Deyimler Ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Deyimler Ve Anlamları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

I ve İ Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 I ve İ Harfi İle İlgili Deyim ve Anlamları

 

Iska geçmek: Önem vermemek.

Icığını cıcığını çıkarmak:  Bir şeyi en ufak ayrıntısına kadar inceleyip eleştirmek.

Ikınıp sıkınmak: Bir şey ortaya koymak için kendini çok zorlamak.

Iskartaya çıkarmak: Çürüğe çıkarmak.

Irağı yakın etmek: Güçlükleri ortadan kaldırarak işi kolaylaştırmak.

Işık tutmak: Konuyu aydınlatan düşünceler söylemek.

Isıtıp ısıtıp önüne koymak: Daha önce geçmiş bir olayı veya düşünceyi tekrarlamak.

Işığı altında: Bir durum veya bir düşüncenin  konuyu aydınlatmasından faydalanmak.


İçi bayılmak: Açlıktan halsiz duruma düşmek.

İç etmek:Başkasının olan şeyi kendine mal edip ortadan kaldırmak.

İcabına bakmak: Gereğini yerine getirmek veya ortadan kaldırmak.

İçi cız etmek: Çok üzülmek.

İçecek suyu olmak: O yere ulaşması kısmetmiş demek.

İçi açılmak: İç sıkıntısı gitmek.

İçi bulanmak: Midesi bulanıp kusacak gibi olmak.

İç dediler, çeşmeyi kurut demediler:  Yararlan dediler hepsini tüket demediler.

İçi almamak: Bir işi sakıncalı gördüğünden veya beğenmediğinden  yapmak istememek.

İç tutmak: Meyve ve sebzelerin içi olgunlaşmak.

İç geçirmek: Üzüntüsünü  derin bir nefes alarak göstermek.

İç açmak: Gönle ferahlık vermek.

İçinden çıkmak: Karışık, zor bir işi başarmak.


İçi kan kuyusu: Hep kötülük düşünür.

İçinde parmağı olmak: Göstermese de bir iş ilgiilenir olmak.

İçi kaldırmamak: Bir işi yapmaya dayanamamak.

İçi götürmemek: Acıyıp dayanamamak.

İçi yağ bağlamak: Çok sevinip rahatlamak.

İçi içine sığmamak: Çok heyecanlanıp mutlu olmak, sevinmek.

İçi çıfıt çarşısı: Başkası için hep kötü şeyler düşünen.

İçi erimek: Kaygı içinde olmak.

İçi kazınmak: Çok acıktığı için midesini kazınmaya başlamak.

İçi titremek: Bir zarar gelecek korkusu içinde olmak.

İçi daralmak: Sıkılmak, bunalmak.

İçi ezilmek: Açlıktan midenin rahatsızlık vermeye başlaması.

İçi yanmak: Çok büyük acı ve üzüntü duymak.

İçi kabarmak: Heyecanlanıp karşı koyma duygusu içinde olmak. Ya da aşırı bir ağlama duygusu içinde olmak.

İçtikleri su ayrı gitmemek: Çok yakın arkadaş olmak.

İçinden gülmek: Bir şey söylemeden gülünç olmak.

İçine atmak: Derdini kimseye söylememek.

İçler acısı: Çok üzücü.

İçine doğmak: Olacak şeyleri sezinlemek.

İçini kemirmek: Bir üzüntünün kendisini devamlı rahatsız etmesi.

İçinin yağı erimek: Korkulacak bir durum oluşacak diye endişelenmek.

İçine ateş düşmek: Büyük bir acı ve üzüntünün etkisi altına girmek.

İçli dışlı olmak: Çok yakın arkadaş olmak.

İçine sinmemek: Güzel bir şeyden , yakınları faydalanamadığı için tat alamamak.

İçine sokacağı gelmek: Birine karşı çok sevgi duymak.


İçine almak: Kapsamak.

İçini boşaltmak: Öfkelendiği birine içinden gerekeni söyleyip rahatlamak.

İçine kurt düşmek: Kendisine zarar getirecek bir durum oluşacağından endişelenmek.

İçinden okumak: Ses çıkarmadan okumak.

İçine kapanmak: Duygularını kimseye açmamak.

 

İğne ipliğe dönmek: Çok zayıflamak.

İki eli (kızıl) kanda olsa:  Elinde bırakamayacağı bir işi olsa bile.

İki baştan olmak: İki yanında istemesiyle gerçekleşebilir olmak.

İğneden ipliğe kadar:  En küçüklerini bile unutmayarak tüm eşyalar.

İki ayağını bir pabuca sokmak: Birini, bir işi çabuk yapması için  çok sıkıştırmak.

İki büklüm: Eğilmekten veya yaşlılıktan  beli çok bükülmüş.

İki arada bir derede: Sıkışık koşullarda bile fırsat bularak.

İğne ile kuyu kazmak: Yetersiz araç ve imkanlarla büyük bir işi başarmaya çalışmak.

İğne atsan yere düşmez:  Çok kalabalık.

İfrit olmak (kesilmek):  Delirircesine kızmak.

İğdede de var, çıkrıkta da: İki tarafda da suç var.

İki ahbap çavuşlar:  Birbirinden ayrılmayan iki arkadaş.

İki cami arasında beynamaz:  Ne tarafa yanaşacağını bilemeyen kişi.

İki çift söz etmek:  Birkaç söz söylemek.

İki ekmek arasında bir dilim  peynir: Her işte kendini gösteren kimseler için kullanılan deyimdir.

İfade vermek: Sorguya cevap vermek.

İdare etmek: Tutumlu davranmak/ Örtbas etmek/  Göz yummak/  Yetmek, yetiştirmek gibi farklı anlamlara gelir.

İfadesini almak: Tanığı ve sanığı sorguya almak./ Birini hırpalamak.

İflahını kesmek: Gücünü tüketip iş yapamaz duruma getirmek.

İki elim yanına gelecek: Öleceğim.

İki eli yakasında olmak: Öbür dünyada ondan alacağını isteme hakkını saklı tutmak.

İliğini kurutmak: Sömürmek.

İleri sürmek: Kabul edilmesini önermek.

İleriyi görmek: Gelecekte olabilecekleri sezinlemek.

İliğine işlemek: Benliğini iyice etkisi altına almış bulunmak.

İki eli böğründe kalmak: Çaresizlik içinde ne yapacağını bilememek.

İki gözü iki çeşme: Durmadan ağlayarak.

İki paralık etmek: Söz ve davranışlarla birinin toplum içindeki değerini düşürmek.

İki ucu pis değnek: Her iki türlü davranmak da sakıncalı.

İleri sürmek: Kabul edilmesini önermek.

İleriyi görmek: Gelecekte olabilecekleri sezinlemek.

İkili oynamak: Karşıtlardan ikisini de desteklemek.

İktisat etmek: Tutumlu davranmak.

İleri gelmek: Oluşmak/ bağlı bulunmak/ Neden olmak.

İki ucunu bir araya getirememek: İşleri düzene koyamamak.

İki yakası bir araya gelememek: Borçtan kurtulamamak, geçim sıkıntısı yaşamak.

İki paralık etmek: Söz ve davranışlarla birinin  toplum içindeki değerini düşürmek.

İki iple dikmek: Karşıt iki yan birbirine yardım etmek.

İlerisini gerisini düşünmemek:  Söz veya davranışın  nasıl bir sonuç doğuracağını düşünmemek.

İleri geri konuşmak: Yersiz öve kırıcı sözler söylemek.

İkisi bir kapıya çıkar: İki yol da aynı sonuca çıkar.

 

 

H Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 H Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları



Haber almak: Kendisine haber ulaşmak.

Haddine mi düşmüş?:  Böyle bir işi yapmaya yeteneği ve yetkisi yok.

Ha Ali Hoca, Ha Hoca Ali:  Söylenişler farklı olabilir ama anlatılan aynı kişi.

Ha deyince: İstenilen anda.

Haddini bilmek: Yetki sınırını aşan kişiye, etkisinin ötesinde işlere karışmaması gerektiğini bilmek.

Ha şöyle: İyi yaptın , beğendim.

Ha babam ha: Durmaksızın.

Haddi varsa: Sonra göreceği sert tepkiden korkmuyorsa.

Habbeyi kubbe yapmak: Önemsiz bir şeyi abartamak.

Ha şunu bileydin: Bunu daha önce anlamalıydın.

Haber çıkmamak: Beklenen haber gelmemek.

Hacet kalmamak: Gereksiz olmak.

Haddini bildirmek: Yetki sınırını aşan kişiye

Hapı yutmak: Kötü bir duruma düşmek

Hangi akla hizmet ediyor?:  Hangi fikirle  bu saçma işi yapıyor?

Hali duman olmak: Çok kötü durumda olmak.

Haksız yere: Haklı olmayarak.

Halef selef: Birbirini izleyerek bir göreve gelmiş olmak.

Hâli vakti yerinde: Oldukça varlıklı.

Hâlden anlamak: Birinin durumunu bilip  ona göre davranış sergilemek.

Hafakanlar basmak: Çok sıkılıp bunalmak.

Hakkından gelmek: Zor bir işi başarmak.

Hafif tertip: Çok aşırıya kaçmadan.


Halep oradaysa, arşın burada: Söylediğini yapman için bütün koşullar hazır, hadi yap da görelim.

Hafife almak: Önemsiz saymak.

Hamur tutmak: Hamur hazırlamak.

 Hangi taşı kaldırsan altından çıkar: Her işte eli var.

Hamamda deli var: İlgilendiğimiz ortamda zararlı biri var, ondan kendimizi korumalıyız.

Hani yok mu?: Dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenen bir söz.

Hanımım, aşağıda da gördüm seni: Açıklaman olmadığı zaman da yapmazdın.

Ham armut gibi boğaza durmak: Söz ve davranışla  birinin yapmakta olduğu işi zorlaştırmak.

Hamamın namusunu kurtarmak: Pek temiz olmayan bir işin  sözde temiz kalmasını sağlamak.

Hafta sekiz, gün dokuz: Bıktıracak kadar sık zamanlarda.

Hangi taş pekse, başını ona vur: Kendini berbat ettiğin için, işini düzeltmek de sana düşer.


Hamama gider kurnaya, düğüne gider zurnaya aşık olur: Her gördüğüne gönül kaptıran bir kişidir.

Hangi dağda kurt öldü?: Nasıl oldu da böyle güzel ve umulmadık davranışta bulundu?

Halt etmek: Uygunsuz bir söz söylemek.

Hamallığını etmek: Bir işin uzmanlıkla ilgili olmayan ağır yükünü taşımak.

Haksız yere: Haklı olmayarak.

Hakkı geçmek: Bir kimsede, bir şeyde emeği bulunmak.

Hararet vermek: Susatmak.

Hasta, çorbası tasta: Hasta gibi görünüyor ama yeme içmesi yerinde.

Hastası olmak: Uğraşıp ele geçirmedikçe rahatsız edemeyecek kadar bir şeye düşkün olmak.

Hasret gitmek:  Kavuşma özlemi içinde ölmek.

Hasret çekmek: Özlemek.

Hasanpaşalı olmak: Birisiyle  araları açılmış olmak.

Harfi harfine:  Birbirine tamamen uygun.

 Harı geçmek : Sıcaklığı azalmak. / Öfkesi azalmak.

Haremlik selamlık olmak:  Kadın ve erkeklerin ayrı yerde oturması.

Harcı olmak: Yapabileceği bir iş olmak.

Haraç mezat satmak: Açık artırmayla satmak.

Haraca bağlamak:  Birine para vermesini zorla kabul ettirmek.

Harekete geçmek: Yapmaya başlamak.

Hareket noktası:  İşin başlangıç noktası.

 Hararet kesmek:  Susatmak.

Haram olmak: Bir şeyden yararlanamaz olmak.

Har vurup harman savurmak: Gereksiz harcamalar ile sahip olduğu varlığı tüketmeye başlamak.

Hasır altı etmek:  Bir işi örtbas edip unutturmaya çalışmak.

Hava bulanmak: Havada yağmur bulutlarının olmaya başlaması.

Hatırından geçmemek:  Düşünmemek.

Hava açmak: Bulutun dağılıp güneşin görünmesi.

Hatırına gelmek: Anımsamak.

Hatırı sayılır: Önemli, oldukça çok.

Hastaya karpuz sormak: Birine çok istediği şeyleri vermeyi önermek.

Hatırında kalmak: Unutmamak.

 Hatırı sayılır:  Önemli, oldukça çok.

Hatır için:  Gerektiğinden değil de birini sevindirmek için.

Hatır gönül bilmemek: Saygı duyulan kimsenin gücenmesine bile bakmadan doğru bildiğini yapmak.

Haşır neşir olmak: Kişi ya da iş ile uğraşıp durmak.

Hâşa huzurdan: Beni bağışlayın ama sizin yanınızda söylememem gereken şeyi söylemek zorundayım.

Hava almak: Açık bir alanda temiz havayı soluyarak dinlenmek. / Beklediği şey eline geçmemek. / Havasız bir yere havanın girmesi.

Hatır belası: Sevilen ve saygın birini mutlu etmek için katlanılan sıkıntılı iş.

Hastaya karpuz sormak: Birine çok istediği şeyleri vermeyi önermek.

 

 

Hararet vermek: Susatmak.

Hasta, çorbası tasta: Hasta gibi görünüyor ama yeme içmesi yerinde.

Hastası olmak: Uğraşıp ele geçirmedikçe rahatsız edemeyecek kadar bir şeye düşkün olmak.

Hasret gitmek:  Kavuşma özlemi içinde ölmek.

Hasret çekmek: Özlemek.

Hasanpaşalı olmak: Birisiyle  araları açılmış olmak.

Harfi harfine:  Birbirine tamamen uygun.

 Harı geçmek : Sıcaklığı azalmak. / Öfkesi azalmak.

Haremlik selamlık olmak:  Kadın ve erkeklerin ayrı yerde oturması.

Harcı olmak: Yapabileceği bir iş olmak.

Haraç mezat satmak: Açık artırmayla satmak.

Haraca bağlamak:  Birine para vermesini zorla kabul ettirmek.

Harekete geçmek: Yapmaya başlamak.

Hareket noktası:  İşin başlangıç noktası.

 Hararet kesmek:  Susatmak.

Haram olmak: Bir şeyden yararlanamaz olmak.

Har vurup harman savurmak: Gereksiz harcamalar ile sahip olduğu varlığı tüketmeye başlamak.

Hasır altı etmek:  Bir işi örtbas edip unutturmaya çalışmak.

Hava bulanmak: Havada yağmur bulutlarının olmaya başlaması.

Hatırından geçmemek:  Düşünmemek.

Hava açmak: Bulutun dağılıp güneşin görünmesi.

Hatırına gelmek: Anımsamak.

Hatırı sayılır: Önemli, oldukça çok.

Hastaya karpuz sormak: Birine çok istediği şeyleri vermeyi önermek.

Hatırında kalmak: Unutmamak.

 Hatırı sayılır:  Önemli, oldukça çok.

Hatır için:  Gerektiğinden değil de birini sevindirmek için.

Hatır gönül bilmemek: Saygı duyulan kimsenin gücenmesine bile bakmadan doğru bildiğini yapmak.

Haşır neşir olmak: Kişi ya da iş ile uğraşıp durmak.

Hâşa huzurdan: Beni bağışlayın ama sizin yanınızda söylememem gereken şeyi söylemek zorundayım.

Hava almak: Açık bir alanda temiz havayı soluyarak dinlenmek. / Beklediği şey eline geçmemek. / Havasız bir yere havanın girmesi.

Hatır belası: Sevilen ve saygın birini mutlu etmek için katlanılan sıkıntılı iş.

Hastaya karpuz sormak: Birine çok istediği şeyleri vermeyi önermek.

Hayır beklememek: Yararlı bir sonuç beklememek.

Haydi oradan!: Çekil oradan!

Havlu atmak: Yenilgiyi kabul etmek.

Hayal meyal: Bulanık bir görüntü gibi.

Hayat memat meselesi: Yaşamsal bir problem.

Hayatını yaşamak: Dilediği gibi yaşamak.

Haydi canım sen de (Haydi oradan): Böyle şey olmaz!

Hayata atılmak: Geçimini sağlamak için bir iş yapmaya başlamak.

Haydi haydi: Olsa olsa, en çoğu.

Hayat geçirmek: Yaşayış sürdürmek.

Hayatına girmek: Yaşamında yeri olmak.

Hava kapanmak: Gökyüzünün bulutla kapanması.

Hava kararmak: Ortalığın yarı karanlık olması.

Havadan sudan konuşmak: Rastgele konulardan konuşmak.

Havanda su dövmek:  Boşuna ve faydasız iş yapmak.

Havası şaş:  Yolunu şaşırdı.

Havaya girmek: Bir işe yoğunlaşmak.

Havayı bozmak: Bir topluluğun düzenini aksatan davranışta bulunmak.

Havası olmak: Alımlılığı, ilgi çeken yanı olmak.

Havada kalmak: Bir sav, dayanaksız olduğundan  ispatlanamaması/ Sonuç alamamak./  Yerden yüksekte bulunmak.

Hava hoş: Şöyle ya da böyle olması arasında fark yok.

Hava değiştirmek: Sağlığa faydalı olması için  bulunduğu yeri değiştirmek.

Hava  çalmak: Birbirleriyle  çelişen  davranış ve  düşüncede bulunmak.

Helal süt emmiş: Çok temiz bir insan.

Hem kaçar hem davul çalar: İşi yapmaktan çekinir görünürken işi yapar.

Helal olsun: İşini aksatmadan yapıyor, her türlü övgüye lâyıktır.

Helalliğe almak: Bir kadını nikâhlamak.

Hayrını görmek: Güle güle kullanmak.

Hazır bulunmak: Bir işi hemen yapabilcek durumda olmak.

Hayırdır inşallah: A, bu da ne?

Hayra alamet: İyilik belirtisi.

Hayra yormak:  Bir düşü veya bir olayı iyi durum belirtisi olarak saymak.

Hayır kalmamak: İşe yaramaz duruma gelmek.

Hayır gelmemek: Yararı dokunmamak.

Helva demesini de bilirim halva demesini de: Gerektiğinde kibar, gerektiğinde de kaba konuşmasını bilirim.

Hele şükür: Sonunda beklenen sonuç alındı, rahatladım.

Hazır evin has kadını: Daha önce kurulmuş düzenden  yararlanan ve bu düzene hiç katkısı olmayan.

Hazıra konmak: Emeği geçmeyen şeyden faydalanmak.

Hazırlık görmek: Yolculuk ya da iş için gerekli şeyleri tamamlamaya çalışmak.

Hazır bulunmak: Bir işi hemen yapabilecek durumda olmak.

Hayır etmemek: Tehlikeli olmak, yıkımına yol açmak.

Hayır işlemek: Toplum için faydalı bir iş yapmak.

Her itin dilini bilmek:  Yaramaz kimselerle eğilimlerine göre konuşmak.

Hesaba çekmek: Birinden, yaptığı işlerle ilgili açıklama yapmasını istemek.

Herkese şapur şupur da bize gelince Ya Rabbi şükür mü?:  Başkalarından sakınmadığın şeyi benden mi esirgiyorsun?

Hesaba almamak: Önemsememek.

Hesaba almak: Olasılıklar arasında o duruma da yer vermek.

Her tarakta bezi olmak: Birbirinden  ayrı birçok işle uğraşır olmak.

Her kafadan bir ses çıkmak: Konu ile ilgili rastgele herkesin konuşması.

Her telden çalmak:  Zamana, duruma ve kişilere göre davranmasını bilir olmak.

Hem kaçar hem kuyruğu dik tutar: Yenildiği halde yenilmemiş gibi yapar.

Hem şamdan paklandı, hem pilav yağlandı: Bir eylemde iki yarar sağlanmış oldu.

Hem uyuz hem yavuz: Hem suçlu hem güçlü anlamında bir deyimdir.

Hem ziyaret hem ticaret: Birini görmeye giderken başka bir işi de halletme durumu.

Hem kel hem fodul: Beceriksizliğine bakmadan üstünlük taslar.

Hem nalına hem mıhına: Birbirine karşıt iki tarafı da destekleme durumu.

Heyheyleri tutmak:  Çok öfkelenip bağırıp çağırmak.

Hevesini almak: İstediği şeyi elde edip ona doymak.

Hevesi kursağında kalmak: İstediği şeyi elde edememek.

Hesapta olmamak:  Öncede düşünülmüşün  dışında olmak.

Hesap sormak: Birini sorgulamak.

Hesaptan düşmek:  Borçtan ya da alacaktan indirmek.

Hesap vermek:  Sorumlu olduğu işle ilgili yetkiliye açıklama yapmak.

Hesabını kesmek: İlişkiyi sonlandırmak, alışverişi sonlandırmak.

Hesabını bilmek:  Gereksiz yere para harcamamak.

Hesabını görmek: Borcunu ödeyip ilişiği kesmek/ Ortadan kaldırmak.

Hesabına gelmek:  Çıkarına uygun olması.

Hesap açmak:  Hesap defterinde bir kişinin alışverişinin yazılacağı bir yer ayırmak.

Hesap çıkarmak: Alacağını ve borcunu bir kenara not tutmak.

Hesabı kapatmak: Alacaklının alacağını alması, borçlunun da borcunu ödemesi. /  Tartışmaya son vermek.

Hesaba dökmek: Kağıt üzerinde hesap işlemi yapmak.

Hesaba gelmez: sayısız, çok.

 Hızını alamamak: Öfkesini yenememek.

Hızır gibi yetişmek: Birinin çaresiz durumunda yardımına yetişmek.

Hiç değilse:  Bari, yetersiz olmakla birlikte.

Hışırı çıkmak: Çok yıpranmak, bedenen çok yorulmak.

Hırsızın aklına taş düşürmek: Kötü eğilimli kişinin işine  yarayacak davranışta bulunmak.

Hiç yoktan: Sebepsiz yere.

Hiçe saymak: Biraz olsun önem vermemek, yok saymak.

Hizaya gelmek: Aykırı davranışları bırakıp doğru yolda olanlara uymak.

Hiçe saymak: Biraz olsun önem vermemek, yok saymak.

Hodri meydan: Kendine güvenen gelsin, işte meydan .

Hor görmek: Küçümsemek.

Hokka gibi oturmak: Giysi, giyenin bedenine tam oldu.

Ho oturup hop kalkmak:  Öfkesinden yerinde duramamak.

Hor kullanmak: Hırpalayarak kullanmak.

Hor tutmak: Birini inciten davranışta bulunmak.

Hora geçmek: Kendisine verilen kişinin  çok işine yaramak.

Hoşafın yağı kesildi: Yüzünde hoşnutsuzluk belirdi.

Hoşuna gitmek: Beğenmek.

Hoşça kal: Esenlikle kal.

Hoşbeş etmek: Şundan bundan konuşmak.

Hoş görmek: Kusuru anlayışla karşılamak.

Hoş geldiniz: Gelmekle bizi mutlu ettiniz.

Hoş tutmak: Birinin incinmemesine özen göstermek.

Hoş görmek: Kusuru anlayışla karşılamak.

Höt demek: Sert sözle korkutmak.

Hurdası çıkmak: İşe yaramaz duruma gelmek.

Hüküm giymek: Ceza almak

Huyuna suyuna gitmek: İsteklerine uygun davranışlarda bulunmak.

Hüsnükuruntu: Olasılığı bulunmadığı halde güzel bir şey olduğunu ya da olacağını sanma.

Hükümet kapısı: Devlet kurumu.

Hüküm vermek: İyice düşünmeden sonunda bir yargıya varmak.

Hüküm sürmek: Bir şeyin ya da birinin güçlü varlığı sürüp gitmek.

 a taş düşürmek: Kötü eğilimli kişinin işine  yarayacak davranışta bulunmak.

Hiç yoktan: Sebepsiz yere.

Hiçe saymak: Biraz olsun önem vermemek, yok saymak.

Hizaya gelmek: Aykırı davranışları bırakıp doğru yolda olanlara uymak.

Hiçe saymak: Biraz olsun önem vermemek, yok saymak.

Hodri meydan: Kendine güvenen gelsin, işte meydan .

Hor görmek: Küçümsemek.

Hokka gibi oturmak: Giysi, giyenin bedenine tam oldu.

Hor kullanmak: Hırpalayarak kullanmak.

Hor tutmak: Birini inciten davranışta bulunmak.

Hora geçmek: Kendisine verilen kişinin  çok işine yaramak.

Hoşafın yağı kesildi: Yüzünde hoşnutsuzluk belirdi.

Hoşuna gitmek: Beğenmek.

Hoşça kal: Esenlikle kal.

Hoşbeş etmek: Şundan bundan konuşmak.

Hoş görmek: Kusuru anlayışla karşılamak.

Hoş geldiniz: Gelmekle bizi mutlu ettiniz.

Hoş tutmak: Birinin incinmemesine özen göstermek.

Hoş görmek: Kusuru anlayışla karşılamak.

Höt demek: Sert sözle korkutmak.

Hurdası çıkmak: İşe yaramaz duruma gelmek.

Hüküm giymek: Ceza almak

Huyuna suyuna gitmek: İsteklerine uygun davranışlarda bulunmak.

Hüsnükuruntu: Olasılığı bulunmadığı halde güzel bir şey olduğunu

Hükümet kapısı: Devlet kurumu

Hüküm vermek: İyice düşünmeden sonunda bir yargıya varmak.

Hüküm sürmek: Bir şeyin ya da birinin güçlü varlığı sürüp gitmek 

 


G Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 G Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

Gayretine dokunmak: Eleştirilere kızarak  yapamayacağı sanılan işi başarmaya çalışmak.

Gam çekmek: Tasalanmak, üzülmek.

Gargaraya getirmek: Bir sözü veya bir eylemi karışıklığa boğarak etkisiz duruma getirmek.

Gaf yapmak: Bilmeden yersiz bir davranışta bulunmak veya birini kıracak söz söylemek.

Galebe çalmak:  Yenmek.

Gayretine dokunmak: Eleştirilere kızarak yapamayacağı sanılan işi başarmaya girişmek.

Gaipten haber vermek:  Gelecekte neler olacağından  veya bilinmeyen evrenden  haber vermek.

Gafil avlamak: Birini hazırlıksız haldeyken bastırıp istemediği duruma düşürmek.

Gam yememek: Tasa etmemek.

Gani gönüllü (gönlü bol): Varını vermekten çekinmeyen.

Gel gelelim: Şu var ki.


Gem vurmak: Birinin taşkınlığını önlemek.

Gel zaman git zaman: Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra.

Gemi azıya almak: Söz dinlemez olmak.

Gedik açmak: İyi ve sağlam bir durumu sarmaya yol açan bir iş yapmak.

Geleceği varsa göreceği de var: Gelmeye kalkışırsa haddini bildiririm.

Gazel okumak: Olmayacak şeyler söylemek.

Geçmiş ola: Önceki durum geçmişte kaldı.

Geldiği yer şen, gittiği yer harap: Bulunduğu yeri neşelendirir, bulunmadığında aranır.

Geç yiğidim, geç:  Benden güçlü olduğu için,  çatışmak istemiyorum.

Gelip çatmak: Belli bir zaman çok yaklaşmak.

Gece gündüz dememek: Durmaksızın.

Gelir hane hoş, gelmezse daha hoş: Gelmesine bir şey diyemem ama gelmezse çok sevinirim.

Geçti  Bor’un  pazarı, sür eşeği Niğde’ye: Fırsatı kaçırdın.

Gelen ağam, giden paşam: Başa geçene de işten ayrılana da saygılı davranırım, büyüklerimle iyi geçinmek isterim.

Gem almamak: Buyruk altına girmemek.

Geniş bir nefes almak: Sıkıntıdan kurtulup rahatlamak.

Geri çevirmek: Geldiği yere göndermek.

Gemisini yürütmek: İşi yoluna koymuş olmak.

Gereği gibi: Nasıl olması gerekirse öyle.

Gırla gitmek: Bolca ortaya döküp harcanmak.

Gerine gerine: Göğsü kabararak.

Gitti gider: Artık ele geçmez.

Göbeği sokakta kesilmiş: Hep sokaklarda gezen.

Gırgıra almak: Biriyle eğlenmek.

Göbeği düşmek: Göbeğinde fıtık olmak.

Gezip tozmak: Farklı yerlerde çokça gezmek.

Geniş mezhepli: Namusla ilgili her türlü olayı normal gören.

Giydiği yakışırken, eller bakışırken: Genç ve güzel durumdayken.

Gık dedirtmemek: Ses çıkarmasına fırsat vermemek.

Gıcık tutmak: Boğazı gıcıklanmak.

Göbeği beraber kesilmiş: Ondan hiç ayrılmaz.

Gına gelmek: Bıkıp, usanmak.

Gömlek eskitmek: Yaşam sürdürmüş olmak.

Gönül eğlendirmek: Geçici bir sevgi göstererek hoşça zaman geçirmek.

Göğe merdiven dayamış: Çok uzun boylu

Gölge düşmek: Üzerine gölge gelmek.

Gömlek değiştirmek Huy ve veya düşünce değiştirmek . Bir ikinci anlamı: Yılan üst derisini değiştirmek.


Göğüs germek: Bir güçlüğe karşı koyup dayanmak.

Gölge etmek: Yolunda giden işi bozacak eylemlerde bulunmak.

Gömleğinden geçirmek: Birini evlat edinmek.

Göklere çıkarmak: Çok övünmek.

Gökten zembille mi indi: Onun bir ayrıcalığı mı var?

Gölgesinden korkmak: Şüpheli olmak.

Gök gürlemeden “Allah Allah !” dememek: Tehlike belirtisi olmadan önlem almamak.

Gölgesi altında: Koruyuculuğundan yararlanmak.

Göbek havası: Göbek atarak oynamaya uygun çalgı.

Göbek çalkalamak: Göbeği çeşitli yönlere doğru  oynatmak.

Gönül yapmak: Birinin dargınlığını olumlu davranışlarla sona erdirmek.

Gönül vermek: Sevgiyle bağlanmak.

Gönül okşamak: Güzel söz ve davranışla birini sevindirmek.

Gönül gezdirmek: Birçok şey üzerinde düşünüp seçim yapmamak.

Gönül hoşluğuyla: İsteyerek

Gönül indirmek: Kendi değerinde olmayan şeye razı olmak.

Gönül kırmak: Davranışı ile birini incitmek.

Gönül koymak: Gücenmek.

Gönülden çıkarmak: Artık sevmez olmak.

Gönüllü gönülsüz: Pek istekli olmayarak.

Gördüğünden göz kirası istemek: Her gördüğünden  kendisine verilmesini istemek.

 Göreyim seni: Senden başarılı sonuçlar bekliyorum.

Gövdesinden canı olmamak: Bir işe özveriyle koşmak.

Görüp gözetmek: Birini korumak.

Görüp göreceği rahmet bu: Kendisine sağlanan yararın hepsi bu kadar.

Göründü Sivas’ın bağları: Umutla beklenen sonuç, ters yönde gerçekleşti.

Görücüye çıkmak: Evlenecek kızın görücülerin odasına girip çıkması.

Görücü gitmek: Evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.

Görmüş geçirmiş (Gün görmüş):  Geçmişte iyi günler yaşamış kişi.

Görmezlikten gelmek: (Göz kapamak- göz yummak):  Görmemiş gibi davranmak.

Göz açamamak: Yoğun iş sebebiyle başka şeylerle ilgilenememek.

Göz açtırmamak:  Başka bir iş yapmasına fırsat vermemek.

Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa zamanda.

Göz alabildiğine: Gözün görebileceği en uzak yerlere değin.

Göz ardı etmek: Görmezlikten gelmek.

Göz ucuyla bakmak: Sezdirmeden bakmak.

Göz kulak olmak: Korunması gereken  kişi ya da şeyi gözetmek.

Göz hapsine almak: Birini gözetlemek.

Göz kesilmek: Çok dikkatlice bakmak.

Göz kırpmadan: Duraksamadan.

Göz kırpmamak: Hiç uyumamak.

Göz koymak: Bir şeyi ele geçirmeyi planlamak.

Göz boyamak: Kötü bir şeyi iyi gibi göstererek kandırmak.

Göz değmek, göz gelmek: Kıskanç ya da  hayran bakışlar nedeniyle kötü duruma düşmek.

Göz göze gelmek: Bakışları ile karşılaşmak.

Göz gözü görmemek: Karanlık, toz ya da duman sebebiyle bir şeyin görülemez olması.

Göz kulak olmak: Korunması gereken kişi ya da şeyi gözetmek.

Göz göre göre: Herkes görüyorken.

Göz aydına gitmek: Sevindirici durum nedeniyle birini kutlamaya gitmek.

Göz aşinalığı: Uzun zaman önce görmüş olmak.

Göz atmak: Üzerinde çok durmayıp şöyle bir bakmak.

Gözleri dönmek: Saldıracak durumda olmak.

Gözleri dolu dolu olmak: Gözleri yaşla dolmak.

Gözleri buğulanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

Gözüyle yemek: Birine ya da bir şeye istekle, dik dik bakmak.

Gözdağı vermek: Korkutucu  davranışlarda bulunmak.

Göz nuru dökmek: Gözleri çok yoran  bir dikkatle uzun süre çalışmak.

Göz önünde tutmak: Dikkate almak.

Göz süzmek: Göz kapaklarını birbirine yaklaştırarak nazlı nazlı bakmak.

Gözyaşı, burun sümüğü: Çok çalışıp yorularak ter dökmek.

Göze girmek: Davranış ve yetenekleriyle sevgi ve güven kazanmak.

Gözleri bayılmak: Uyku ya da naz nedeniyle göz kapakları birbirine yaklaşmak.

Gözleri çakmak çakmak olmak: Gözleri parlamak.

Gözleri çukura gitmek: Gözleri içeri doğru çökmüş gibi görünmek.

Göze göz, dişe diş: Kötülük yapana aynı karşılığı vererek öç alma yöntemi.

Gözü dalmak: Dalgın bakmak.

Gözü dar: Kıyımsız.

Gözü dışarıda: Evine, işine bağlı olmayan.

Gözü doymak: İstediklerini bolca elde etmek.

Gözü gibi sakınmak: Bir zarar gelmesin diye özenle korumak.

Gözü gitmek:  Bir şeye elinde olmayarak bakmak.

Gözü gönlü açılmak: Neşelenmek.

Gözü ısırmak: Tanır gibi olmak.

Gözü kör olsun!:  İstemiyorum, yerin dibine geçsin.

Gözü korkmak: İşe girişmeyi göze alamamak.

Gözü olmak: Bir şeyi elde etme isteği taşımak.

Gözüm görmesin: Onu görmek istemiyorum.

Gözü takılmak: Bir şeyden bakışlarını uzun süre ayıramamak.

Gözü yükseklerde olmak: Bulunduğu durumdan daha iyisini elde etme amacını taşımak.

Gözü üzerinde olmak: Birini ya da bir şeyi denetim altında tutmak.

Gözü doymak: İstediklerini bolca elde etmek.

Gözü bulanmak: Baktığı şeyleri keskin çizgileriyle seçemez olmak.

Gözü gitmek: Bir şeye elinde olmayarak bakmak.

Gözü bağlı: Çevresinde olup bitenleri görüp anlamayan. Sorup anlamadan.

 

Gözün aydın: Sevincin kutlu olsun.

Gözünde kalmak: İstediği şeyi elde edememenin özlemi içinde olmak.

Gözünden uyku akmak: Çok uykusu geldiği için gözleri kapanır gibi olmak.

Gözünde büyümek: Bir şeyi olduğundan büyük görmek.

Gözünde olmamak: Bir şeye sahip olma tutkusu içinde olmamak.

Gözünün çapağını silmeden: Uyanır uyanmaz.

Gözünü korkutmak: Yıldırmak.

 Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak.

Gözüne karasu inmek: Gözü görmez olmak.

Gözüne kestirmek: Bir işi başarabileceğine inanmak.

Gözünün çapağını silmeden: Uyanır uyanmaz.

Gözünü korkutmak: Yıldırmak.

Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak.

Gözünü kan bürümek: Öfkelenerek adam öldürmeye kalkışmak.

Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamış olmak.

Gözüne hiçbir şey görünmemek: Her türlü tehlikeyi göze alacak kadar kızmış olmak.

Gözüne bit düşmüş gibi: Gözünü işinden ayırmıyor.

Gözünü daldan budaktan esirgememek: Tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek.

Gözüne sokmak: Görmek istemediği şeyi zorla göstermek.

Gözünün yaşına bakmamak: Sızlanmasına aldırış etmemek.

Gözünü seveyim: Çok rica ederim.

Gözünün üstünde kaşın var dememek: Alınmasına yol açacak bir şey söylememek.

Gücüne gitmek: Onuru kırılmak.

Gözyaşı dökmek: Ağlamak.

Gücü gücü yetene: Kimin gücü kime yeterse.

Gün ağarmak: Gece karanlığı bitip gündüz aydınlığının başlaması.

Gözünü sevdiğim: Sevgili  dostum.

Güç gelmek: Zorlanmak.

Güç hâl ile:  Zorlukla, güçlük çekerek.

Gözünü toprak doyursun: Mala mülke bir türlü doymayan kimseler için denilir.

Güme gitmek: Bir şey ya da bir kişi boşu boşuna yok olmak.

Gururunu okşamak: Değerli olduğunu söyleyerek birini duygulandırmak.

Güçlük çekmek: Çok zor yapabilmek.

Gümrükten mal kaçırır gibi: Acele ile herkesten kaçırırcasına .

Gülmekten kırılmak: Gülmekten hâlsiz düşmek.

Gözünün önünden gitmemek: Hep görür gibi olup hatırlamak.

Gözüyle görmek: Kesin olarak görmüş olmak.

Gülüp geçmek: Bir durumu gülünç bularak üzerinde durmamak.

Gözyaşı dökmek : Ağlamak

Gün doğmak: Sabah olmak. Bir diğer anlamı da şudur: Elverişli koşulları yakalamak.

Gün görmek: Bolluk içinde yaşamak.

Gün ışığına çıkmak: Açıklığa kavuşmak.

Gün ola harman ola: Dilerim ki iyi bir gün olsun.

 Günübirliğine: Sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere.

Gündüz gözüyle: Her şeyin açık seçik olarak görüldüğü saatte.

Günah çıkarmak: Kötü davranışlarını açıklamak.

Gün koymak: Yapılacak iş için gün saptamak.

Güngörmüş: Yaşam tecrübesi olan kimse.

Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: Olanakları olsa bile kimseye yardım etmeme özelliğine sahip olma.

Gündeme gelmek: Üzerinde konuşulacak bir konu durumuna gelmek.

Gün görmemek, gün görmek: Bolluk içinde yaşamamak, bolluk içinde yaşamak.

Günah işlemek: Günah olarak sayılan bir davranışı yapmak.

Günleri sayılı olmak: Ölümü yakın olmak.

Güneş çarpmak: Güneş altında çok kalmaktan hasta olmak.

Günahı (vebali)  boynuna: Bu bir suçsa sorumlusu odur.

Günahını çekmek: Başkasına yaptığı kötülüğün  cezasını görmek.

Güneşinde mendil kurumamak: Kimseye faydası olmamak.

Günaha sokmak: Birine dini bakımdan  suç sayılan bir iş yapmak.

Gündeme gelmek (girmek): Üzerinde konuşulacak bir konu durumuna gelmek.

Günlerden bir gün: Geçmişte bir gün.

Günübirliğine: Sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere.

Güvendiği dağlara kar yağmak: (Güvendiği dal elinde kalmak):  Güvendiği kişi ya da şeyin işe yaramadığı anlaşılmak.

Güven beslemek: Güven duygusu içinde olmak.

Gürültüye vermek: Ortalığı telaşa düşürmek.

Gürültüye pabuç bırakmamak:  Tehditlere aldırış etmeyerek bildiğini yapmak.

Gününü görmek: Davranışının cezasını çekmek.

Günü yetmek: Yapılacak iş için belirlenen süre dolmak. /  Ölüm zamanı gelmek. / Hamile kadınlar için doğumun geldiği an.

Gününü görmek:  Davranışının cezasını çekmek.

Güven vermek: Güvenilir bir kişi olduğu izlenimini bırakmak.

Gününü beklemek:  Son günlerini yaşamak.

Gürültüye vermek: Ortalığı telaşa düşürmek.

 

 


F Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 F Harfi İle  Başlayan Deyimler ve Anlamları





Fazla gelmek: Gereğinden çok olmak.

Felek yâr olursa: Bir sorun çıkmazsa.

Fareler cirit atmak:  Issız bir yer olmak.

Feleğin sillesini yemek: Büyük bir hüsrana, yıkıma uğramak.

Fark etmek: Bir şeyin varlığını sezmek.

Feleğin çemberinden geçmiş: Başından çok iş geçmiş.

Fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış: Elindeki işi başaracak durumda olmadığı halde başka işi de üstlenmeye çalışması.

Fazla kaçırmak: Aşırı yemek.

Falan feşmekân: Bildirilmesine gerek duyulmayan birtakım şeyler daha.

Felekten bir gün çalma: Eğlenceli bir gün geçirme.

Fikir yürütmek: Bir konuda kişisel düşüncelerini dile getirmek.

Fındık kurdu gibi: Ufak, tefek, tombulca kadın.

Faka basmak: Tuzağa düşmek, aldatılmak.

Fena olmak: Çok üzülmek.

Fi tarihinde: Belli olmayan eski bir zamanda.

Fırıldak çevirmek: Hileli yollar peşinde gitmek.

Feneri nerede söndürdün: Nerede sabahladın?

Fellik fellik aramak: Telaşla oraya buraya koşarak aramak.

Fenaya sarmak: Kötüye doğru gitmek.

Fenasına gitmek: Üzerinde kötü bir etki yapmak.

Fesat karıştırmak: İnsanları birbirine düşürecek işler yapmak.

Fena gözle bakmak: Birine kötü niyetini belli ederek bakmak.

Felsefe yapmak: Olayın sebep ve sonuçları üzerinde akıl yürütmek.

Ferman dinlememek: Buyruk, kural tanımamak.

Fındık kabuğunu doldurmaz: Konuşmaya bile değmez.

Fark gözetmek: Ayrı davranışlar sergilemek.

Fasulye gibi kendini nimetten saymak: Gereksizce kendine değer vermek.

Fit olmak: Ödeşmek.

Fütur getirmemek: Umutsuzluğa kapılmamak.

Fiyat vermek: Bir şeyi kaça satın alabileceğini söylemek.

Fit vermek: Birini başkasına karşı kışkırtmak.

Foyası meydana çıkmak: Birinin kötü özelliğinin ortaya çıkması.

Fol yok, yumurta yok: Ortada konu ile ilgili hiç bir belirti yokken  varmış gibi havaya girilmesi.

Fincancı katırlarını ürkütmek: Kızdırılmaması gereken kişileri kızdıracak işler yapmak.

Fire vermek: Ayıklanma sonunda azılmak.

Fiyat dondurmak: Fiyatın olduğu gibi devam etmesini sağlamak.

Firara kadem basmak: Kaçmak.

Fitili almak: Çok sarhoş olmak.

Fukara babası: Fakirleri koruyup, kollayan.

Fink atmak: Şurada burada keyfine göre dolaşıp eğlenmek.

Fiyat vermek: Bir şeyi kaça satın alabileceğini söylemek.

 

E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 

Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan parlak sözler söylemek.

Eğri oturup doğru konuşalım: Davranışımız beğenilmese de  her zaman doğruyu söyleyelim.

Efkâr dağıtmak: Sıkıntı gidermek.

Ecelden aman olursa: Ölmezsem.

Eceline susamak: Ölmesi ya da öldürülmesine yol açacak tehlikeli davranışlarda bulunmak.

Efendiden bir adam: Nazik davranan kişi.

Eğri gemi, doğru sefer: Kullanılan  araç yetersiz ama yapılan iş doğru.

Efendime söyleyeyim: Söyleyeceklerim henüz bitmedi.

Ekmek kalede, it hendekte: Elde edilmek istenen şey ulaşılmayacak kadar uzakta.

Eksik çıkmak: Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak.

Ekini belli etmemek: Kusurlu bir işi kusursuz gibi göstermek.

Ekmeğine yağ sürmek: Amacı olmadığı halde birinin işine yarayacak davranışta bulunmak.

Eceliyle ölmek: Hayatının doğal olarak son bulması.

Ehvenişer: Köyü olanların içinde iyisi.

Ekmeğini it yer, yakasını bit:  Malı var ama kendi değil başkaları o maldan faydalanır.


Ekmek elden, su gölden: Çalışmadan başkasının kazancı ile beslenen.

Eğri gözle bakmak: Kötü düşünceyle bakmak.

Eceli gelmek:  Doğal olmayan bir etkenle ölmek.

Ecel teri dökmek: Korkudan büyük bir sıkıntı yaşamak.

Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yaparak geçimini sağlamak.

Ekmek Bedir’in, su Hıdır’ın, yiyin kudurun, için kudurun: Başkaları kazanıyor, siz yiyorsunuz, elbette kudurursunuz, elbette azarsınız.

Eğri düzü beğenmez, bu da bizi beğenmez: Kendi kusurlarını görmeyip başkalarını beğenmeyen kimse.

Ekmeğini eline almak( Ekmeğini kazanmak, eli ekmek tutmak): Kendi geçimini sağlayabilecek duruma gelmek.

Ekmeği bütün: Kazancı kendine yeten.

El ulağı: Önemli iş yapan kişinin  küçük işlerde kullandığı yardımcı.

El emeği: Elle çalışma ve elde edilen ürün.

El vurup etek silkmek: Yaptığı işi kesin olarak bırakmak.

El elde baş başta: Eldekiler tükendi.

El bebek gül bebek: El üstünde tutulan çocuk.

El değiştirmek: Sahip değiştirmek.

Eloğlu: Yabancı.

El şakası: Birine elle yapılan ilişme.

El ağzıyla çorba içmek: Başkalarının sözünü benimseyip söylemek.

El değmemiş: Hiç dokunulmamış.

El çırpmak: Alkışlamak.

El basmak: Kutsal bir şey üzerine elini koyup yemin etmek.

El arı, düşman körü: Zoraki olarak.

El ayak çekilmek: Ortalıkta kimseler yok.

Eksik olsun: Olmamasını  yeğlerim.

El ense çekmek: Elini güreşçinin ensesine atarak onu çekmek.

El çabukluğu ile: Hileyi kimseye göstermeyerek çabukça yapmak.

Eksik olma: Sağ ol, var ol.

Eksik doğmak: Organları iyice gelişmeden doğmak.

El bağlamak: Saygı gereği ellerini göbek üzerinde birleştirip beklemek.

Eksik etmemek: Her zaman bulundurmak




El atmak: Birinin işine yardım etmek.

El bende: Tekrarlanan oyunda başlama sırası bende.

Eksik gedik: Gerekli olan ufak tefek şeyler.

El sunmak: El  uzatmak.

El üstünde tutmak: Çok sevgi ve saygı göstermek.

El koymak: Buyruğu, denetimi altına almak.

El kaldırmak: Kendisinden büyük olana vurmaya çalışmak.

El etek çekmek: O şey ile artık uğraşmaz olmak.

El kadar : Küçücük.

El iyisi, ev ağrısı: Yakınlarından çok yabancıların yardımına koşan.

El sürmemek: Dokunmamak.

El uzatmak: Yardım etmek.

El kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım: Başkalarının parası ile gösterişli bir yaşam sürer.

El ucuyla vermek: Çok az vermek.

El sıkmak: Selamlaşmak için birinin elini tutmak.

El etek öpmek: Yalvarmak.

El ermez, göz görmez:  O kişi ile hemen ilişki kuramazsınız çünkü o kişi çok uzaklarda.

El gün: Herkes.

El katmak: Yapılmasına yardımcı olmak.

El gölgesi: Saygın bir kimsenin  ilgiliye yazıp verdiği tezkere.

El kapısı: Başkalarının evi, yurdu anlamına gelir.

Elde bulunan: Var olan.

Elde etmek: Sahip olmak.

El yahşi biz yaman, el buğday biz saman: Yabancılar bizden üstün tutuluyor.

Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını bitirmiş olmak.

Elden ağza yaşamak: Günlük yaşamak.

Ele ele dolaşmak: Birçok kimsece alınıp bakılmak ya da kullanılmak.

Elden ayaktan düşmek: İş yapamaz duruma gelmek.

El yatkınlığı: Eli işe alışmış olma durumu.

Elden çıkarmak: Satmak.

Elde kalmak: Harcamadan artmış olmak anlamına gelir. Bir de şu anlamda kullanır. Elinde olanları satamamak anlamındadır.

Elden geçirmek: Onarmak.

Elden gitmek: Yitirilmek.

Elden ne gelir?: Yapılacak bir şey yok.

Ele alınmaz: Çok kötü.

Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek.

Eleğim var sacım var, komşuya ne borcum var?: Kendi olanaklarım bana yetiyor.

Eli ağzına yetmemek: Kazancı geçimini karşılamayacak durumda olmak.

Elekten geçirmek: Doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü ayırmak.

El verir öğüdü, kendi keser söğüdü: (El verir talkını kendi yutar salkımı):  Başkalarına öğüt verir ama kendisi o öğütlere uymaz.

Ele gelmek: Elle tutulabilir olmak.

Elden ayrıksı: Başkalarına benzemeyen davranış.

Eli altında olmak: İstediği zaman kullanılabileceği yerde olmak.

Eli ayağı bağlı olmak: Yapması gereken işi engeller yüzünden yapamaz durumda olmak.

Eli ayağı buz kesmek: İş yapamaz durgunluk içine girmek.

Eli ayağı tutmak: İş yapacak gücü bulunmak.

Eli bayraklı: Edepsiz, kavga eden kimseler için kullanılan deyimdir.

Eli yüreğinin üstünde olmak: Kaygı ile beklemek.

Eli yerden gökten kesilmek: Hiçbir yerden yardım görememek.

Eli yatkın: Eli o işi yapmaya alışık.

Eli kalem tutmak: Bir konuda yazabilir durumda olmak.

Eli işte gözü oynaşta: Çalışır gibi yapıyor ama aklı başka yerde.

Eli kalem tutmak: Bir konuda yazabilir durumda olmak.

Eli armut mu devşiriyor: O vuruyorsa, bunun eli yok mu?

Eli ayağı dolaşmak: Telaştan karışık, düzensiz iş yapmak.

Eli ayağı boşalmak: Hareket etme gücü azalmak.

Eli ayağı tutmak: İş yapacak durumda olmak.

Eli böğründe kalmak: İş yapamaz duruma gelmek.

Eli genişlemek: Bolca paraya kavuşmak.

Eli varmamak: Kıyamamak.

Eli yüreğinin üstünde olmak: Kaygı ile beklemek.

 

Elini oynatmak: İşi çabuk yapmak.

Eline eteğine doğru: Namuslu

Elini kolunu sallayarak gelmek: Eli boş olarak gelmek.

Eline su dökemez: Değerce ondan geride.

Elini kana bulamak: Birini yaralamak ya da öldürmek.

Elini cebine atmak: Para çıkarmaya davranmak.

Eline düşmek: Kendine hıncı bulunan birinin egemenliği altına girmek.

Eline doğmak: Çocuğu doğduğundan beri tanımak.

Elinde olmak: Yapabilir olmak.

Eli yüzü düzgün: Çirkin sayılmaz.

Elim iyiliğine: Gösterdiğim yer dert görmesin.

Elinden bir şey gelmemek: Bir şey yapmamak.

Elinden gelmek: Yapabilmek.

Elinde olmak: Yapabilir olmak.

Elinden düşürmemek: Sürekli elinde tutmak.

Elinde kalmak: Bir şeyi satmak istediği halde satamamak.

Elifi görse mertek sanır: Okuma yazması yoktur.

Elinden bir kaza çıkmak: İstemeyerek birine zarar vermek.

Elinden geleni ardına koma: Yapabileceğin bütün kötülükleri yap.

Elinden kabuklu koz yenmez: Çok pis biridir.

Eline ayağına düşmek: Ayaklarına kapanarak yalvarmak.

Endazeye vurmak: Ölçüp biçmek.

Emret, fındık kabuğuna gireyim: Buyruğunuz ne denli zor olursa olsun, yaparım.

Ellerim yanıma gelecek: Ölüp öbür dünyada hesap vereceğim.

Emre yaramak: İşe yaramak.

Elle tutulur, gözle görülür: Çok belirgin.

Emeği sağdıç emeğine dönmek: Emeğinin karşılığını alamamak.

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Beceremediği işi yapmaya kalkışmak.

Emek vermek: Bir  şeyin oluşması için özenle çalışmak.

En akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor: Hepsi birbirinden budala.

Eme seme yaramamak: Takdir edilmemek.

Elini sallasa ellisi, başını sallasa tellisi:  Yeter ki istesin, onu herkes beğenir ve ister.

Elini veren kolunu alamaz: Kendisi ile ilgilenen herkesi dolandırır, sömürür.

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmama: Ev işlerine el sürmemek.

Eme yaramak: İşe yaramak.

Elini veren  parmağını eksik alır: Emanete sahip çıkmaz, hıyanet eder.

Elleri nasır bağlamak:  Ellerini ağır işlerde uzun süre kullanmış olmak.

Elini vicdanına koyarak söylemek: Hakça söylemek.

Ellerim yanıma gelecek: Öbür dünyada hesap vereceğim.

Eninde sonunda: Durum çeşitli aşamalardan geçtikten sonra.

Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp tedirgin etmek.

Ense yapmak: Çalışmadan yiyip içerek şişmanlamak.

Ensesine yapışmak: Yakalayıp sıkıştırmak.

Ensesini kaşımak: Ne yapacağını bilememek.

Er geç: Ne zaman olursa.

Erkek Fatma: Erkek davranışları içinde olan kadın. Ya da diğer anlamı şudur: Sözüne güvenilir yiğit kadın.

Erkeklik sende kalsın: Karşısındakinin densizliğine uyma sen.

Eski göz ağrısı: Eski sevgili

Eşeğe gücü yetmeyip palanını dövmek: Asıl kızdığı güçlü kişiler ama güçlüye gücü yetmediği için kendi merinde olan kişileri azarlamak.

Estek köstek etmek: Birtakım gerekçeler öne sürmek.

Eski hamam, eski tas: Durumda hiçbir değişiklik yok.

Esip savurmak: Bağırıp çağırmak.

Eski defterleri karıştırmak: Sonuçlanmış olayları yeniden ortaya dökmek.

Eski çamlar bardak oldu: Eski durumlar tamamen değişti.

Eski ağza yeni taam (kaşık):  Yaşlı bir topluma uygulanan yenilik.

Erkeklik öldü mü?: Mertliği göstermek gerekiyor.

Er geç: Ne zaman olursa.

Eski köye yeni âdet: Eskiliklere bağlı topluma getirilen yenilik.

Eser ama yağmaz: Bağırıp çağırır ama zarar vermez. Bol keseden konuşur ama bir şey yapamaz.

Esamesi okunmamak: Adı bile anımsanmamak.

Eti ne, budu ne?: Olanakları, gücü sınırlı.

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşini güvence altına almak.

Eşek cilvesi: Kaba davranışlar ile gösterilmeye çalışılan naz.

Eti erimek: Utanılacak bir duruma düşmeyeyim diye sürekli üzülmek.

Eteğini göstermez:  Namuslu bir kadındır, bu konuda çok titizdir.

Etekleri tutuşmak: Çok telaşlanmak.

Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek.

Eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır: Hiçbir gelişme gösteremez.

Eteği belinde: Çalışkan kadın.

Eteği ayağına dolaşmak: Şaşkınlaşarak işleri karıştırmak.

Eti budu yerinde: Şişman değil ama zayıf da değil , iyi bir kiloda.

Eteğine yapışmak:  Birinin koruyuculuğundan  ve yardımından yararlanmaya çalışmak.

Et can tutmamak: Şişmanlayamamak.

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Uzunca bir zaman dövmek.

Eşek kadar olmak: Aklı erecek kadar büyümüş olmak.

Eşek başı mıyım?: Yetkili olan ben değil miyim?

Eşiğine yüz sürmek: Birinin katında saygı ile eğilmek.

Etek silkmek: Tiksinerek uzaklaştığını bildirmek.

Et bağlamak: Yarayı taze et ile bağlamak.

Evlere şenlik: Beğenilmeyen, olumsuz görülen bir durum karşısında söylenilir.

Evlat acısı gibi içine çökmek: Çok üzülmek.

Eve hırsız girdikten sonra kapıya kilit vurmak: Önceden alınması gereken  önlemi, zarar gördükten sonra almak.

Evcilik oynamak: Ev işlerini taklit ederek oynamak.

Eveleyip gevelemek: Anlaşılmayacak biçimde konuşmak.

Evde kalmak: Yaşı ilerlemesine rağmen evlenememek.

Evinde elek dönmemek: Çok fakir olmak.

Ev yıkmak: Eşleri birbirinden ayırmak.

Etrafında dört dönmek: Birinin yanından ayrılmamak.

Evlerden ırak: Dilerim kimsenin başına böyle bir şey gelmesin.

Evdeki hesap çarşıya uymamak: İşin planladığı gibi olmaması.

Evi sırtında: Taşınmaya her zaman hazırım.

Eveleyip gevelemek: Anlaşılmayacak biçimde konuşmak.

Etrafını almak: Çevresini kuşatmak.

Etken yiyip kemikken atmak: İşe yaradığında sahiplenip kötüleşince dışlamak.

Et tırnak olmak: Birbirinden ayrılmaz kişiler olmak.

Eti senin, kemiği benim: Çocuğumu eğitmek için istediğin şekilde eğitim verebilirsin.

Etliye sütlüye karışmamak: Kimsenin tarafını tutmamak, akımlardan uzak durmak.

Evli evine, köylü köyüne: Artık herkes evine gitsin, işine gitsin daha kimseyi çekemem.

Ezilip büzülmek: Utangaç davranışlarda bulunmak.

Eyer vurmak: Hayvanın sırtına eyer koyup bağlamak.

Evvel emirde: İlk olarak, öncelikle.

 Evvel ar idi, şimdi kâr oldu: Bir dönem herkes tarafından ayıp olarak karşılanan davranışı şimdi herkes  sergiliyor.

Eyere de gelir semere de: İnce işler için de kaba işler için de kullanılabilir.

Eyvallah demek: Kabul etmek.

Ezbere iş görmek: Gerekli bilgiyi almadan, incelemeden iş yapmak.

Eyer boşaltmak:  Saldırıları boşa çıkaracak önlemi almak.