K Harfi İle İlgili Deyim ve
Anlamları

Kabak tadı vermek: Bıktırıcı olmak.
Kadınlar hamamına dönmek: Herkesin konuştuğu çok sesli bir
ortamda oluşmak.
Kabul olunmayacak duaya âmin demek: Olmayacakmış şeye
olacakmış gibi inanmak.
Kaderine küsmek: Şanssızlığından dert yanmak.
Kabak başına patlamak Çok kişi olduğu halde olaydan sadece
bir kişinin zarar görmesi.
Kaç para eder: Neye yarar?
Kabak çıkmak: Ham, kelek, olgunlaşmamış çıkmak.
Kabuğuna çekilmek: Dışarı ile ilgisini keserek kimseyle
görüşmemek.
Kaçmaktan kovalamaya vakti olmamak: Çok önemli işleri
olduğundan başka işler ile ilgilenememek.
Kabasını almak: Bir şeyin göze batan pürüzlerini gidermek.
Kabak çiçeği gibi açılmak: Sıkılgan birinin kısa zamanda
serbest hareketler yapmaya başlaması.
Kabir suali sormak: Çok ayrıntılı sorular sormak.
Kalıbı dinlendirmek: Ölmek
Kalır yeri olmamak: Hangi bakımdan olursa olsun, birinden
aşağı durumda olmamak.
Kafa büyük içi boş, tut kulağından çifte koş: Öküz gibi
akılsız anlamına gelir.
Kafasına koymak: Bir şeyi yapmaya karar vererek zamanını
beklemek.
Kafese koymak: Birini tuzağa düşürüp ondan yararlanmak.
Kafası almamak: Olabileceğine inanmamak
Kafa tutmak: Boyun eğmemek.
Kafasını vura vura: Zorla.
Kafadan atmak: Bir konu hakkında inceleme yapmadan
gelişigüzel konuşmak.
Kafayı üşütmek: Delilik belirtisi göstermek.
Kafası durmak: Yorgunluktan düşünemez duruma gelmek.
Kafdağı’ndan kar
bağışlamak: Olmayacak bir konuda söz
vermek.
Kağıt üzerinde kalmak: Yapılmak üzere yazılmış olan şeyin
uygulanmaması.
Kafayı yere vurmak: Uyumak için yatmak.
Kaldı ki: Şu da var
ki.
Kalıbını basmak: Bir şeye bütün içtenliği ile tanıklık etmek.
Kaleme almak: Bir konuyu yazmak.
Kahır yüzünden lütfa uğramak: Birine yapılan kötülüğün bir
başkasının işine yaraması.
Kalbini açmak: Duygu ve düşüncelerini söylemek.
Kalıp kıyafet yerinde : Üstü başı düzgün, iyi.
Kaleminden kan damlamamak: Çok güzel ve etkili bir yazı
yazmak, duygulu yazmak.
Kalburla su taşımak: Verimsiz bir işle uğraşmak.
Kalbine göre: Başkasının beslediği duyguya göre.
Kalbinde alası karası bulunmamak: Temiz insan olmak, iyi
yürekli olmak.
Kaleyi içeriden fethetmek: Elde edilmek istenen şeyi, sonuç
kendisine dayanan kişi ile anlaşarak elde etmek.
Kaleme gelmemek: Yazılacak şeylerden olmamak.
Kalbini kırmak: Birini incitecek söz ve davranışlarda
bulunmak.
Kalayı basmak: Ağır bir şekilde küfür etmek, sövmek.
Kalıbının adamı olmamak: Göründüğünden beklenilen insan
çıkmaması.
Kalbi olmamak: Merhametsiz, acımasız olmak.
Kambur kambur üstüne: Bir zorluk üstüne bir zorluk daha
geldi.
Kan revan içinde: Her tarafı kan olmuş.
Kan ter içinde kalmak: Sırılsıklam ter içinde olmak.
Kan tutmak: Kan görünce bayılmak./ Ansızın ölmek.
Kanadı altına almak: Koruyuculuğu altına almak.
Kana kan istemek: Ölüme karşılık ölüm istemek.
Kan yutturmak: Bir iş
oluncaya dek o işi yapana çok sıkıntı çıkarmak.
Kanadı altına almak: Koruyuculuğu altına almak.
Kan olmak: Aralarında kan davası olmak.
Kan oturmak: Sıkıştırma sonucu vücudun bir yerinden kan
sızıp biriktirmek.
Kan gövdeyi götürmek: Çok insanın öldürülmesi.
Kan çekmek: Kişiliğinin ya fiziki görüntüsünün ana ya da
babaya çekmesi.
Kan akıtmak: Adak karşılığı bir hayvanı kesmek.
Kan alacak damarı bilmek: Nereden ya da kimden çıkar
sağlayacağını bilmek.
Kanı kaynamak: Çok sevmek.
Kanı pahasına:
Yaşamını tehlikeye atarak.
Kancayı takmak:
Birine kötülük yapmaya girişmek.
Kanı kurumuş: Acıma
duygusu kalmamış.
Kandilde yağ kalmadı:
İşi devam ettirecek güç bitti.
Kanına dokunmak: Zoruna gitmek, sinirlenmek.
Kanını emmek: Acımasızca sömürmek.
Kanını içine akıtmak:
Acısını ve üzüntüsünü kimseye söylememek.
Kanını (İliğini) kurutmak: Birine çok sıkıntı vermek.
Kanıyla ödemek: Yaptığı iş hayatına mal olmak.
Kanını su etmek:
Aşırı özveride bulunmak.
Kanlı bıçaklı olmak:
Birbirini öldürecek kadar düşman olmak.
Kantarın topuzunu kaçırmak:
Aşırılığa varmak.
Kapıdan koyuvermek: Birdenbire salıvermek.
Kapıdan kovulsa bacadan girer: Yüz verilmemesine rağmen yine de sırnaşır, yüzsüzleşir, gitmez.
Kapağı atmak: İstediği daha iyi bir yere geçmek.
Kanı kaynamak: Çok sevmek.
Kan gütmek: Yakınını öldüren kişiyi öldürme peşinde olmak.
Kanına girmek:
Birini öldürmek./ Bir şeyi ziyan
etmek.
Kapanın elinde kalmak: Bir şeyden çabuk davrananların
faydalanması.
Karanlığa kurşun sıkmak: Rastgele davranışta bulunmak.
Karaman’ın koyunu, sonra çıkar
oyunu: Olağan göründüğüne aldanmayın, sonradan böyle olmadığını göreceksiniz.
Karalar bağlamak: (giymek): Bir üzüntü dolayısı ile kara kıyafetlere
bürünmek.
Karada ölüm yok: Artık hiç bir
zorlukla karşılaşmadan işini devam ettirir.
Karadeniz’de gemilerin mi battı?: Öyle derin derin düşünecek ne var?
Kapıyı büyük açmak: Bir işte çok
masraflı bir yol tutmak.
Karaca, kuruca, gönlüme görece:
Başkaları çirkin olduğunu söylese de umrumda değil çünkü ben seni seviyorum.
Karabatak gibi: Bir görünüyor, bir
yok oluyor.
Kapıyı kırıp odun etmek: Çok
sıkışık durumdan kurtulmak için en kıymetli
malını gözden çıkarmak.
Kapıyı açmak: Asıl konuya girmeye
hazırlayıcı söze başlamak/ Bir işe başlayarak başkalarına örnek olmak.
Kapısını aşındırmak: Evine çok
gidip gelmek.
Kapısı açık olmak: Evinin her
misafire açık olması.
Kapıda büyümek: Evinde hizmet,
eğitim görüp yetiştirmek.
Kapısını yapmak: Daha sonra
istenecek bir şey için önceden hazırlık yapmak.
Karanlıkta göz kırpmak: Anlamasını
istediği kimse tarafından anlaşılamamak.
Karşı koymak: Engel olmaya
çalışmak.
Karda gezip izini belli etmemek:
Yaptığı uygunsuz işi, kimseye sezdirmeden yapmak.
Karşı durmak: Direnmek.
Karşı gelmek: Boyun eğmeyip
başkaldırmak.
Karşı karşıya: Biri ötekinin
karşısında.
Karşı çıkmak: Bir düşünceye
katılmamak./ Gelenleri karşılamaya
gitmek.
Karnından söylemek: İşitilmeyecek seviyede hafif sesle konuşmak.
Karnım tok: Bu gibi sözleri
dinlemeye ihtiyaç duymuyorum.
Karnı zil çalmak: Aç olmak, çok
acıkmış olmak.
Karnı tok sırtı pek: Rahat bir
hayatı ve geçimi var.
Karda gezip izini belli etmemek:
Yaptığı uygunsuz işi, kimseye sezdirmeden yapmak.
Kardeş değil kara taş: Duygusu
olmayan kardeş.
Karga derneği: Budala kişiler topluluğu.
Karnı karnına geçmiş: Zayıflıktan
karın bölgesi içine geçmiş.
Karnı burnunda: Doğumu yaklaşmış
kadın.
Karışılanı görüşeni olmamak: İşine karışanın olmaması.
Kargayı bülbül diye satmak: Çirkini
güzel diye göstermeye çalışmak.
Karga tulumba etmek: Birkaç kişi,
bir kişiyi kol ve bacaklarından tutup kaldırmak.
Karıncanın kavmi çıkmış, o da bir
ayağı yok: Güçsüz olan kişiye kendinden daha güçsüz birinin yardım etmesi
anlamında söylenmiş deyimdir.
Karınca duası gibi: Küçük, karışık,
okunaksız yazı.
Karınca kararınca: Gücünün
yettiğince.
Kazık kadar: Çocuk değil, kocaman
adam.
Kazık atmak: Bir malı ederinden
pahalıya satmak.
Kazı koz anlamak: Söylenen şeyi
yanlış anlamak.
Kazan kazana dibin kara demiş,
tavanında da gülmeden aklı gitmiş: Başkasının ayıplayıp güldüğü şey kendinden
de var.
Kavga çıkarmak: Kavgaya yol açacak
davranışlarda bulunmak.
Kaşlarını çatmak: Kaşlarını
birbirine yaklaştırarak kızgınlığını belli etmek.
Kaşıkla toplayıp kepçeyle
dağıtmak: Zor kazanıp kolay harcamak.
Kaşık atmak: İştahla yemek.
Kaşıkla aş verip sapıyla göz
çıkarmak: Bir yandan iyilik yaparken, diğer yandan da onu yerle bir edecek
kötülükte bulunmak.
Kaşla göz arasında: Çok kısa bir
zaman içinde.
Kaş yapayım derken göz çıkarmak:
Küçük bir iyilik yapayım derken büyük zarar vermek.
Kasıp kavurmak: Ortalığı büyük
zarara uğratmak.
Karşıdan bakmak: Bir işe
karışmayarak uzaktan izlemek.
Karşısına dikilmek: Gelip
karşısında durmak.
Kar yağdı, iz örtüldü: Kötülükler
kapandı, görünmez oldu.
Kavuk sallamak: Dalkavukluk etmek.
Kazan kaldırmak: Topluca
ayaklanmak.
Kazdığı kuyuya kendi düşmek:
Başkası için hazırladığı tuzak, kendi ayağına dolaştı anlamında kullanılan
deyimdir.
Kazık yemek: Kandırılarak bir şeyi
değerinden pahalıya satmak.
Kazık yerini buldu, tokmağa gerek
yok: Söz gereken etkiyi yaptı, başka yaptırıma gerek yok.
Keçeden topuz: Uyduruk, aldatıcı
güç aracı.
Kel kız, teyzesinin saçıyla övünüyor: Kendinden
bulunmayan şeyin yakınlarında bulunması
ile övünüyor.
Kel kâhya: Kendi iş beceremediği
halde herkese iş buyuran.
Kel başa şimşir tarak: Züğürt
birinin , durumu ile çelişen pahalı şeyler alması.
Kefeni yırtmak: Ölüm tehlikesini
atlatmak.
Kediyi camiye mütevelli yapmak:
Hırsıza çalma kolaylığı sağlamak.
Kedi olalı bir fare tuttu: İlk kez bir işte başarılı oldu.
Kedi ne, budu ne?: Güçsüz, varlıksız kişi olduğu için, yapacağı
iş ya da vereceği şey de büyük olamaz.
Kedi gibi dört ayak üstüne
düşmek: En zor durumlardan, en güç durumlardan
bile zarar görmeden kurtulmak.
Keçileri kaçırmak: Aklını yitirmiş
gibi olmak.
Kedi ciğere bakar gibi bakmak: Hayran kaldığı şeye büyük bir istekle bakmak.
Keçeyi suya attık, çıkan yerini
taşlıyoruz: İşimiz bozuldu ve işimizi
düzeltme imkanımız da yok.
Kazın ayağı öyle değil: İş senin
bildiğin gibi değil.
Keçeden topuz: Uyduruk, aldatıcı
güç aracı.
Keçeyi sudan çıkarmak: Durumunu
düzeltip iyi sonuca ulaşmak.
Keçe kepeneğe gümüş düğmeler: Değersiz nesneyi, pahalı süs eşyaları ile süsleme.
Kendi kendini yemek: İşler istediği gibi gitmeyince kişinin sürekli üzüntü içine girmesi.
Kendi hâlinde: Kimsenin işine
karışmaz.
Kendi gelen: Kendiliğinden ele
geçen yararlı şey.
Kendi havasında olmak: Hoşlandığı
işi yapmak.
Kendi gözündeki merteği görmez,
elin gözündeki çöpü görür: Kendinin büyük
kusurlarına bakmadan başkalarının küçük kusurlarını bulmaya çalışır ve onlarla
uğraşır.
Kendi derdine düşmek: Kendi
sıkıntısından başka şeyle uğraşamamak.
Kendi kendine gelin güvey olmak:
Başkasıyla birlikte kararlaştırılması gereken işi kendi başına tasarlayıp olmuş
saymak.
Kel kızım saçlı diye ağlamak: Aslında değerli olmayan şey kaybolunca
değerliymiş gibi üzülmek.
Kelle kulak yerinde Bedensel olarak
gösterişli
Kelle görünmek: Kusuru ortaya
çıkmak.
Keli körü toplamak: Sakat, işe
yaramaz kimseleri toplamak.
Kelleyi koltuğa almak: Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak.
Kitaba el basmak: Yemin etmek.
Kitaba uydurmak: Yasal olmayan bir
işi yasalmış gibi gösterecek bir yol
bulmak.
Koltuğuna sığınmak: Birinin
koruyuculuğuna sığınmak.
Koltuk değneyiyle: Başkasının
yardımıyla.
Koltukları kabarmak: Kendisinin ya
da bir yakınının övülmesinden kıvanç duyup büyüklenmek.
Koluna girmek: Birilikte yürümek
üzere kolunu, birinin koltuğu altından geçirmek.
Kolları sıvamak: Bir işe
hazırlanmak.
Kollarını açmak: Kucaklamaya hazır olduğunu göstermek veya
bildirmek.
Kolayını bulmak: Kolayca yapma
yolunu bulmak.
Kof çıkmak: Beklendiği gibi
çıkmamak.
Kokusu çıkmak: Gizlice yapılan iş
herkesçe anlaşılmaya başlamak.
Kol gezmek: Gücünü ve etkinliğini sürdüren bir durum
göstermek.
Kolayını bulmak: Kolayca yapma
yolunu bulmak.
Kolayına gelmek: Böyle yapmayı daha
kolay bulmak.
Kol kanat germek (olmak): Birini koruyuculuğu altına almak.
Kokusunu almak: Gizli tutulan bir
şeyi sezmek.
Kocaya vermek: Kızı ya da kadını
bir erkekle evlendirmek.
Kocaya varmak: Evlenmek.
Kolaçan etmek: Çevreyi dolaşıp ne
olup bittiğini anlamak.
Koltuk vermek: Birini yüzüne karşı
övmek.
Kemer sıkmak: Tutumlu bir hayata
katlanmak.
Kelle götürür gibi: Çok hızlı giderek.
Kem küm etmek: Verecek cevap
bulamayınca, anlaşılmayan sözler söylemek.
Kenar gezmek: Yaklaşmadan uzakta durmayı tercih etmek.
Kendi çalıp kendi oynamak: Konuyu ilginç duruma getirdiği halde , işine
kimseyi karıştırmayıp ortalığı telaşa vermek.
Kendini göstermek: Beğenilecek
özelliklerini sergilemek.
Kendini dinlemek: Önemsiz
rahatsızlıkları büyütmek.
Kendini dev aynasında görmek:
Kendini çok büyük bir adam saymak.
Kendini bilen: Onurunu koruyan.
Kendini bırakmak: Fiziğine, giyim
kuşamına artık önem vermemek.
Kendini bulmak: Durumunu düzeltmek.
/ Kişiliğini kazanmak.
Kendini alamamak: Kendini tutamayıp
yapmak.
Kendini ateşe atmak: Tehlikesi bilinen bir işe girişmek.
Kendini ağıra satmak: Yapması
istenen işi birçok istekten sonra kabul etmek.
Kendini atmak: Hemen gitmek.
Kendini dar atmak: Güçlükle ve acele
olarak bir yere sığınmak, kaçmak.
Kendine yedirememek: Başkasının
kendine yaptığı işi onur kırıcı bularak
tepki göstermek.
Kendine gelmek: Düşünebilecek duruma gelmek.
Kendinden pay biçmek: Kendi durumu ile karşılaştırmak.
Kendinden geçmek: Bayılmak. /
Uyuyakalmak./ Coşkuya kapılmak.
Kendinde olmamak: Düşünebilecek
durumda olmamak.
Kendi payıma: Ben olsam , düşünceme göre gibi anlamlara
gelir.
Kendi yapıyla kavrulmak: İhtiyaçlarını kendi imkanları ile sağlamak.
Kendini toplamak: Durumunu
düzeltmek.
Kendini kaybetmek: Öfkesinden ne yaptığını bilememek.
Kendini kaptırmak: Uğraştığı işin
etkisinden kendini kurtaramamak.
Kendini tutamamak: Bir durum
karşısında sessiz kalmayı başaramamak.
Kestirme cevap: Kısa ve kesin
cevap.
Ket vurmak: Engel olmak.
Keyfi yok: Hasta
Keyfi gelmek: Neşelenmek.
Keyfi kaçmak: Neşesi kaçmak.
Keyfi oluncaya kadar: Razı oluncaya
dek.
Keyfini çıkarmak: Bir işi ya da
durumu eğlenceli duruma getirmek.
Keyfinin kâhyası olmamak:
Dilediğini yapmasına engel olma hakkı olmamak.
Kestane kabuğundan çıkmış da
kabuğunu beğenmemiş: Kendisini yetiştiren, koruyan kişi beğenmemiş.
Kesenin ağzını açmak: Bol para harcamak.
Kesenin dibi görünmek: Paranın tükenmesi.
Kesesine bir şey girmemek: Durumdan
yararlanmamak.
Kesip atmak: Kesin konuşmak.
Kesip attığı tırnak olamamak: Söz
konusu kişiden değerce çok aşağı olmak.
Kendini vermek: Bütün gücünü bir
şeyi yapmaya adamak.
Kene gibi yapışmak: Yararlandığı
kişinin yakasını bırakmamak.
Kendini naza çekmek: Kendinden
beklenen işi yeniden istenmedikçe yapmamak.
Kerameti kendinden bilmek: Başka bir
etkenle kavuştuğu iyi durumu kendi çabası ile elde etmiş saymak.
Kırk yılda bir: Pek seyrek olarak.
Kırk yılın başı: Pek uzun zaman
sonra ilk kez.
Kıtlığına kıran girmek: Bir şey ortadan çekilip bulunmaz
olmak.
Kıssadan hisse: Anlatılan olaydan ders çıkarmak.
Kıt kanaat geçinmek: Yoksulluk içinde ve güç geçinmek.
Kısmetini ayağıyla tepmek: Elde
edeceği iyi durumu, değerlerini bilmeyerek istememek.
Kırklara karışmak: Artık ortalarda
görünmez olmak.
Kırkı çıkmak: Doğumun üzerinden kırk gün geçmek.
Kırkından sonra azmak (saz
çalmak): İleri yaşta yapmaması gereken
şeyleri yapmak.
Kırk yılın çarşambası bir araya
gelmek: Ayrı ayrı yapılması gereken
işler bir arada yapılır durumda olmak.
Kısa kesmek: Sözü uzatmamak.
Kısa tutmak: Bir şeyi gereken
uzunlukta ya da genişlikte ele almamak.
Kısmeti çıkmak: Evlenmek üzere bir
kızın bir erkek tarafından istenmesi.
Kıtı kıtına: Tam yetecek kadar.
Kıtır atmak: Yalan söylemek.
Kilo almak: Şişmanlamak
Kilo vermek: Zayıflamak.
Kim bilir: Belli değil.
Kirişi kırmak: Kaçmak
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek:
Kimsenin haber olmadığı utanılacak şeylerini herkese söylemek.
Kimi kimsesi olmamak: Hiç akrabası, koruyucusu bulunmamak.
Kime ne?: Kimseyi ilgilendirmez.
Kim kime dum duma: Kalabalık içinde kimse kimseyle ilgilenmiyor.
Kime niyet, kime kısmet: O faydalansın
diye hazırlanan şey ona değil, başkasına yaradı.
Kimsenin tavuğuna kış dememek: Kimsenin işine karışmamak.
Kimin arabasına binerse onun
türküsünü çığırmak: (düdüğünü
çalmak): Kimden çıkar görürse, ona
yaranmaya çalışan kimseler için kullanılan deyimdir.
Kimi kimsesi olmamak: Hiç akrabası,
koruyucusu olmamak.
Kim vurduya gitmek: Boşu boşuna ölmek/ Kimin vurduğu belli
olmamak/ Hiç bir suçu olmayan kişinin arada kaynaması.
Kız kaçırmak: Bir kızı zorla
yakalayıp uzak yerlere götürmek.
Kızağa çekmek: Birini etkinlik
gösterdiği işten alıp çalışmayı gerektiren işe vermek.
Kız vermek: Kişinin kendi kızını
bir aileye gelin olarak vermesi.
Kızarıp bozarmak: Utançtan renkten
renge girmek.
Kızım sana söylüyorum, gelinim sen de dinle:
Düşüncemi en yakınımdakine söylüyorum ama aslında mesaj vermek istediğim kişi
en yakınımdaki değil, diğeridir.
Korktuğu başına gelmek:
Olmasından korktuğu iş gerçekleşmek.
Koyduğum yerde otluyor:
Uzun zaman hiçbir ilerleme sağlamadı.
Koydunsa bul:
Bulunduğu yerden yitmiş.
Kozunu kaybetmek:
Karşısındakine istediğini yaptırabilme olanağını yitirmek.
Koyun yaşı kadar yaşı kalmak: Her an ölebilecek yaşlılıkta olmak.
Koyuversem pekmez dökülür, koyuvermesem belim bükülür: Sakıncalı bir ikilem karşısındayım.
Kök söktürmek: Birine
yaptığı işte zorluk çıkarmak.
Koyun kaval dinler gibi dinlemek: Hiçbir şey anlamadan dinlemek.
Kökten sürme: Meslekten yetişme.
Kör değneğini beller gibi: Tutumunda bir yenilik, değişiklik
yok.
Köprüleri atmak: Girişilen işten caymayı
olanaksızlaştıran bir durum yaratmak.
Köpeksiz köy bulmuş da çomaksız geziyor: Kendisine engel olacak kimse olmadığı için
istediği işi yapıyor.
Köpeğin ağzına kemik atmak:
Belalı birini susturmak için ona çıkar sağlamak.
Kozunu paylaşmak:
Aradaki anlaşmazlığı üstün gücüne dayanarak sona erdirmek.
Köküne kibrit suyu dökmek:
Bir daha ortaya çıkamayacak biçimde yok etmek.
Köprünün altından çok
su geçti: Koşullar ve durum değişti.
Körün istediği tek göz, Allah verdi iki göz: İstediği şey
fazlası ile eline geçti.
Kör kadı: Doğruyu herkesin yüzüne söyleyen kişi.
Kör dövüşü: Düzensiz, birbirine uymaz çabalar.
Kör kör parmağım gözüne: Bunu görmemek için kör olmak gerek.
Kör topla: Yarım yamalak.
Köşe kapmaca oynamak: Birbirini arayıp durmak.
Köşeyi dönmek: Züğürtlükten kurtulup zengin olmak.
Kötü kötü düşünmek:
İçinden çıkılmaz bir durum içine girmek.
Kötü yola düşmek:
Uygunsuz işler yapmak.
Kraldan çok kralcı olmak:
Birinin davasını ondan çok savunmak.
Kulağı delik: Olup
bitenleri çabuk haber alan.
Kulağı kirişte:
Söylenecek sözü ya da gelecek haberi her an bekleyen.
Kulağı elinde!: Müjde!
Kötü yüz olmak: Kötü bir amaç gütmediği halde incitici bir
davranış yüzünden dostuyla arası açılmak.
Kötü kişi olmak:
Kötülük yapmayı düşünmemesine karşın davranışlarıyla birilerinin
düşmanlığını üzerine çekmek.
Köşeye sıkışmak: Güç bir duruma gelmek.
Kösteği kırmak: Çocuğun yürümeye başlaması./ Bağlı bulunup
bir türlü ayrılamadığı yerle ilişkisini kesmek.
Kulağına çalınmak: İşitmiş olmak.
Kulağına girmek: Söylenenlere önem vermek.
Kulağına kar suyu kaçma: Rahatını kaçıran bir haber işitmek.
Kulağına söylemek: Fısıldamak.
Kulağını açmak: Söylenene dikkat çekmek.
Kulağını çınlatmak: Birini anmak, birinden söz etmek.
Kulağına küpe olmak: Başına gelen işten unutamayacağı bir
ders çıkarmak.
Kulakları paslanmak: Uzun zamandır müzik dinlememiş olmak.
Kulakları dolmak: Bir şeyi çok dinlemekten usanç gelmek.
Kulakları çınlasın: Onu güzel duygularla anıyoruz.
Kulak kabartmak: Belli etmemeye çalışarak dinlemek.
Kulak kesilmek: Bütün dikkatiyle dinlemek.
Kulak vermek: İyi anlamak üzere dinlemek.
Kulak ardı etmek: İşitmemiş gibi davranmak.
Kulağını açmak: Söylenene dikkat çekmek.
Kulağına koymak: Sırası geldiğinde anımsaması için birine bir şey söylemek.
Kulak dolgunluğu: Tam
ve sağlam olmasa da işiterek edinilmiş bilgi.
Kulak misafiri olmak:
Yakınında konuşulanları dinlemek.
Kulak kesilmek: Bütün dikkatiyle dinlemek.
Kulaklarını dikmek:
Hayvanın dikkat kesilmesi
Kulaklarını tıkamak: Dinlemek istememek.
Kulaktan âşık olmak: Anlatılanlarla birine ya da bir şeye
aşırı sevgi beslemek.
Kulaktan dolma: Şundan bundan dinleyerek edinilen bilgi.
Kulaktan kapmak: Okuyarak değil, söylenenleri dinleyerek
bilgi edinmek.
Kulaktan kulağa:
Birini ötekine söyleyerek.
Kulp takmak: Kusur bulmak.
Kumpas kurmak: Birini
tuzağa düşürecek gizli bir iş düzenlemek.
Kurdu koyunla barıştırmak: Düşmanlığı ortadan kaldıran
adil bir yönetim kurmak.
Kursağında ekmeği bulunmamak: Onun besleyip büyüttüğü kişi olmak.
Kurşuna dizmek: Kurşun sıkarak birinin hayatına son vermek.
Kurt masalı okumak:
Uzun sözlerle inandırıcı olmayan gerekçeler ileri sürmek.
Kuru tahtada kalmak: İçi eşyasız evde oturmak zorunda
kalmak.
Kuru başına kalmak: Kimsesiz kalmak.
Kurtlarını dökmek:
Çoktan beridir özlediği şeyi bolca yapmak.
Kurşun dökmek:
Nazardan korunsun diye kapta eritilen kurşunu başın üstündeki su dolu
kaba dökmek.
Kuş kadar canı olmak: Küçük ve güçsüz bir yaratık olmak.
Kuşsütünden başka her şey var: Her türlü yiyecek var.
Kuş mu konduracak?: Yapacağı şey görülmemiş bir sanat yapıtı mı olacak?
Kuşsütüyle beslemek: En değerli besinle gereği gibi
beslemek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez: Kimsenin uğramadığı ıssız ve sapa
bir yer.
Kuş uçurtmamak: Kimsenin geçmesine olanak vermeyecek
önlemler almak.
Kuşa benzemek: Güdük, biçimsiz bir durum almak.
Kuyruğa girmek:
Sıraları geldikçe işlerini görmek için
arka arkaya dizilmek.
Kuyruğu dikmek. Koşmaya, bulunduğu yerden uzaklaşmaya
çalışmak.
Kuyruğu kapana kısılmak: Kendini kolay kurtarmayacağı bir
duruma düşmek.
Kuyruğuna basmak: Birini incitip saldırmasına yol açmak.
Kuyruğunu kısmak:
Korkup sinmek.
Küçük dilini yutmak: Çok şaşmak.
Kuzu postuna bürünmek: Öyle olmadığı halde kendini zararsız
ve uysal göstermeye çalışmak.
Kuyruğunun almadığı yere başını sokmak: Olmayacak işi
yapmaya çalışmak.
Kuyruğunu kıstırmak:
Birini kımıldamayacak duruma getirmek.
Kuyruğuna basmak: Birini incitip saldırmasına yol açmak.
Kül yutmamak: Oyuna gelmemek.
Külah giydirmek: Oyun etmek.
Külah kapmak: Açıkgözlülükle önemli bir işe yerleşmek.
Külahıma anlat: Söylediklerine inanmıyorum.
Külahını önüne koyup düşünmek: Olup bitenlerden ders çıkarmak.
Külahı ters giydirmek:
Kurnaz olanı aldatacak kadar kurnaz olmak.
Külahları değiştirmek:
Araları bozulmak.
Külünü göğe savurmak: Yok edip hiçbir şey bırakmamak.
Küplere binmek: Çok öfkelenmek.
Küpünü doldurmak: Eline geçen fırsattan yararlanarak çok para
biriktirmek.
Kütüüne balta değmemiş olmak: Varlıklı olmasına karşın
iyilik yapmamış olmak.
Külahını önüne koyup düşünmek: Olup bitenlerden derr
çıkarmak.
Küçük düşürmek: Bir söz ya da davranış nedeniyle utanacak
duruma gelmek.
Kül olmak: Varını yoğunu yitirmek/ Bir acıdan dolayı üzülmek
Külah giydirmek: Oyun etmek