giymedim ki alınayım: Bu işle bir alakam yok ki söylenilenlerden kuşkulanayım.

Al şunu tut dedilerse yut demediler: Emanete hıyanet etme.

Alacağın bir iğne , çeliğin okkasından sana ne? : İlgilendiğin, uğraştığın bir konu o denli büyük  işlerle ilgilenmeni gerektirmez.

Alımlı çalımlı: Gösterişli

Alayında olmak: İşi ciddiye almamak.

Alçak dağları ben yarattım demek: Kibirlenmek

Alın derisi değil, davul derisi: Utanmaz, arsız

Aldım, sattım: Onu ne mal olduğunu çok iyi anladım, öğrendim.

Amana gelmek: Yumuşamak

Aman dilemek: Baş eğmek

Anasının gözü: Çok kurnaz

Anası kadir gecesi doğurmuş :Çok şanslı

Ant içmek: Yemin etmek.

Anasını ağlatmak: Çok sıkıntı çektirmek.

Anladık yel değirmeni ama suyu nereden geliyor?: Düşündüğün emeksiz kazanç güzel  de bunu gerçekleştirecek güç nerede?

Arabasını düze çıkarmak: Zorlukları atlatıp işini kolay duruma getirmek.

Anladımsa Arap olayım: Hiç bir şey anlamıyorum.

Ara bozmak: İki kişi arasındaki dostluğu bozmak.

Ar belası: Namus yüzünden çekilen sıkıntı.

Ar damarı çatlamış: Utanacak bir şeyi kalmamış.

Anasının nikahını istemek: Satacağı nesne için ederinden  çok para istemek.

Ant verdirmek: Yemin ettirmek.

Arabasının tekerine çomak sokmak: İşi karıştırmak.

Arkası alınmak: Bitirilmek.

Arka üstü: Sırt üstü.

Arka çıkmak: Birini başkalarına karşı korumak.

Ardı sıra: Arkasından, onu izleyerek

Arada dağlar kadar fark olmak: Aralarında her yönden büyük ayrılıklar vardır.

Araları açılmak: Arkadaşlık bağlarını koparmak.

Araya soğukluk girmek: Dostluk bağının gevşemesi.

Aralarından su sızmamak: Birbirlerine çok yakın dostluklar oluşturmak.

Arada kalmak: Anlaşamayan iki kişiye de yakın olup bu anlaşmazlıktan ötürü sıkıntı yaşamak.

Ardı arkası kesilmemek: Sürekli

Arapsaçına dönmek: İşlerin birbirine karışması.

Arayıp sormak: Biriyle ilgili haber sormak.

Arayıp taramak: Her yeri inceleyerek aramak.

Aramakla bulunmaz: Çok kıymetli bir şey, ancak rastlantıyla elde edilebilir.

Arkadaş değil, arka taşı: Sözde arkadaş ama aslında sıkıntı veren kişi.

Arının dikenini görüp  balından el çekmek: Bir işin tehlikesini görüp sağlayacağı yarardan caymak.

Araları yağ bal olmak: İlişkileri çok iyi sürmek.

Ark altında tarla bağışlamak: Birine çıkar sağlama sözü vermek.

Ardından sapan taşı yetişmemek: Uçarcasına koşmak.

Aradan çıkmak: İki kişiyi kendi hallerine bırakarak ikisi arasındaki ilişkiye karışmamak.

Arkadan söylemek: Birinin olmadığı yerde onun dedikodusunu yapmak.

Arayıp sormak: Biriyle ilgili haber sormak.

Aralarından kara kedi geçmek: iki dost arasına soğukluğun girmesi.

Arkası kesilmek: Devam etmekte olan bir şeyin son bulması.

Arkasını almak: Bir işi bitirmek.

Askıya çıkarmak: Yazılı duyuru yapmak.

Arkası yufka:  Güvendiği kişi güçlü değil.

Arkasını getirmemek: Başladığı bir işi bitirmemek.

Arkasında yumurta küfesi yok ya!: Onu bağlayan şey  pek cayılmayacak şey değil.

Arkasını sıvazlamak: Okşayıp övmek.

Arpalık yapmak:  Bir yeri devamlı sömürmek.

Armut piş, ağzıma düş: Hiç emek etmeden her şeye sahip olayım.

Arkası pek: Güçlü birine güvenen.

Arpa ektim, darı çıktı:  İşimden beklediğim sonucu alamadım.

Arkasını vermek: Birinin koruyuculuğundan  güç almak.

Art ayağı ile kulağını kaşımak: Densizce davranarak  olmayacak işlere kalkışmak.

Art eteğinde namaz kılmak: İçi dışı bir olmak, dindar olmak.

Arpacı kumrusu gibi düşünmek:  Umutsuzluk içinde düşünmek.

Arkası yere gelmemek: Yenilgiye uğramamak.

Arkasında dolaşmak: Biriyle görüşme fırsatı yakalamak.

Aşağı kalır yanı olmamak: Niteliği ondan geri kalmamak.

Aşka gelmek: Coşmak.

At çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak: Zarar uğradıktan sonra önlem almak.

Aşk etmek: Hızla vurmak.

Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık: Sakıncaları eşit olan  iki durumdan birine karar verememek.

Aş yesem kuşağımda çıkar: Nereye, hangi işe gitsem onu görürüm.

Aş pişti bayram geçti: İş işten geçti, geç kalındı.

Astarı yüzünden pahalı olmak: Ayrıntıya harcanan para işin önemli olan kısmına harcanan paradan daha fazla.

At başı beraber: Biri ötekinden geri kalmamak.

Aşağı kurtarmaz: Daha ucuza satılırsa zarar ederim.

Aş pişti, kaşık üstüne dikildi: Her şey hazırlandı, faydalanacak kişi beklenmektedir.

Astığı astık, kestiği kestik: Yaptığı işlerden dolayı kimseye hesap vermeyen.

Aşağılık duygusu: Kendisini başkasından aşağı gören.

Aşina çıktı ocak başına: Yüzsüzlük etmeye başladı.

Aşık atmak: Kendinden daha üstün biriyle yarışmak.

Ar başında usta, iş başında hasta: İşten kaçar paylaşmaktan kaçmaz.



 Ateş bacayı sarmak: Alev saçağı sarmak. Bir diğer anlamı iki kişinin yakınlaşması, aşık olması.

Ateş etmek: Ateşli silahla mermi atmak.

Ateş püskürmek (ateş saçmak): Öfke ile kötü sözler söylemek.

 Ateş pahası: Çok pahalı.

Ata nal çakıldığını görmüş, kurbağa ayaklarını uzatmış: Değerli kişilere verilenleri, hak etmeyenler de istiyor.

Ateş basmak: Vücut ısısı artmak.

Ateş almak: Tutuşmak. Bir diğer anlamı da öfkelenmek anlamına gelir.

At var, meydan yok: İş  yapacak güç ve araç var ama bunları yapacak iş yok.

Ata et, ite ot vermek: Kişilere ilgileri olmayan şeyleri ya da  ilgili olmadıkları görevleri vermek.

At görür akar, su görür susar: Gördüğü her şeye sahip olmak ister.

At var, meydan yok: İş yapacak güç ve araç var  ama iş yok.

At izi, it izine karışmak: Değerli ve değersiz kişileri ayırt edememek.

At elin, it eli, bize ne?:  Herkes malını keyfince kullanır bizi ilgilendirmez.

At oynatmak: Üstünlüğünü beceriyle sergilemek.

At yerine eşek bağlamak: Giden değerli birinin yerine değersiz birini getirmek.

At üstünde kazma kazmak: Güç bir işi hiç yorulmadan yapmaya çalışmak.

Ateşle oynamak: Çok tehlikeli bir işin üstüne gitmek

Attığı taş yerini bulmamak: Giriştiği işte istediği sonucu elde edememek.

Atlıyı atından indirmek: Birinin işini zorla bozmak.

Atı alan Üsküdar’ı geçti: Fırsat kaçtı.

Atla arpayı dövüştürür: Birbirinden ayrılması olanaksız kişileri bile ayırabilecek denli kötü huylu, ara bozucu.

Ateşi uyandırmak: Sönmeye yüz tutmuş ateşi karıştırarak  yeniden alevlendirmek.

Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu aşamadan daha aşağı bir yere aşamaya düşmek.

Ateşine yanmak: Birinin  yüzünden büyük zarara uğramak.

Ateş vursan duman vermez: Çok cimri.

Atına eşek mi dedik?: Seni küçümseyecek bir davranışımız olmadı.

At koştur: O denli geniş bir yer ki anlamına gelir.

Ayağı üzengide:  Hemen yola çıkmak üzere olan.

Avlayıp kuşlayıp getirmek: Çeşitli işler yapıp kazanıp getirmek.

Ayağı alışmak: Bir yere gidip gelme alışkanlığı edinmek.

Avurdu avurduna geçmek: Çok zayıfladığı yüzünden belli olmak.

Avaz avaz bağırmak: Olan gücüyle bağırmak.

Avucunu yalamak: Umduğunu elde edememek.

Avuç içi kadar yer: Çok küçük ve dar yer.

Avuç açmak: Başkasından para ister duruma geçmek.

Ayağa kalkmak: Birine saygı göstermek için  oturduğu yerden  kalkmak. Diğer anlamı hastanın iyileşmesi anlamına gelir.

Avcı kediye kurnaz fare: Tuzağa düşürmekte usta olan kişinin karşısında, tuzağa düşmemekte usta olan biri var.

Ayağı uğurlu: Geldiği yere iyilikler getirdiği inanılan kimse.

Ayağı cıvık: Sürekli  gezip dolaşan.

Avlayıp kuşlayıp getirmek: Çeşitli işler yaparak kazanıp getirmek.

Av avlandı, tav tavlandı: İstenilene uygun olsun ya da olmasın her şey oldu, bitti.

Ay harmanlamak: Ayın çevresinde ışık oluşmak.

Ay aydın, hesabı belli: Anlaşılmayacak yönü yok, her şey ortada.

Avucu kaşınmak: Eline bir yerden para geleceğine inanmak.

Ay dedeye misafir olmak: Geceyi açıkta geçirmek.

Avunun içine almak: Bir kişiyi etkisi altına almak.

Ayağı yanmış it gibi dolaşmak: İç açıcı durumda olmamak, durumu kötü olmak.

Ayağını berk basmak: Direnmek.

Ayağı yerden kesilmek: Ayağı yere değmez olmak. Diğer anlamı ise şudur: Taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak.

Ayağına ip takmak: Birinin dedikodusunu yapmak.

Ayağında donu yok, fesleğen ister başına: Yoksul olduğuna bakmadan süs düşünür.

Ayağına çağırmak: Yanına gelmesini istemek.

Ayağına bağ olmak: Bulunduğu yerden ayrılmasına ya da işi bırakmasına engel olmak.

Ayağına kapanmak: Alçalacak şekilde yalvarmak.

Ayağına sıcak su mu dökelim: Uzun zamandır gelmiyordun, gelişinle bizi mutlu ettin.

Ayağına gitmek: Alçakgönüllülük edip birinin yanına gitmek.

Ayağına çabuk: Bir yere alışılandan daha az zamanda gidip gelmek.

Ayaklarına kara su inmek: Uzun süre beklemekten  yorulmak.

Ayak basmak: Bir yere varmak

Ayak atmamak: Hiç gitmemek

Ayak basmak: Bir yere varmak

Ayak altında kalmak: Çok  geçilen yerde bulunmak. Bir diğer anlamı ise  çevresince hor görülüp kötü davranışlar görmek.

Ayağını çekmek: Çok gittiği bir yere artık gitmez olmak

Ayağını kaydırmak: Bir yolunu bulup işinden uzaklaştırmak.

Ayağını çıkarmak: Ayakkabısını çıkarmak.

Ayağını vurmak: Ayakkabının ayağı yara etmesi.

Ayağının pabucu olamamak: Değeri kendisinden aşağı olmak.

Ayağını denk almak: Kötülüklere karşı tetikte olmak.

 Ayağını sürümek:  Bir yerden uzaklaşmak üzere olmak. Birini bir yere  uğramaz duruma getirmek.

Ayağının altında olmak: Bulunduğu yerden çok aşağıda olmak.

Ayağının tozuyla: Yoldan gelir gelmez.

Ayağının bağını çözmek: Karısını boşamak. Birinin özgür davranmasını engelleyerek ilişkilere son vermek.

Ayağıyla tuzağa düşmek: İşe önem vermemesi yüzünden  tehlikenin kurbanı olmak.

Ayağının pabucunu başına giymek: Dengi olmayan biriyle evlenmek.  Değersiz birine çok fazla değer vermek.

 Aynı yolun yolcusu: Aynı yolda olan, aynı davranışta olan.

Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan koymaz: Binde bir kez iyilik yapmaya kalkar onu da türlü bahaneler ileri sürerek yapmaz, yapacağından da vazgeçer.

Ayıptır söylemesi: Özür dilerim ama söylemek zorundayım anlamına gelir. Ya da övünmek gibi olmasın olarak da söylenir.

Ayda kazandığını günde yemek: Kazandığından daha fazlasını harcamak.

Ayılıp bayılmak: Öfke nöbeti geçirmek.

Ayakları geri geri gitmek: Bir yere isteksiz gitmek.

Ayaza çekmek: Kış  mevsiminde kar yağdıktan sonra şiddetli soğuğun olması.

Ayakta kalmak: Oturacak yer bulamamak.

Ayakbastı para: Dışarıdan gelen kişi ya da eşyalar için alınan para.

Ayak dolaştırmak: Birine engel çıkartmak.

Aydan arı günden duru: Çok güzel, çok temiz.

Ayak diremek: Birine karşı tutumunda değişiklik yapmamak.

Ayaküstü: Ayakta durarak.

Ayak uydurmak: Başkasına uygun davranışlar sergilemek.

Ayak sürümek: Verilen bir işi yapmama yolları aramak, işi yapmamak için oyalanmak.

Ayaklar baş, başlar ayak olmak: Değersiz kişiler emreden olmuş, değerliler de emredileni yerine getiren konuma düşmüş.

Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin ayrıntısına takılmamak.

Az verip çok yalvarmak: Borcunun bir bölümünü verip geri kalanı için zaman istemek.

Ayran içmeye geldik, ara açmaya gelmedik: Buraya ara bozmaya değil, ara yapmaya geldik.

Az söyler, uz söyler: Az ama işe yarar söz söyler.

Az buz bir şey olmamak: Azımsanacak ölçüde olmamak.

 Ayrısı gayrısı olmamak: Her şeyi paylaşır durumda olmak.

Ayranım budur, yarısı sudur: Elimde ancak bu vardır. Elimden bu kadarı geliyor.

Az günün adamı olmamak: Çok yaşamış, çok görmüş olmak.

Ayvaz kasap hep bir hesap: Hangi yol yeğlenirse yeğlensin, sonuç aynı olur.