“Bir Küçük Osmancık Vardı .” Kitabı İle İlgili Test Soruları

  “Bir Küçük Osmancık Vardı .” Kitabı İle İlgili Test Soruları

 

1) Osman’ın annesinin adı nedir?

A) Fatma

B) Bedriye

C) Farah

D) Fahriye

 

2) Osman’ın babasının adı nedir?

A) Abdullah

B) Asım

C) Aykut

D) Nesim

 

3) Aşağıdakilerden hangisi Osman’ın kaçırılmasına yardım eden ve Osman’ın ailesine hainlik eden kişidir?

A) Osman’ın dayısı

B) Evin bahçıvanı

C) Bahçıvanın eşi

D) Ali Bey

 

4) Osman’ı kaçıran kişiler kimlerdir?

A)  Zevzek ve Apo

B) Ali

C) Şerife Hanım

D) Garip

 

5) Osman’ın babasının mesleği nedir?

A) Okul müdürü

B) Fabrikatör

C)Mimar

D) Postacı

 

6) Postacı kılığı ile evi basan ve para kasasının içini boş bulduktan sonra hemen çocuğun sesini duyup Osman’ı kaçıran kişi kimdir?

A) Zevzek

B) Apo

C) Romantik

D) Osman’ın babasının en yakın arkadaşı

 

7)  Çocuğu kaçıranlar kendilerini polisin takip ettiğini anlamışlar ve çocuğu bir dağ yerinde, harabe bir evde bir başına bırakıp gitmişlerdir. Çocuğu orada bulan ve çocuğun karnını doyuran, ona aile bulan kişiler kimlerdir?

 

A) Ali ve Garip

B) Ayşe Hanım

C) Oradan geçen bir çöpçü

D) Mehmet

 

8) Çocuklarının kaybolmasından dolayı yıllarca içinde yara kalmış olan ailesi onu hiç unutmamış ve Osman hep merak edilmiştir. Bunca acıya dayanamayan aile ilk olarak kimi kendi çocukları gibi görmeye başlamış ve o çocuğu Osman’ın yerine koymuşlardır?

 

A) Ayşe Hanımn oğlu Kemal’i

B) Eve yeni aldıkları hizmetçinin kızını

C) Osman’ın kuzenini

D) Osman’ın komşu kızını

 

9) Osman’ı evlat alan anne ve babanın adı nedir?

A) Makbule Hanım ve Halit Efendi

B) Şerife Hanım ve Bünyamin Ağa

C) Melek Hanım ve  Necati Bey

D) Ali Bey ve eşi

 

10) Osman’ı öz kardeşi gibi seven ve daha sonra ona abilik eden kişi kimdir?

 

A) Ali

B) Mehmet

C) Garip

D) Osman’ın ailesinin yakın komşu çocuğu

 

11) Osman’ın evlatlık verildiği ailesi ona  hangi adı koymuştur?

A) Hasan

B) Hayrullah

C) Hüseyin

D) Aytaç

 

12) Osman’ın evlatlık olarak aldığı aile hangi ilimizde yaşamaktadır?

A) Kayseri

B) Mersin

C) Kırşehir

D) Bolu

 

13)  Aşağıdakilerden hangisi Osman’ın fiziksel özelliklerinden biri değildir?

A) Sarı saçlı

B) Yeşil gözlü

C) Beyaz tenli

D) Mavi gözlü

 

14)  Osman’ın üvey babası hayatını kaybedince üvey annesi şehirndeki her şeyi satıp başka şehire gitmek istemiş ve böylece Osman’ın da evlatlık olduğunu başka şehirde kimse bilmez zaten demiştir ve başka şehire taşınmışlardır. Taşındığı şehrin adı nedir?

A) İstanbul

B) Manisa

C) Ankara

D) İzmir

 

15) Osman hangi alanda başarılı bir çocuktur?

A) Edebiyat

B) Matematik

C) Müzik

D) Geometri

 

16) Osman’ın yeni taşındığı şehirde  okul müdiresi ondan bir hikaye yazmasını istemiştir ve Osman’da kendi hikayesini yazmış ve bu hikayede kendisini dağa bıraktıklarını zanneden ailesine sitem dolu duygulu sözler yazmıştır. Okul müdiresi bu hikayenin gerçek olduğunu anlamış ve bu kişinin yakın akrabaları olan Osman’ın ailesi olduğunu anlamıştır. Çünkü okul müdiresi de Osman kaybolduğu zaman onu arayan kişiler arasında yer almıştı. Bundan dolayı bu öğrencinin Osman olduğunu anlamış ve bunun içinde hemen harekete geçmiştir. İlk olarak ne yapmıştır?

 

A) Osman’ı hemen ailesine götürmüş.

B) Osman’ın annesine başından geçenleri bir hikaye olarak yazmasını rica etmiştir.

C) Osman’ın abisi ile görüşmüştür.

D) Osman’ın üvey annesi ile harekete geçmiştir.

17) Osman’ın kendi yazdığı hikaye ve annesinin yazdığı hikaye aynı olduğu anlaşılmış ve Osman gerçek ailesine kavuşmuştur. Kaç yıllık özlem sona ermiştir?

 

A) 18

B) 17

C) 16

D)15

 

18) Osmancığı gerçek ailesine kavuşturan akrabası Müdire Hanımın adı nedir?

A) Melisa

B) Zarife

C) Aslıhan

D) Nuran

 

19) Osman üvey annesinin öz annesi olmadığını nasıl anlamıştır?

A) Okul müdüründen

B) Öğretmeninden .

C) Üvey annesinin kapı aralığından sesini duymuş.

D) Ali Bey’den.

 

20) “Bir Küçük  Osmancık Vardı.” Adlı kitabın yazarı aşağıdakilerden hangisidir?

A) Muzaffer İzgü

B) Hasan Nail Canat

C) Feridun Oral

D) Can Göknil


Cevaplar:

1.A   2. A  3.B  4. A  5. B  6. B  7. A  8. A  9)  B  10) C  11) C  12.) A  13) D   14. A  15. A  16. B  17. D  18. B  19.  C  20. B

Kitap açıklaması:

 Halil Nail Canat’ın eseri olan Bir küçük Osmancık adlı kitapta Osman’ın bebekken kaçırılış hikayesi anlatılmaktadır. Osman’ın bir takım haydutlar tarafından kaçırılışı, daha sonra dağda bire evde tek başına kalışına  yer verilmektedir. O dağ evinden Osman kurtaran kamyoncu bir adam ve onun yardımcısı Garip adlı çocuk Osman’ı kurtarmıştır. Osman bir aileye evlatlık verilmiş ve burada geçen serüvenlerine ve daha sonra kendi ailesine nasıl kavuştuğuna dair olaylar anlatılmaktadır. Okunması gereken muhteşem bir kitaptır. Çocuklar için hem maceralı hem de duygusal ögeler yer alır kitabımızda. Mutlaka öneririm.

N Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 N Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 


Ne alandan, ne satandan olmamak

Nato kafa, nato mermer: Akılsız, taş gibi kafa.

Namus belası: Namus uğruna katlanılan sıkıntı.

Nabza göre şerbet: Birinin hoşuna gidecek davranışlarda bulunarak o kişinin  sevgisini kazanmaya çalışmak.

Ne âlâ memleketi:  Haksız işlerin hoş görüldüğü bir ortam.

Nabzını yoklamak: Birinin eğilimini öğrenmeye çalışmak.

Nara atmak: Bağırarak meydan okumak.

Nanik yapmak: Baş parmağı burun ucuna dayayıp diğer parmakları sallayarak biriyle alay etmek.

Naza çekmek: İşi yapmakta isteksiz gibi davranmak.

Nalları dikmek: Hayvan ya da hayvana benzetilen kişi ölmek.

Nalıncı keseri gibi kendine yontmak: Sürekli kendi menfaatlerini düşünmek.

Nah kafa: Akılsız baş.


Nane dikeni batmak: Çok küçük bir acıyı büyükmüş gibi göstermek.

Nal toplamak: Yarışta en arkada olmak.

Ne demeye (diye)): Niçin, hangi amaçla?

Ne balını isterim, ne belasını: Üzüntüsü de beraberinde gelecekse, o varlığı istemem.

Ne münasebet: Hiç ilgisi yok, öyle şey olmaz.

Ne demek?: O nasıl şey? Böyle şey olur mu?

Ne günlere kaldık?: Eskiden böyle kötü düzen yoktu.

 Ne od var, ne ocak?: O kadar fakir ki mutfağında pişirilecek bir şeyi dahi yok.

Ne çaldın yüzüme, ne çalayım yüzüne: Bana hangi iyiliği yaptın ki karşılık bekliyorsun?



Ne güne duruyor?: Şimdi yapmazsa ne zaman yapacak?

Ne dağda bağım var, ne çakaldan davam: Beni ilgilendiren bir şey yok ki ne diye karışayım.

Ne karın ağrısı ise: Sevilmeyen, sıkıntı veren şey, kişi.

Ne kokar, ne bulaşır: Kimse iyiliği de olmaz, kötülüğü de.

Ne hâli varsa görsün!: Yanlış bir yolda ve söz dinlemiyor, artık işine karışmayacağım.

Ne benden sana bazlama, ne senden bana gözleme: Ne senden hizmet bekle, ne de ben senden bir iyilik bekleyeyim. İkimizde birbirimizden bir şey ummayalım.

Ne dese beğenirsin?: Nasıl beklenmedik bir söz söyledi bir bilsen.

Ne münasebet?: Hiç ilgisi yok, öyle şey olmaz.

Ne kalburun üstü ne eleğin altı: Gereğinden büyük ya da küçük de değil.

M Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 M Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

Mahal kalmamak: Gerek kalmamak.

Mana çıkarmak: Bir söze, söyleyenin aklından geçmeyecek anlam yüklemek.

Mahalleyi ayağa kaldırmak: Gürültü yaparak komşuları rahatsız etmek.

Makbule geçmek: İşe yaramak.

Madalyonun ters (öteki) yüzü: Olumlu bir durumun, düşünülmesi gereken olumsuz yönü.

Makas almak: Birinin yanağını iki parmak arasında sıkmak.

Madik atmak: Birini aldatıp zarara uğratmak.

Makaraları koyuvermek: Uzun süre kahkahalar ile gülmek.

Mahkemelik olmak: Bir konudaki anlaşmazlığı mahkemeye götürmek.

Mal etmek: Kendisine ait olmayan bir şeyi kendisininmiş gibi göstermek.

Maksadı üzüm yemek, bağcıyı dövmek: Yapması gerekenle uğraşacağına, gereksiz işler ile uğraşılması.

Mahkemede dayısı olmak: Bir işte koruyucusu olan kişi, kayırıcısı olan kişi.

Maşallahı var: Çok güzel, nazar değmesin.

Medine fukarası gibi dizilmek: Yapacak işleri olduğu halde sıra sıra dizilip beklemek.

Mat etmek: Karşıkini cevap veremeyecek hale sokmak.

Masal (maval) okumak: Oyalayıcı, inandırıcılığı olmayan sözler söylemek.

Masraftan çıkmak: Fazla para harcamak zorunda kalmak.

Mart içeri, pire dışarı: Rahatsız edici bir geldi, diğerini kaçırdı.

Mantar (martaval) atmak: Yalan söylemek.

Matrak geçmek: Dalga geçmek.

Maskeyi atmak: Gerçek kimliğini ortaya çıkarmak.

Maneviyatı bozulmak: İçine korku düşmek.

Maraza çıkarmak: Kavga çıkarmak.

Mangalda kül bırakmamak: Bağıra çağıra yapmayacağı şeyler söylemek.

Maşası olmak. Biri tarafından araç olarak kullanılmak.

Maskaraya ( maytaba, sarakaya)almak: Biriyle alay etmek.

Mana vermek: Yorumlamak.

Merhabası olmak: Tanışıklığı olmak.

Mekik dokumak: İki yer arasında sıkça gidip gelmek.

Mercimeği yan yuvarlamak: Gerçekleşmeyecek ters bir iş yapmak.

Metelik vermemek: Değer vermemek.

Merhabayı kesmek: Dostluğu bitirmek.

Mesele çıkarmak: Hiç yoktan anlaşamazlık çıkarmak.

Merek etmek: Üstüne düşerek yapmak istemek.

Menzilci beygiri gibi koşmak: Durup dinlenmeden çalışmak.

Meteliğe kurşun atmak: Hiç parası kalmamak.



Meşk etmek: El yazısı ya da müzik gibi konuları kuralına uygun olarak öğrenme çalışması içine girmek.

Meydana atmak: Bir düşünceyi herkesin tartışmasına sunmak.

Meydan okumak: Kendisinin daha üstün olduğunu düşünerek kendisini karşısındaki ile kıyaslama yapmak.

Metelik, gözüne divan sinisi gibi görünmek: Büyük para sıkıntısı içinde olmak.

Merdiven dayamak: Bir yaşa basmak ya da bu aşamaya ulaşmak üzere olmak.

Merak sarmak: Bir şeyi yapma isteğine kapılmak.

L Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 L Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 

Lafı ağzında kalmak: Sözünü bitirememek.

Laçka olmak:  Düzeni bozulmak.

Laf etmek: Biriyle konuşmak.

Lafı ağzına tıkamak: Birinin sözünü tamamlamadan tepki göstererek o kişiyi konuşturmamak.

Laf aramızda: Söylediğim aramızda gizli kalsın.

Laf , söz yok: Eleştirilecek bir yanı yok.

Laf düşmemek: Başkaları varken, ona konuşma hakkı düşmemek.

Laf ola torba dola: Ne saçma söz!

Laf dinlemek: Uysal olmak.

Laf işitmek: Azarlanmak.

Lades tutuşmak: İki kişinin, karşılıklı birbirinin unutkanlıklarını sınamak.

Laf kıtlığında asmalar budayayım: Boş, anlamsız sözler söylüyor.

Laf olsun diye: Rastgele bir söylemiş olmak için.




Lafa tutmak: Konuşmayı uzatıp birini işinden alıkoymak.

Laf kaldırmamak: Azarlanmaya, kötü söz dinlemeye dayanamamak.

Lamı cimi yok: Başka yolu yok.

Leblebiden nem kapmak: Çok alıngan olmak.

Lügat parçalamak: Anlaşılmaz sözcüklerle konuşmak.

Lakırdı taşımak: Birinin bir kişi hakkındaki olumsuz sözlerini ona taşımak.

Leyleği havada görmek: O yıl içinde çok gezeceğine inanmak.

Lokmasını saymak: Birinin ne kadar yediğine dikkat etmek.


Lafın gümrüğü olmaz ya: Engel olan yok, istediği gibi konuşabilir.

Lakırdı ağzından dökülmek: İsteksiz konuşmak.

 Lafı mı olur:  Ondan daha önemli şeyler var.

Lakırdı ağzından dirhemle çıkmak: Çok az konuşmak.

Lafı çiğnemek: Uzun konuşup sözün sonunu getirememek.

Lafı ağzından çıkarmak: Söylemek istemediği şeyi söylemek zorunda kalmak.

Lafını bilmek: Sözünü düşünerek söylemek.

Lokma ağzında büyümek: Üzüntü ya da iştahsızlıktan , ağzındaki lokmayı yutmada zorluk yaşamak.

Leke sürmek: Birine iftira atmak, suç atmak.

Lafı çevirmek: Konuşmanın tehlikeli bit durumu aldığını anlayınca, konuşmayı başka yere çevirmek.

K Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 K Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları



 

Kabak tadı vermek: Bıktırıcı olmak.

Kadınlar hamamına dönmek: Herkesin konuştuğu çok sesli bir ortamda oluşmak.

Kabul olunmayacak duaya âmin demek: Olmayacakmış şeye olacakmış gibi inanmak.

Kaderine küsmek: Şanssızlığından dert yanmak.

Kabak başına patlamak Çok kişi olduğu halde olaydan sadece bir kişinin zarar görmesi.

Kaç para eder: Neye yarar?

Kabak çıkmak: Ham, kelek, olgunlaşmamış çıkmak.

Kabuğuna çekilmek: Dışarı ile ilgisini keserek kimseyle görüşmemek.

Kaçmaktan kovalamaya vakti olmamak: Çok önemli işleri olduğundan başka işler ile ilgilenememek.

Kabasını almak: Bir şeyin göze batan  pürüzlerini gidermek.

Kabak çiçeği gibi açılmak: Sıkılgan birinin kısa zamanda serbest hareketler yapmaya başlaması.

Kabir suali sormak: Çok ayrıntılı sorular sormak.

Kalıbı dinlendirmek: Ölmek

Kalır yeri olmamak: Hangi bakımdan olursa olsun, birinden aşağı durumda olmamak.

Kafa büyük içi boş, tut kulağından çifte koş: Öküz gibi akılsız anlamına gelir.

Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya karar vererek zamanını beklemek.

Kafese koymak: Birini tuzağa düşürüp ondan yararlanmak.

Kafası almamak: Olabileceğine inanmamak

Kafa tutmak: Boyun eğmemek.

Kafasını vura vura: Zorla.


Kafadan atmak: Bir konu hakkında inceleme yapmadan gelişigüzel konuşmak.

Kafayı üşütmek: Delilik belirtisi göstermek.

Kafası durmak: Yorgunluktan düşünemez duruma gelmek.

Kafdağı’ndan  kar bağışlamak: Olmayacak bir konuda  söz vermek.

Kağıt üzerinde kalmak: Yapılmak üzere yazılmış olan şeyin uygulanmaması.

Kafayı yere vurmak: Uyumak için yatmak.

Kaldı ki: Şu  da var ki.

Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile  tanıklık etmek.

Kaleme almak: Bir konuyu yazmak.

Kahır yüzünden lütfa uğramak: Birine yapılan kötülüğün bir başkasının işine yaraması.

Kalbini açmak: Duygu ve düşüncelerini söylemek.

Kalıp kıyafet yerinde : Üstü başı düzgün, iyi.

Kaleminden kan damlamamak: Çok güzel ve etkili bir yazı yazmak, duygulu yazmak.

Kalburla su taşımak: Verimsiz bir işle uğraşmak.

Kalbine göre: Başkasının beslediği duyguya göre.

Kalbinde alası karası bulunmamak: Temiz insan olmak, iyi yürekli olmak.



Kaleyi içeriden fethetmek: Elde edilmek istenen şeyi, sonuç kendisine dayanan kişi ile anlaşarak elde etmek.

Kaleme gelmemek: Yazılacak şeylerden olmamak.

Kalbini kırmak: Birini incitecek söz ve davranışlarda bulunmak.

Kalayı basmak: Ağır bir şekilde küfür etmek, sövmek.

Kalıbının adamı olmamak: Göründüğünden beklenilen insan çıkmaması.

Kalbi olmamak: Merhametsiz, acımasız olmak.

 

Kambur kambur üstüne: Bir zorluk üstüne bir zorluk daha geldi.

Kan revan içinde: Her tarafı kan olmuş.

Kan ter içinde kalmak: Sırılsıklam ter içinde olmak.

Kan tutmak: Kan görünce bayılmak./  Ansızın ölmek.

Kanadı altına almak: Koruyuculuğu altına almak.

Kana kan istemek: Ölüme karşılık ölüm istemek.

Kan yutturmak:  Bir iş oluncaya dek o işi yapana çok sıkıntı çıkarmak.

Kanadı altına almak: Koruyuculuğu altına almak.

Kan olmak: Aralarında kan davası olmak.

Kan oturmak: Sıkıştırma sonucu vücudun bir yerinden kan sızıp biriktirmek.

Kan gövdeyi götürmek: Çok insanın öldürülmesi.

Kan çekmek: Kişiliğinin ya fiziki görüntüsünün ana ya da babaya çekmesi.

Kan akıtmak: Adak karşılığı bir hayvanı kesmek.

Kan alacak damarı bilmek: Nereden ya da kimden çıkar sağlayacağını bilmek.

Kanı kaynamak: Çok sevmek.

Kanı pahasına:  Yaşamını tehlikeye atarak.

Kancayı takmak:  Birine kötülük yapmaya girişmek.

Kanı kurumuş:  Acıma duygusu kalmamış.

Kandilde yağ kalmadı:  İşi devam ettirecek güç bitti.

Kanına dokunmak: Zoruna gitmek, sinirlenmek.

Kanını emmek: Acımasızca sömürmek.

Kanını içine akıtmak:  Acısını ve üzüntüsünü kimseye söylememek.

 Kanını (İliğini)  kurutmak: Birine çok sıkıntı vermek.

Kanıyla ödemek: Yaptığı iş hayatına mal olmak.

Kanını su etmek:  Aşırı özveride bulunmak.

Kanlı bıçaklı olmak:  Birbirini öldürecek kadar düşman olmak.

Kantarın topuzunu kaçırmak:  Aşırılığa varmak.

Kapıdan koyuvermek: Birdenbire salıvermek.

Kapıdan kovulsa bacadan girer:  Yüz verilmemesine rağmen  yine de sırnaşır, yüzsüzleşir, gitmez.

Kapağı atmak: İstediği daha iyi bir yere geçmek.

Kanı kaynamak: Çok sevmek.

Kan gütmek: Yakınını öldüren kişiyi öldürme peşinde olmak.

Kanına girmek:  Birini öldürmek./  Bir şeyi ziyan etmek.

Kapanın elinde kalmak: Bir şeyden çabuk davrananların faydalanması.

Karanlığa kurşun sıkmak:  Rastgele davranışta bulunmak.

Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu: Olağan göründüğüne aldanmayın, sonradan böyle olmadığını göreceksiniz.

Karalar bağlamak: (giymek):  Bir üzüntü dolayısı ile kara kıyafetlere bürünmek.

Karada ölüm yok: Artık hiç bir zorlukla karşılaşmadan işini devam ettirir.

Karadeniz’de gemilerin  mi battı?: Öyle derin derin düşünecek ne var?

Kapıyı büyük açmak: Bir işte çok masraflı bir yol tutmak.

Karaca, kuruca, gönlüme görece: Başkaları çirkin olduğunu söylese de umrumda değil çünkü ben seni seviyorum.

Karabatak gibi: Bir görünüyor, bir yok oluyor.

Kapıyı kırıp odun etmek: Çok sıkışık durumdan kurtulmak için en kıymetli  malını gözden çıkarmak.

Kapıyı açmak: Asıl konuya girmeye hazırlayıcı söze başlamak/ Bir işe başlayarak başkalarına örnek olmak.

Kapısını aşındırmak: Evine çok gidip gelmek.

Kapısı açık olmak: Evinin her misafire açık olması.

Kapıda büyümek: Evinde hizmet, eğitim görüp yetiştirmek.

Kapısını yapmak: Daha sonra istenecek bir şey için önceden hazırlık yapmak.

Karanlıkta göz kırpmak: Anlamasını istediği kimse tarafından anlaşılamamak.

Karşı koymak: Engel olmaya çalışmak.

Karda gezip izini belli etmemek: Yaptığı uygunsuz işi, kimseye sezdirmeden yapmak.

Karşı durmak: Direnmek.

Karşı gelmek: Boyun eğmeyip başkaldırmak.

Karşı karşıya: Biri ötekinin karşısında.

Karşı çıkmak: Bir düşünceye katılmamak./  Gelenleri karşılamaya gitmek.

Karnından söylemek:  İşitilmeyecek seviyede hafif sesle konuşmak.

Karnım tok: Bu gibi sözleri dinlemeye ihtiyaç duymuyorum.

Karnı zil çalmak: Aç olmak, çok acıkmış olmak.

Karnı tok sırtı pek: Rahat bir hayatı ve geçimi var.

Karda gezip izini belli etmemek: Yaptığı uygunsuz işi, kimseye sezdirmeden yapmak.

Kardeş değil kara taş: Duygusu olmayan kardeş.

Karga derneği:  Budala kişiler topluluğu.

Karnı karnına geçmiş: Zayıflıktan karın bölgesi içine geçmiş.

Karnı burnunda: Doğumu yaklaşmış kadın.

Karışılanı görüşeni olmamak:  İşine karışanın olmaması.

Kargayı bülbül diye satmak: Çirkini güzel diye göstermeye çalışmak.

Karga tulumba etmek: Birkaç kişi, bir kişiyi kol ve bacaklarından tutup kaldırmak.

Karıncanın kavmi çıkmış, o da bir ayağı yok: Güçsüz olan kişiye kendinden daha güçsüz birinin yardım etmesi anlamında söylenmiş deyimdir.

Karınca duası gibi: Küçük, karışık, okunaksız yazı.

Karınca kararınca: Gücünün yettiğince.

Kazık kadar: Çocuk değil, kocaman adam.

Kazık atmak: Bir malı ederinden pahalıya satmak.

Kazı koz anlamak: Söylenen şeyi yanlış anlamak.

Kazan kazana dibin kara demiş, tavanında da gülmeden aklı gitmiş: Başkasının ayıplayıp güldüğü şey kendinden de var.

Kavga çıkarmak: Kavgaya yol açacak davranışlarda bulunmak.

Kaşlarını çatmak: Kaşlarını birbirine yaklaştırarak kızgınlığını belli etmek.

Kaşıkla toplayıp kepçeyle dağıtmak:  Zor kazanıp kolay harcamak.

Kaşık atmak: İştahla yemek.

Kaşıkla aş verip sapıyla göz çıkarmak: Bir yandan iyilik yaparken, diğer yandan da onu yerle bir edecek kötülükte bulunmak.

Kaşla göz arasında: Çok kısa bir zaman içinde.

Kaş yapayım derken göz çıkarmak: Küçük bir iyilik yapayım derken büyük zarar vermek.

Kasıp kavurmak: Ortalığı büyük zarara uğratmak.

Karşıdan bakmak: Bir işe karışmayarak uzaktan izlemek.

Karşısına dikilmek: Gelip karşısında durmak.

Kar yağdı, iz örtüldü: Kötülükler kapandı, görünmez oldu.

Kavuk sallamak: Dalkavukluk etmek.

Kazan kaldırmak: Topluca ayaklanmak.

Kazdığı kuyuya kendi düşmek: Başkası için hazırladığı tuzak, kendi ayağına dolaştı anlamında kullanılan deyimdir.

Kazık yemek: Kandırılarak bir şeyi değerinden pahalıya satmak.

Kazık yerini buldu, tokmağa gerek yok: Söz gereken etkiyi yaptı, başka yaptırıma gerek yok.

Keçeden topuz: Uyduruk, aldatıcı güç aracı.

Kel kız,  teyzesinin saçıyla övünüyor: Kendinden bulunmayan şeyin  yakınlarında bulunması ile övünüyor.

Kel kâhya: Kendi iş beceremediği halde herkese iş buyuran.

Kel başa şimşir tarak: Züğürt birinin , durumu ile çelişen pahalı şeyler alması.

Kefeni yırtmak: Ölüm tehlikesini atlatmak.

Kediyi camiye mütevelli yapmak: Hırsıza çalma kolaylığı sağlamak.

Kedi olalı bir fare tuttu:  İlk kez bir işte başarılı oldu.

Kedi ne, budu ne?:  Güçsüz, varlıksız kişi olduğu için, yapacağı iş ya da vereceği şey de büyük olamaz.

Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek:  En zor durumlardan, en güç durumlardan bile zarar görmeden kurtulmak.

Keçileri kaçırmak: Aklını yitirmiş gibi olmak.

Kedi ciğere bakar gibi bakmak:  Hayran kaldığı şeye büyük bir istekle bakmak.

Keçeyi suya attık, çıkan yerini taşlıyoruz:  İşimiz bozuldu ve işimizi düzeltme imkanımız da yok.

Kazın ayağı öyle değil: İş senin bildiğin gibi değil.

Keçeden topuz: Uyduruk, aldatıcı güç aracı.

Keçeyi sudan çıkarmak: Durumunu düzeltip iyi sonuca ulaşmak.

Keçe kepeneğe gümüş düğmeler:  Değersiz nesneyi, pahalı süs eşyaları ile  süsleme.

 Kendi kendini yemek:  İşler istediği gibi gitmeyince kişinin  sürekli üzüntü içine girmesi.

Kendi hâlinde: Kimsenin işine karışmaz.

Kendi gelen: Kendiliğinden ele geçen yararlı şey.

Kendi havasında olmak: Hoşlandığı işi yapmak.

Kendi gözündeki merteği görmez, elin gözündeki çöpü görür:  Kendinin büyük kusurlarına bakmadan başkalarının küçük kusurlarını bulmaya çalışır ve onlarla uğraşır.

Kendi derdine düşmek: Kendi sıkıntısından  başka şeyle uğraşamamak.

Kendi kendine gelin güvey olmak: Başkasıyla birlikte kararlaştırılması gereken işi kendi başına tasarlayıp olmuş saymak.

Kel kızım saçlı diye ağlamak:  Aslında değerli olmayan şey kaybolunca değerliymiş gibi üzülmek.

Kelle kulak yerinde Bedensel olarak gösterişli

Kelle görünmek: Kusuru ortaya çıkmak.

Keli körü toplamak: Sakat, işe yaramaz kimseleri toplamak.

Kelleyi koltuğa almak:  Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak.

 

Kitaba el basmak: Yemin etmek.

Kitaba uydurmak: Yasal olmayan bir işi yasalmış gibi gösterecek bir yol  bulmak.

Koltuğuna sığınmak: Birinin koruyuculuğuna sığınmak.

Koltuk değneyiyle: Başkasının yardımıyla.

Koltukları kabarmak: Kendisinin ya da bir yakınının övülmesinden kıvanç duyup büyüklenmek.

Koluna girmek: Birilikte yürümek üzere kolunu, birinin koltuğu altından geçirmek.

Kolları sıvamak: Bir işe hazırlanmak.

Kollarını açmak:  Kucaklamaya hazır olduğunu göstermek veya bildirmek.

Kolayını bulmak: Kolayca yapma yolunu bulmak.

Kof çıkmak: Beklendiği gibi çıkmamak.

Kokusu çıkmak: Gizlice yapılan iş herkesçe anlaşılmaya başlamak.

Kol gezmek:  Gücünü ve etkinliğini sürdüren bir durum göstermek.

Kolayını bulmak: Kolayca yapma yolunu bulmak.

Kolayına gelmek: Böyle yapmayı daha kolay bulmak.

Kol kanat germek (olmak):  Birini koruyuculuğu altına almak.

Kokusunu almak: Gizli tutulan bir şeyi sezmek.

Kocaya vermek: Kızı ya da kadını bir erkekle evlendirmek.

Kocaya varmak: Evlenmek.

Kolaçan etmek: Çevreyi dolaşıp ne olup bittiğini anlamak.

Koltuk vermek: Birini yüzüne karşı övmek.

Kemer sıkmak: Tutumlu bir hayata katlanmak.

Kelle götürür gibi:  Çok hızlı giderek.

Kem küm etmek: Verecek cevap bulamayınca, anlaşılmayan sözler söylemek.

Kenar gezmek:  Yaklaşmadan uzakta durmayı tercih etmek.

Kendi çalıp kendi oynamak:  Konuyu ilginç duruma getirdiği halde , işine kimseyi karıştırmayıp ortalığı telaşa vermek.

Kendini göstermek: Beğenilecek özelliklerini sergilemek.

Kendini dinlemek: Önemsiz rahatsızlıkları büyütmek.

Kendini dev aynasında görmek: Kendini çok büyük bir adam saymak.

Kendini bilen: Onurunu koruyan.

Kendini bırakmak: Fiziğine, giyim kuşamına artık önem vermemek.

Kendini bulmak: Durumunu düzeltmek. / Kişiliğini kazanmak.

Kendini alamamak: Kendini tutamayıp yapmak.

Kendini ateşe atmak:  Tehlikesi bilinen bir işe girişmek.

Kendini ağıra satmak: Yapması istenen işi birçok istekten sonra kabul etmek.

Kendini atmak: Hemen gitmek.

Kendini dar atmak: Güçlükle ve acele olarak bir yere sığınmak, kaçmak.

Kendine yedirememek: Başkasının kendine yaptığı  işi onur kırıcı bularak tepki göstermek.

Kendine gelmek:  Düşünebilecek duruma gelmek.

Kendinden pay biçmek:  Kendi durumu ile karşılaştırmak.

Kendinden geçmek: Bayılmak. / Uyuyakalmak./ Coşkuya kapılmak.

Kendinde olmamak: Düşünebilecek durumda olmamak.

Kendi payıma:  Ben olsam , düşünceme göre gibi anlamlara gelir.

Kendi yapıyla kavrulmak:  İhtiyaçlarını kendi imkanları ile sağlamak.

Kendini toplamak: Durumunu düzeltmek.

Kendini kaybetmek:  Öfkesinden ne yaptığını bilememek.

Kendini kaptırmak: Uğraştığı işin etkisinden  kendini kurtaramamak.

Kendini tutamamak: Bir durum karşısında sessiz kalmayı başaramamak.

Kestirme cevap: Kısa ve kesin cevap.

Ket vurmak: Engel olmak.

Keyfi yok: Hasta

Keyfi gelmek: Neşelenmek.

Keyfi kaçmak: Neşesi kaçmak.

Keyfi oluncaya kadar: Razı oluncaya dek.

Keyfini çıkarmak: Bir işi ya da durumu eğlenceli duruma getirmek.

Keyfinin kâhyası olmamak: Dilediğini yapmasına engel olma hakkı olmamak.

Kestane kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş: Kendisini yetiştiren, koruyan kişi beğenmemiş.

Kesenin ağzını  açmak: Bol para harcamak.

 Kesenin dibi görünmek: Paranın tükenmesi.

Kesesine bir şey girmemek: Durumdan yararlanmamak.

Kesip atmak: Kesin konuşmak.

Kesip attığı tırnak olamamak: Söz konusu kişiden değerce çok aşağı olmak.

Kendini vermek: Bütün gücünü bir şeyi yapmaya adamak.

Kene gibi yapışmak: Yararlandığı kişinin yakasını bırakmamak.

Kendini naza çekmek: Kendinden beklenen işi yeniden istenmedikçe yapmamak.

Kerameti kendinden bilmek: Başka bir etkenle kavuştuğu iyi durumu kendi çabası ile elde etmiş saymak.

Kırk yılda bir: Pek seyrek olarak.

Kırk yılın başı: Pek uzun zaman sonra ilk kez.

Kıtlığına  kıran girmek: Bir şey ortadan çekilip bulunmaz olmak.

Kıssadan hisse:  Anlatılan olaydan ders çıkarmak.

Kıt kanaat geçinmek:  Yoksulluk içinde  ve güç geçinmek.

Kısmetini ayağıyla tepmek: Elde edeceği iyi durumu, değerlerini bilmeyerek istememek.

Kırklara karışmak: Artık ortalarda görünmez olmak.

Kırkı çıkmak:  Doğumun üzerinden kırk gün geçmek.

Kırkından sonra azmak (saz çalmak):  İleri yaşta yapmaması gereken şeyleri yapmak.

Kırk yılın çarşambası bir araya gelmek:  Ayrı ayrı yapılması gereken işler bir arada yapılır durumda olmak.

Kısa kesmek: Sözü uzatmamak.

Kısa tutmak: Bir şeyi gereken uzunlukta ya da genişlikte ele almamak.

Kısmeti çıkmak: Evlenmek üzere bir kızın bir erkek tarafından istenmesi.

Kıtı kıtına: Tam yetecek kadar.

Kıtır atmak: Yalan söylemek.

Kilo almak: Şişmanlamak

Kilo vermek: Zayıflamak.

Kim bilir: Belli değil.

Kirişi kırmak: Kaçmak

Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek: Kimsenin haber olmadığı utanılacak şeylerini herkese söylemek.

Kimi kimsesi olmamak:  Hiç akrabası, koruyucusu bulunmamak.

Kime ne?: Kimseyi ilgilendirmez.

Kim kime dum duma:  Kalabalık içinde kimse kimseyle ilgilenmiyor.

Kime niyet, kime kısmet: O  faydalansın  diye hazırlanan şey ona değil, başkasına yaradı.

Kimsenin tavuğuna kış dememek:  Kimsenin işine karışmamak.

Kimin arabasına binerse onun türküsünü çığırmak:  (düdüğünü çalmak):  Kimden çıkar görürse, ona yaranmaya çalışan kimseler için kullanılan deyimdir.

Kimi kimsesi olmamak: Hiç akrabası, koruyucusu olmamak.

Kim vurduya gitmek:  Boşu boşuna ölmek/ Kimin vurduğu belli olmamak/ Hiç bir suçu olmayan kişinin arada kaynaması.

Kız kaçırmak: Bir kızı zorla yakalayıp uzak yerlere götürmek.

Kızağa çekmek: Birini etkinlik gösterdiği işten alıp çalışmayı gerektiren işe vermek.

Kız vermek: Kişinin kendi kızını bir aileye gelin olarak vermesi.

Kızarıp bozarmak: Utançtan renkten renge girmek.

 Kızım sana söylüyorum, gelinim sen de dinle: Düşüncemi en yakınımdakine söylüyorum ama aslında mesaj vermek istediğim kişi en yakınımdaki değil, diğeridir.

Korktuğu başına gelmek:  Olmasından korktuğu iş gerçekleşmek.

Koyduğum yerde otluyor:  Uzun zaman hiçbir ilerleme sağlamadı.

Koydunsa bul:  Bulunduğu yerden yitmiş.

Kozunu kaybetmek:  Karşısındakine istediğini yaptırabilme olanağını yitirmek.

Koyun yaşı kadar yaşı kalmak:  Her an ölebilecek yaşlılıkta olmak.

Koyuversem pekmez dökülür, koyuvermesem belim bükülür:  Sakıncalı bir ikilem karşısındayım.

Kök söktürmek:  Birine yaptığı işte zorluk çıkarmak.

Koyun kaval dinler gibi dinlemek:  Hiçbir şey anlamadan dinlemek.

Kökten sürme: Meslekten yetişme.

Kör değneğini beller gibi: Tutumunda bir yenilik, değişiklik yok.

Köprüleri atmak: Girişilen işten caymayı olanaksızlaştıran  bir durum yaratmak.

Köpeksiz köy bulmuş da çomaksız geziyor:  Kendisine engel olacak kimse olmadığı için istediği işi yapıyor.

Köpeğin ağzına kemik atmak:  Belalı birini susturmak için ona çıkar sağlamak.

Kozunu paylaşmak:  Aradaki anlaşmazlığı üstün gücüne dayanarak sona erdirmek.

Köküne kibrit suyu dökmek:  Bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok etmek.

Köprünün altından  çok su geçti: Koşullar ve durum değişti.

Körün istediği tek göz, Allah verdi iki göz: İstediği şey fazlası ile eline geçti.

Kör kadı: Doğruyu herkesin yüzüne söyleyen kişi.

Kör dövüşü: Düzensiz, birbirine uymaz çabalar.

Kör kör parmağım gözüne: Bunu görmemek için kör olmak gerek.

Kör topla: Yarım yamalak.

Köşe kapmaca oynamak: Birbirini arayıp durmak.

Köşeyi dönmek: Züğürtlükten kurtulup zengin olmak.

Kötü kötü düşünmek:  İçinden çıkılmaz bir durum içine girmek.

Kötü yola düşmek:  Uygunsuz işler yapmak.

Kraldan çok kralcı olmak:  Birinin davasını ondan çok savunmak.

Kulağı delik:  Olup bitenleri çabuk haber alan.

Kulağı kirişte:  Söylenecek sözü ya da gelecek haberi her an bekleyen.

Kulağı elinde!: Müjde!

Kötü yüz olmak: Kötü bir amaç gütmediği halde incitici bir davranış yüzünden dostuyla arası açılmak.

Kötü kişi olmak:  Kötülük yapmayı düşünmemesine karşın davranışlarıyla birilerinin düşmanlığını üzerine çekmek.

Köşeye sıkışmak: Güç bir duruma gelmek.

Kösteği kırmak: Çocuğun yürümeye başlaması./ Bağlı bulunup bir türlü ayrılamadığı yerle ilişkisini kesmek.

Kulağına çalınmak: İşitmiş olmak.

Kulağına girmek: Söylenenlere önem vermek.

Kulağına kar suyu kaçma:  Rahatını kaçıran bir haber işitmek.

Kulağına söylemek: Fısıldamak.

Kulağını açmak: Söylenene dikkat çekmek.

Kulağını çınlatmak: Birini anmak, birinden söz etmek.

Kulağına küpe olmak: Başına gelen işten unutamayacağı bir ders çıkarmak.

Kulakları paslanmak: Uzun zamandır müzik dinlememiş olmak.

Kulakları dolmak: Bir şeyi çok dinlemekten usanç gelmek.

Kulakları çınlasın: Onu güzel duygularla anıyoruz.

Kulak kabartmak: Belli etmemeye çalışarak dinlemek.

Kulak kesilmek: Bütün dikkatiyle dinlemek.

Kulak vermek: İyi anlamak üzere dinlemek.

Kulak ardı etmek: İşitmemiş gibi davranmak.

Kulağını açmak: Söylenene dikkat çekmek.

Kulağına koymak: Sırası geldiğinde anımsaması için  birine bir şey söylemek.

Kulak dolgunluğu:  Tam ve sağlam olmasa da işiterek edinilmiş bilgi.

Kulak misafiri olmak:  Yakınında konuşulanları dinlemek.

Kulak kesilmek: Bütün dikkatiyle dinlemek.

Kulaklarını dikmek:  Hayvanın dikkat kesilmesi

Kulaklarını tıkamak: Dinlemek istememek.

Kulaktan âşık olmak: Anlatılanlarla birine ya da bir şeye aşırı sevgi beslemek.

Kulaktan dolma: Şundan bundan dinleyerek edinilen bilgi.

Kulaktan kapmak: Okuyarak değil, söylenenleri dinleyerek bilgi edinmek.

Kulaktan kulağa:  Birini ötekine söyleyerek.

Kulp takmak: Kusur bulmak.

Kumpas kurmak:  Birini tuzağa düşürecek gizli bir iş düzenlemek.

Kurdu koyunla barıştırmak: Düşmanlığı ortadan kaldıran adil  bir yönetim kurmak.

Kursağında ekmeği bulunmamak:  Onun besleyip büyüttüğü kişi olmak.

Kurşuna dizmek: Kurşun sıkarak birinin hayatına son vermek.

Kurt masalı okumak:  Uzun sözlerle inandırıcı olmayan gerekçeler ileri sürmek.

Kuru tahtada kalmak: İçi eşyasız evde oturmak zorunda kalmak.

Kuru başına kalmak: Kimsesiz kalmak.

Kurtlarını dökmek:  Çoktan beridir özlediği şeyi bolca yapmak.

Kurşun dökmek:  Nazardan korunsun diye kapta eritilen kurşunu başın üstündeki su dolu kaba dökmek.

Kuş kadar canı olmak: Küçük ve güçsüz bir yaratık olmak.

Kuşsütünden başka her şey var: Her türlü yiyecek var.

Kuş mu konduracak?: Yapacağı şey görülmemiş bir sanat  yapıtı mı olacak?

Kuşsütüyle beslemek: En değerli besinle gereği gibi beslemek.

Kuş uçmaz, kervan geçmez: Kimsenin uğramadığı ıssız ve sapa bir yer.

Kuş uçurtmamak: Kimsenin geçmesine olanak vermeyecek önlemler almak.

Kuşa benzemek: Güdük, biçimsiz bir durum almak.

Kuyruğa girmek:  Sıraları geldikçe işlerini görmek için  arka arkaya dizilmek.

Kuyruğu dikmek. Koşmaya, bulunduğu yerden uzaklaşmaya çalışmak.

Kuyruğu kapana kısılmak: Kendini kolay kurtarmayacağı bir duruma düşmek.

Kuyruğuna basmak: Birini incitip saldırmasına yol açmak.

Kuyruğunu kısmak:  Korkup sinmek.

Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak.

Kuzu postuna bürünmek: Öyle olmadığı halde kendini zararsız ve uysal göstermeye çalışmak.

Kuyruğunun almadığı yere başını sokmak: Olmayacak işi yapmaya çalışmak.

Kuyruğunu kıstırmak:  Birini kımıldamayacak duruma getirmek.

Kuyruğuna basmak: Birini incitip saldırmasına yol açmak.

Kül yutmamak: Oyuna gelmemek.

Külah giydirmek: Oyun etmek.

Külah kapmak: Açıkgözlülükle önemli bir işe yerleşmek.

Külahıma anlat: Söylediklerine inanmıyorum.

Külahını önüne koyup düşünmek:  Olup bitenlerden ders çıkarmak.

Külahı ters giydirmek:  Kurnaz olanı aldatacak kadar kurnaz olmak.

Külahları değiştirmek:  Araları bozulmak.

Külünü göğe savurmak: Yok edip hiçbir şey bırakmamak.

Küplere binmek: Çok öfkelenmek.

Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsattan yararlanarak çok para biriktirmek.

Kütüüne balta değmemiş olmak: Varlıklı olmasına karşın iyilik yapmamış olmak.

Külahını önüne koyup düşünmek: Olup bitenlerden derr çıkarmak.

Küçük düşürmek: Bir söz ya da davranış nedeniyle utanacak duruma gelmek.

Kül olmak: Varını yoğunu yitirmek/  Bir acıdan dolayı üzülmek

Külah giydirmek: Oyun etmek