G Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 G Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

Gayretine dokunmak: Eleştirilere kızarak  yapamayacağı sanılan işi başarmaya çalışmak.

Gam çekmek: Tasalanmak, üzülmek.

Gargaraya getirmek: Bir sözü veya bir eylemi karışıklığa boğarak etkisiz duruma getirmek.

Gaf yapmak: Bilmeden yersiz bir davranışta bulunmak veya birini kıracak söz söylemek.

Galebe çalmak:  Yenmek.

Gayretine dokunmak: Eleştirilere kızarak yapamayacağı sanılan işi başarmaya girişmek.

Gaipten haber vermek:  Gelecekte neler olacağından  veya bilinmeyen evrenden  haber vermek.

Gafil avlamak: Birini hazırlıksız haldeyken bastırıp istemediği duruma düşürmek.

Gam yememek: Tasa etmemek.

Gani gönüllü (gönlü bol): Varını vermekten çekinmeyen.

Gel gelelim: Şu var ki.


Gem vurmak: Birinin taşkınlığını önlemek.

Gel zaman git zaman: Aradan uzun bir zaman geçtikten sonra.

Gemi azıya almak: Söz dinlemez olmak.

Gedik açmak: İyi ve sağlam bir durumu sarmaya yol açan bir iş yapmak.

Geleceği varsa göreceği de var: Gelmeye kalkışırsa haddini bildiririm.

Gazel okumak: Olmayacak şeyler söylemek.

Geçmiş ola: Önceki durum geçmişte kaldı.

Geldiği yer şen, gittiği yer harap: Bulunduğu yeri neşelendirir, bulunmadığında aranır.

Geç yiğidim, geç:  Benden güçlü olduğu için,  çatışmak istemiyorum.

Gelip çatmak: Belli bir zaman çok yaklaşmak.

Gece gündüz dememek: Durmaksızın.

Gelir hane hoş, gelmezse daha hoş: Gelmesine bir şey diyemem ama gelmezse çok sevinirim.

Geçti  Bor’un  pazarı, sür eşeği Niğde’ye: Fırsatı kaçırdın.

Gelen ağam, giden paşam: Başa geçene de işten ayrılana da saygılı davranırım, büyüklerimle iyi geçinmek isterim.

Gem almamak: Buyruk altına girmemek.

Geniş bir nefes almak: Sıkıntıdan kurtulup rahatlamak.

Geri çevirmek: Geldiği yere göndermek.

Gemisini yürütmek: İşi yoluna koymuş olmak.

Gereği gibi: Nasıl olması gerekirse öyle.

Gırla gitmek: Bolca ortaya döküp harcanmak.

Gerine gerine: Göğsü kabararak.

Gitti gider: Artık ele geçmez.

Göbeği sokakta kesilmiş: Hep sokaklarda gezen.

Gırgıra almak: Biriyle eğlenmek.

Göbeği düşmek: Göbeğinde fıtık olmak.

Gezip tozmak: Farklı yerlerde çokça gezmek.

Geniş mezhepli: Namusla ilgili her türlü olayı normal gören.

Giydiği yakışırken, eller bakışırken: Genç ve güzel durumdayken.

Gık dedirtmemek: Ses çıkarmasına fırsat vermemek.

Gıcık tutmak: Boğazı gıcıklanmak.

Göbeği beraber kesilmiş: Ondan hiç ayrılmaz.

Gına gelmek: Bıkıp, usanmak.

Gömlek eskitmek: Yaşam sürdürmüş olmak.

Gönül eğlendirmek: Geçici bir sevgi göstererek hoşça zaman geçirmek.

Göğe merdiven dayamış: Çok uzun boylu

Gölge düşmek: Üzerine gölge gelmek.

Gömlek değiştirmek Huy ve veya düşünce değiştirmek . Bir ikinci anlamı: Yılan üst derisini değiştirmek.


Göğüs germek: Bir güçlüğe karşı koyup dayanmak.

Gölge etmek: Yolunda giden işi bozacak eylemlerde bulunmak.

Gömleğinden geçirmek: Birini evlat edinmek.

Göklere çıkarmak: Çok övünmek.

Gökten zembille mi indi: Onun bir ayrıcalığı mı var?

Gölgesinden korkmak: Şüpheli olmak.

Gök gürlemeden “Allah Allah !” dememek: Tehlike belirtisi olmadan önlem almamak.

Gölgesi altında: Koruyuculuğundan yararlanmak.

Göbek havası: Göbek atarak oynamaya uygun çalgı.

Göbek çalkalamak: Göbeği çeşitli yönlere doğru  oynatmak.

Gönül yapmak: Birinin dargınlığını olumlu davranışlarla sona erdirmek.

Gönül vermek: Sevgiyle bağlanmak.

Gönül okşamak: Güzel söz ve davranışla birini sevindirmek.

Gönül gezdirmek: Birçok şey üzerinde düşünüp seçim yapmamak.

Gönül hoşluğuyla: İsteyerek

Gönül indirmek: Kendi değerinde olmayan şeye razı olmak.

Gönül kırmak: Davranışı ile birini incitmek.

Gönül koymak: Gücenmek.

Gönülden çıkarmak: Artık sevmez olmak.

Gönüllü gönülsüz: Pek istekli olmayarak.

Gördüğünden göz kirası istemek: Her gördüğünden  kendisine verilmesini istemek.

 Göreyim seni: Senden başarılı sonuçlar bekliyorum.

Gövdesinden canı olmamak: Bir işe özveriyle koşmak.

Görüp gözetmek: Birini korumak.

Görüp göreceği rahmet bu: Kendisine sağlanan yararın hepsi bu kadar.

Göründü Sivas’ın bağları: Umutla beklenen sonuç, ters yönde gerçekleşti.

Görücüye çıkmak: Evlenecek kızın görücülerin odasına girip çıkması.

Görücü gitmek: Evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.

Görmüş geçirmiş (Gün görmüş):  Geçmişte iyi günler yaşamış kişi.

Görmezlikten gelmek: (Göz kapamak- göz yummak):  Görmemiş gibi davranmak.

Göz açamamak: Yoğun iş sebebiyle başka şeylerle ilgilenememek.

Göz açtırmamak:  Başka bir iş yapmasına fırsat vermemek.

Göz açıp kapayıncaya kadar: Çok kısa zamanda.

Göz alabildiğine: Gözün görebileceği en uzak yerlere değin.

Göz ardı etmek: Görmezlikten gelmek.

Göz ucuyla bakmak: Sezdirmeden bakmak.

Göz kulak olmak: Korunması gereken  kişi ya da şeyi gözetmek.

Göz hapsine almak: Birini gözetlemek.

Göz kesilmek: Çok dikkatlice bakmak.

Göz kırpmadan: Duraksamadan.

Göz kırpmamak: Hiç uyumamak.

Göz koymak: Bir şeyi ele geçirmeyi planlamak.

Göz boyamak: Kötü bir şeyi iyi gibi göstererek kandırmak.

Göz değmek, göz gelmek: Kıskanç ya da  hayran bakışlar nedeniyle kötü duruma düşmek.

Göz göze gelmek: Bakışları ile karşılaşmak.

Göz gözü görmemek: Karanlık, toz ya da duman sebebiyle bir şeyin görülemez olması.

Göz kulak olmak: Korunması gereken kişi ya da şeyi gözetmek.

Göz göre göre: Herkes görüyorken.

Göz aydına gitmek: Sevindirici durum nedeniyle birini kutlamaya gitmek.

Göz aşinalığı: Uzun zaman önce görmüş olmak.

Göz atmak: Üzerinde çok durmayıp şöyle bir bakmak.

Gözleri dönmek: Saldıracak durumda olmak.

Gözleri dolu dolu olmak: Gözleri yaşla dolmak.

Gözleri buğulanmak: Gözleri yaşararak çevreyi bulanık görmek.

Gözüyle yemek: Birine ya da bir şeye istekle, dik dik bakmak.

Gözdağı vermek: Korkutucu  davranışlarda bulunmak.

Göz nuru dökmek: Gözleri çok yoran  bir dikkatle uzun süre çalışmak.

Göz önünde tutmak: Dikkate almak.

Göz süzmek: Göz kapaklarını birbirine yaklaştırarak nazlı nazlı bakmak.

Gözyaşı, burun sümüğü: Çok çalışıp yorularak ter dökmek.

Göze girmek: Davranış ve yetenekleriyle sevgi ve güven kazanmak.

Gözleri bayılmak: Uyku ya da naz nedeniyle göz kapakları birbirine yaklaşmak.

Gözleri çakmak çakmak olmak: Gözleri parlamak.

Gözleri çukura gitmek: Gözleri içeri doğru çökmüş gibi görünmek.

Göze göz, dişe diş: Kötülük yapana aynı karşılığı vererek öç alma yöntemi.

Gözü dalmak: Dalgın bakmak.

Gözü dar: Kıyımsız.

Gözü dışarıda: Evine, işine bağlı olmayan.

Gözü doymak: İstediklerini bolca elde etmek.

Gözü gibi sakınmak: Bir zarar gelmesin diye özenle korumak.

Gözü gitmek:  Bir şeye elinde olmayarak bakmak.

Gözü gönlü açılmak: Neşelenmek.

Gözü ısırmak: Tanır gibi olmak.

Gözü kör olsun!:  İstemiyorum, yerin dibine geçsin.

Gözü korkmak: İşe girişmeyi göze alamamak.

Gözü olmak: Bir şeyi elde etme isteği taşımak.

Gözüm görmesin: Onu görmek istemiyorum.

Gözü takılmak: Bir şeyden bakışlarını uzun süre ayıramamak.

Gözü yükseklerde olmak: Bulunduğu durumdan daha iyisini elde etme amacını taşımak.

Gözü üzerinde olmak: Birini ya da bir şeyi denetim altında tutmak.

Gözü doymak: İstediklerini bolca elde etmek.

Gözü bulanmak: Baktığı şeyleri keskin çizgileriyle seçemez olmak.

Gözü gitmek: Bir şeye elinde olmayarak bakmak.

Gözü bağlı: Çevresinde olup bitenleri görüp anlamayan. Sorup anlamadan.

 

Gözün aydın: Sevincin kutlu olsun.

Gözünde kalmak: İstediği şeyi elde edememenin özlemi içinde olmak.

Gözünden uyku akmak: Çok uykusu geldiği için gözleri kapanır gibi olmak.

Gözünde büyümek: Bir şeyi olduğundan büyük görmek.

Gözünde olmamak: Bir şeye sahip olma tutkusu içinde olmamak.

Gözünün çapağını silmeden: Uyanır uyanmaz.

Gözünü korkutmak: Yıldırmak.

 Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak.

Gözüne karasu inmek: Gözü görmez olmak.

Gözüne kestirmek: Bir işi başarabileceğine inanmak.

Gözünün çapağını silmeden: Uyanır uyanmaz.

Gözünü korkutmak: Yıldırmak.

Gözünü dört açmak: Çok dikkatli olmak.

Gözünü kan bürümek: Öfkelenerek adam öldürmeye kalkışmak.

Gözüne uyku girmemek: Uyuyamamış olmak.

Gözüne hiçbir şey görünmemek: Her türlü tehlikeyi göze alacak kadar kızmış olmak.

Gözüne bit düşmüş gibi: Gözünü işinden ayırmıyor.

Gözünü daldan budaktan esirgememek: Tehlikeli işlere atılmaktan çekinmemek.

Gözüne sokmak: Görmek istemediği şeyi zorla göstermek.

Gözünün yaşına bakmamak: Sızlanmasına aldırış etmemek.

Gözünü seveyim: Çok rica ederim.

Gözünün üstünde kaşın var dememek: Alınmasına yol açacak bir şey söylememek.

Gücüne gitmek: Onuru kırılmak.

Gözyaşı dökmek: Ağlamak.

Gücü gücü yetene: Kimin gücü kime yeterse.

Gün ağarmak: Gece karanlığı bitip gündüz aydınlığının başlaması.

Gözünü sevdiğim: Sevgili  dostum.

Güç gelmek: Zorlanmak.

Güç hâl ile:  Zorlukla, güçlük çekerek.

Gözünü toprak doyursun: Mala mülke bir türlü doymayan kimseler için denilir.

Güme gitmek: Bir şey ya da bir kişi boşu boşuna yok olmak.

Gururunu okşamak: Değerli olduğunu söyleyerek birini duygulandırmak.

Güçlük çekmek: Çok zor yapabilmek.

Gümrükten mal kaçırır gibi: Acele ile herkesten kaçırırcasına .

Gülmekten kırılmak: Gülmekten hâlsiz düşmek.

Gözünün önünden gitmemek: Hep görür gibi olup hatırlamak.

Gözüyle görmek: Kesin olarak görmüş olmak.

Gülüp geçmek: Bir durumu gülünç bularak üzerinde durmamak.

Gözyaşı dökmek : Ağlamak

Gün doğmak: Sabah olmak. Bir diğer anlamı da şudur: Elverişli koşulları yakalamak.

Gün görmek: Bolluk içinde yaşamak.

Gün ışığına çıkmak: Açıklığa kavuşmak.

Gün ola harman ola: Dilerim ki iyi bir gün olsun.

 Günübirliğine: Sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere.

Gündüz gözüyle: Her şeyin açık seçik olarak görüldüğü saatte.

Günah çıkarmak: Kötü davranışlarını açıklamak.

Gün koymak: Yapılacak iş için gün saptamak.

Güngörmüş: Yaşam tecrübesi olan kimse.

Güneş olsa kimsenin üstüne doğmamak: Olanakları olsa bile kimseye yardım etmeme özelliğine sahip olma.

Gündeme gelmek: Üzerinde konuşulacak bir konu durumuna gelmek.

Gün görmemek, gün görmek: Bolluk içinde yaşamamak, bolluk içinde yaşamak.

Günah işlemek: Günah olarak sayılan bir davranışı yapmak.

Günleri sayılı olmak: Ölümü yakın olmak.

Güneş çarpmak: Güneş altında çok kalmaktan hasta olmak.

Günahı (vebali)  boynuna: Bu bir suçsa sorumlusu odur.

Günahını çekmek: Başkasına yaptığı kötülüğün  cezasını görmek.

Güneşinde mendil kurumamak: Kimseye faydası olmamak.

Günaha sokmak: Birine dini bakımdan  suç sayılan bir iş yapmak.

Gündeme gelmek (girmek): Üzerinde konuşulacak bir konu durumuna gelmek.

Günlerden bir gün: Geçmişte bir gün.

Günübirliğine: Sabah gidip akşamdan önce dönmek üzere.

Güvendiği dağlara kar yağmak: (Güvendiği dal elinde kalmak):  Güvendiği kişi ya da şeyin işe yaramadığı anlaşılmak.

Güven beslemek: Güven duygusu içinde olmak.

Gürültüye vermek: Ortalığı telaşa düşürmek.

Gürültüye pabuç bırakmamak:  Tehditlere aldırış etmeyerek bildiğini yapmak.

Gününü görmek: Davranışının cezasını çekmek.

Günü yetmek: Yapılacak iş için belirlenen süre dolmak. /  Ölüm zamanı gelmek. / Hamile kadınlar için doğumun geldiği an.

Gününü görmek:  Davranışının cezasını çekmek.

Güven vermek: Güvenilir bir kişi olduğu izlenimini bırakmak.

Gününü beklemek:  Son günlerini yaşamak.

Gürültüye vermek: Ortalığı telaşa düşürmek.

 

 


F Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 F Harfi İle  Başlayan Deyimler ve Anlamları





Fazla gelmek: Gereğinden çok olmak.

Felek yâr olursa: Bir sorun çıkmazsa.

Fareler cirit atmak:  Issız bir yer olmak.

Feleğin sillesini yemek: Büyük bir hüsrana, yıkıma uğramak.

Fark etmek: Bir şeyin varlığını sezmek.

Feleğin çemberinden geçmiş: Başından çok iş geçmiş.

Fare deliğe sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış: Elindeki işi başaracak durumda olmadığı halde başka işi de üstlenmeye çalışması.

Fazla kaçırmak: Aşırı yemek.

Falan feşmekân: Bildirilmesine gerek duyulmayan birtakım şeyler daha.

Felekten bir gün çalma: Eğlenceli bir gün geçirme.

Fikir yürütmek: Bir konuda kişisel düşüncelerini dile getirmek.

Fındık kurdu gibi: Ufak, tefek, tombulca kadın.

Faka basmak: Tuzağa düşmek, aldatılmak.

Fena olmak: Çok üzülmek.

Fi tarihinde: Belli olmayan eski bir zamanda.

Fırıldak çevirmek: Hileli yollar peşinde gitmek.

Feneri nerede söndürdün: Nerede sabahladın?

Fellik fellik aramak: Telaşla oraya buraya koşarak aramak.

Fenaya sarmak: Kötüye doğru gitmek.

Fenasına gitmek: Üzerinde kötü bir etki yapmak.

Fesat karıştırmak: İnsanları birbirine düşürecek işler yapmak.

Fena gözle bakmak: Birine kötü niyetini belli ederek bakmak.

Felsefe yapmak: Olayın sebep ve sonuçları üzerinde akıl yürütmek.

Ferman dinlememek: Buyruk, kural tanımamak.

Fındık kabuğunu doldurmaz: Konuşmaya bile değmez.

Fark gözetmek: Ayrı davranışlar sergilemek.

Fasulye gibi kendini nimetten saymak: Gereksizce kendine değer vermek.

Fit olmak: Ödeşmek.

Fütur getirmemek: Umutsuzluğa kapılmamak.

Fiyat vermek: Bir şeyi kaça satın alabileceğini söylemek.

Fit vermek: Birini başkasına karşı kışkırtmak.

Foyası meydana çıkmak: Birinin kötü özelliğinin ortaya çıkması.

Fol yok, yumurta yok: Ortada konu ile ilgili hiç bir belirti yokken  varmış gibi havaya girilmesi.

Fincancı katırlarını ürkütmek: Kızdırılmaması gereken kişileri kızdıracak işler yapmak.

Fire vermek: Ayıklanma sonunda azılmak.

Fiyat dondurmak: Fiyatın olduğu gibi devam etmesini sağlamak.

Firara kadem basmak: Kaçmak.

Fitili almak: Çok sarhoş olmak.

Fukara babası: Fakirleri koruyup, kollayan.

Fink atmak: Şurada burada keyfine göre dolaşıp eğlenmek.

Fiyat vermek: Bir şeyi kaça satın alabileceğini söylemek.

 

E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 E Harfi İle İlgili Deyimler ve Anlamları

 

Edebiyat yapmak: Bir işe yaramayan parlak sözler söylemek.

Eğri oturup doğru konuşalım: Davranışımız beğenilmese de  her zaman doğruyu söyleyelim.

Efkâr dağıtmak: Sıkıntı gidermek.

Ecelden aman olursa: Ölmezsem.

Eceline susamak: Ölmesi ya da öldürülmesine yol açacak tehlikeli davranışlarda bulunmak.

Efendiden bir adam: Nazik davranan kişi.

Eğri gemi, doğru sefer: Kullanılan  araç yetersiz ama yapılan iş doğru.

Efendime söyleyeyim: Söyleyeceklerim henüz bitmedi.

Ekmek kalede, it hendekte: Elde edilmek istenen şey ulaşılmayacak kadar uzakta.

Eksik çıkmak: Olması gerekenden daha az olduğu anlaşılmak.

Ekini belli etmemek: Kusurlu bir işi kusursuz gibi göstermek.

Ekmeğine yağ sürmek: Amacı olmadığı halde birinin işine yarayacak davranışta bulunmak.

Eceliyle ölmek: Hayatının doğal olarak son bulması.

Ehvenişer: Köyü olanların içinde iyisi.

Ekmeğini it yer, yakasını bit:  Malı var ama kendi değil başkaları o maldan faydalanır.


Ekmek elden, su gölden: Çalışmadan başkasının kazancı ile beslenen.

Eğri gözle bakmak: Kötü düşünceyle bakmak.

Eceli gelmek:  Doğal olmayan bir etkenle ölmek.

Ecel teri dökmek: Korkudan büyük bir sıkıntı yaşamak.

Ekmeğini taştan çıkarmak: En zor işleri bile yaparak geçimini sağlamak.

Ekmek Bedir’in, su Hıdır’ın, yiyin kudurun, için kudurun: Başkaları kazanıyor, siz yiyorsunuz, elbette kudurursunuz, elbette azarsınız.

Eğri düzü beğenmez, bu da bizi beğenmez: Kendi kusurlarını görmeyip başkalarını beğenmeyen kimse.

Ekmeğini eline almak( Ekmeğini kazanmak, eli ekmek tutmak): Kendi geçimini sağlayabilecek duruma gelmek.

Ekmeği bütün: Kazancı kendine yeten.

El ulağı: Önemli iş yapan kişinin  küçük işlerde kullandığı yardımcı.

El emeği: Elle çalışma ve elde edilen ürün.

El vurup etek silkmek: Yaptığı işi kesin olarak bırakmak.

El elde baş başta: Eldekiler tükendi.

El bebek gül bebek: El üstünde tutulan çocuk.

El değiştirmek: Sahip değiştirmek.

Eloğlu: Yabancı.

El şakası: Birine elle yapılan ilişme.

El ağzıyla çorba içmek: Başkalarının sözünü benimseyip söylemek.

El değmemiş: Hiç dokunulmamış.

El çırpmak: Alkışlamak.

El basmak: Kutsal bir şey üzerine elini koyup yemin etmek.

El arı, düşman körü: Zoraki olarak.

El ayak çekilmek: Ortalıkta kimseler yok.

Eksik olsun: Olmamasını  yeğlerim.

El ense çekmek: Elini güreşçinin ensesine atarak onu çekmek.

El çabukluğu ile: Hileyi kimseye göstermeyerek çabukça yapmak.

Eksik olma: Sağ ol, var ol.

Eksik doğmak: Organları iyice gelişmeden doğmak.

El bağlamak: Saygı gereği ellerini göbek üzerinde birleştirip beklemek.

Eksik etmemek: Her zaman bulundurmak




El atmak: Birinin işine yardım etmek.

El bende: Tekrarlanan oyunda başlama sırası bende.

Eksik gedik: Gerekli olan ufak tefek şeyler.

El sunmak: El  uzatmak.

El üstünde tutmak: Çok sevgi ve saygı göstermek.

El koymak: Buyruğu, denetimi altına almak.

El kaldırmak: Kendisinden büyük olana vurmaya çalışmak.

El etek çekmek: O şey ile artık uğraşmaz olmak.

El kadar : Küçücük.

El iyisi, ev ağrısı: Yakınlarından çok yabancıların yardımına koşan.

El sürmemek: Dokunmamak.

El uzatmak: Yardım etmek.

El kesesinden sultanım, develer olsun kurbanım: Başkalarının parası ile gösterişli bir yaşam sürer.

El ucuyla vermek: Çok az vermek.

El sıkmak: Selamlaşmak için birinin elini tutmak.

El etek öpmek: Yalvarmak.

El ermez, göz görmez:  O kişi ile hemen ilişki kuramazsınız çünkü o kişi çok uzaklarda.

El gün: Herkes.

El katmak: Yapılmasına yardımcı olmak.

El gölgesi: Saygın bir kimsenin  ilgiliye yazıp verdiği tezkere.

El kapısı: Başkalarının evi, yurdu anlamına gelir.

Elde bulunan: Var olan.

Elde etmek: Sahip olmak.

El yahşi biz yaman, el buğday biz saman: Yabancılar bizden üstün tutuluyor.

Elde avuçta bir şey kalmamak: Parasını, malını bitirmiş olmak.

Elden ağza yaşamak: Günlük yaşamak.

Ele ele dolaşmak: Birçok kimsece alınıp bakılmak ya da kullanılmak.

Elden ayaktan düşmek: İş yapamaz duruma gelmek.

El yatkınlığı: Eli işe alışmış olma durumu.

Elden çıkarmak: Satmak.

Elde kalmak: Harcamadan artmış olmak anlamına gelir. Bir de şu anlamda kullanır. Elinde olanları satamamak anlamındadır.

Elden geçirmek: Onarmak.

Elden gitmek: Yitirilmek.

Elden ne gelir?: Yapılacak bir şey yok.

Ele alınmaz: Çok kötü.

Ele avuca sığmamak: Söz dinlememek.

Eleğim var sacım var, komşuya ne borcum var?: Kendi olanaklarım bana yetiyor.

Eli ağzına yetmemek: Kazancı geçimini karşılamayacak durumda olmak.

Elekten geçirmek: Doğruyu, yanlışı, iyiyi, kötüyü ayırmak.

El verir öğüdü, kendi keser söğüdü: (El verir talkını kendi yutar salkımı):  Başkalarına öğüt verir ama kendisi o öğütlere uymaz.

Ele gelmek: Elle tutulabilir olmak.

Elden ayrıksı: Başkalarına benzemeyen davranış.

Eli altında olmak: İstediği zaman kullanılabileceği yerde olmak.

Eli ayağı bağlı olmak: Yapması gereken işi engeller yüzünden yapamaz durumda olmak.

Eli ayağı buz kesmek: İş yapamaz durgunluk içine girmek.

Eli ayağı tutmak: İş yapacak gücü bulunmak.

Eli bayraklı: Edepsiz, kavga eden kimseler için kullanılan deyimdir.

Eli yüreğinin üstünde olmak: Kaygı ile beklemek.

Eli yerden gökten kesilmek: Hiçbir yerden yardım görememek.

Eli yatkın: Eli o işi yapmaya alışık.

Eli kalem tutmak: Bir konuda yazabilir durumda olmak.

Eli işte gözü oynaşta: Çalışır gibi yapıyor ama aklı başka yerde.

Eli kalem tutmak: Bir konuda yazabilir durumda olmak.

Eli armut mu devşiriyor: O vuruyorsa, bunun eli yok mu?

Eli ayağı dolaşmak: Telaştan karışık, düzensiz iş yapmak.

Eli ayağı boşalmak: Hareket etme gücü azalmak.

Eli ayağı tutmak: İş yapacak durumda olmak.

Eli böğründe kalmak: İş yapamaz duruma gelmek.

Eli genişlemek: Bolca paraya kavuşmak.

Eli varmamak: Kıyamamak.

Eli yüreğinin üstünde olmak: Kaygı ile beklemek.

 

Elini oynatmak: İşi çabuk yapmak.

Eline eteğine doğru: Namuslu

Elini kolunu sallayarak gelmek: Eli boş olarak gelmek.

Eline su dökemez: Değerce ondan geride.

Elini kana bulamak: Birini yaralamak ya da öldürmek.

Elini cebine atmak: Para çıkarmaya davranmak.

Eline düşmek: Kendine hıncı bulunan birinin egemenliği altına girmek.

Eline doğmak: Çocuğu doğduğundan beri tanımak.

Elinde olmak: Yapabilir olmak.

Eli yüzü düzgün: Çirkin sayılmaz.

Elim iyiliğine: Gösterdiğim yer dert görmesin.

Elinden bir şey gelmemek: Bir şey yapmamak.

Elinden gelmek: Yapabilmek.

Elinde olmak: Yapabilir olmak.

Elinden düşürmemek: Sürekli elinde tutmak.

Elinde kalmak: Bir şeyi satmak istediği halde satamamak.

Elifi görse mertek sanır: Okuma yazması yoktur.

Elinden bir kaza çıkmak: İstemeyerek birine zarar vermek.

Elinden geleni ardına koma: Yapabileceğin bütün kötülükleri yap.

Elinden kabuklu koz yenmez: Çok pis biridir.

Eline ayağına düşmek: Ayaklarına kapanarak yalvarmak.

Endazeye vurmak: Ölçüp biçmek.

Emret, fındık kabuğuna gireyim: Buyruğunuz ne denli zor olursa olsun, yaparım.

Ellerim yanıma gelecek: Ölüp öbür dünyada hesap vereceğim.

Emre yaramak: İşe yaramak.

Elle tutulur, gözle görülür: Çok belirgin.

Emeği sağdıç emeğine dönmek: Emeğinin karşılığını alamamak.

Elinin hamuruyla erkek işine karışmak: Beceremediği işi yapmaya kalkışmak.

Emek vermek: Bir  şeyin oluşması için özenle çalışmak.

En akıllısı değirmende yoğurt öğütüyor: Hepsi birbirinden budala.

Eme seme yaramamak: Takdir edilmemek.

Elini sallasa ellisi, başını sallasa tellisi:  Yeter ki istesin, onu herkes beğenir ve ister.

Elini veren kolunu alamaz: Kendisi ile ilgilenen herkesi dolandırır, sömürür.

Elini sıcak sudan soğuk suya sokmama: Ev işlerine el sürmemek.

Eme yaramak: İşe yaramak.

Elini veren  parmağını eksik alır: Emanete sahip çıkmaz, hıyanet eder.

Elleri nasır bağlamak:  Ellerini ağır işlerde uzun süre kullanmış olmak.

Elini vicdanına koyarak söylemek: Hakça söylemek.

Ellerim yanıma gelecek: Öbür dünyada hesap vereceğim.

Eninde sonunda: Durum çeşitli aşamalardan geçtikten sonra.

Ensesinde boza pişirmek: Sıkıştırıp tedirgin etmek.

Ense yapmak: Çalışmadan yiyip içerek şişmanlamak.

Ensesine yapışmak: Yakalayıp sıkıştırmak.

Ensesini kaşımak: Ne yapacağını bilememek.

Er geç: Ne zaman olursa.

Erkek Fatma: Erkek davranışları içinde olan kadın. Ya da diğer anlamı şudur: Sözüne güvenilir yiğit kadın.

Erkeklik sende kalsın: Karşısındakinin densizliğine uyma sen.

Eski göz ağrısı: Eski sevgili

Eşeğe gücü yetmeyip palanını dövmek: Asıl kızdığı güçlü kişiler ama güçlüye gücü yetmediği için kendi merinde olan kişileri azarlamak.

Estek köstek etmek: Birtakım gerekçeler öne sürmek.

Eski hamam, eski tas: Durumda hiçbir değişiklik yok.

Esip savurmak: Bağırıp çağırmak.

Eski defterleri karıştırmak: Sonuçlanmış olayları yeniden ortaya dökmek.

Eski çamlar bardak oldu: Eski durumlar tamamen değişti.

Eski ağza yeni taam (kaşık):  Yaşlı bir topluma uygulanan yenilik.

Erkeklik öldü mü?: Mertliği göstermek gerekiyor.

Er geç: Ne zaman olursa.

Eski köye yeni âdet: Eskiliklere bağlı topluma getirilen yenilik.

Eser ama yağmaz: Bağırıp çağırır ama zarar vermez. Bol keseden konuşur ama bir şey yapamaz.

Esamesi okunmamak: Adı bile anımsanmamak.

Eti ne, budu ne?: Olanakları, gücü sınırlı.

Eşeğini sağlam kazığa bağlamak: İşini güvence altına almak.

Eşek cilvesi: Kaba davranışlar ile gösterilmeye çalışılan naz.

Eti erimek: Utanılacak bir duruma düşmeyeyim diye sürekli üzülmek.

Eteğini göstermez:  Namuslu bir kadındır, bu konuda çok titizdir.

Etekleri tutuşmak: Çok telaşlanmak.

Etekleri zil çalmak: Çok sevinmek.

Eşek kuyruğu gibi ne uzar, ne kısalır: Hiçbir gelişme gösteremez.

Eteği belinde: Çalışkan kadın.

Eteği ayağına dolaşmak: Şaşkınlaşarak işleri karıştırmak.

Eti budu yerinde: Şişman değil ama zayıf da değil , iyi bir kiloda.

Eteğine yapışmak:  Birinin koruyuculuğundan  ve yardımından yararlanmaya çalışmak.

Et can tutmamak: Şişmanlayamamak.

Eşek sudan gelinceye kadar dövmek: Uzunca bir zaman dövmek.

Eşek kadar olmak: Aklı erecek kadar büyümüş olmak.

Eşek başı mıyım?: Yetkili olan ben değil miyim?

Eşiğine yüz sürmek: Birinin katında saygı ile eğilmek.

Etek silkmek: Tiksinerek uzaklaştığını bildirmek.

Et bağlamak: Yarayı taze et ile bağlamak.

Evlere şenlik: Beğenilmeyen, olumsuz görülen bir durum karşısında söylenilir.

Evlat acısı gibi içine çökmek: Çok üzülmek.

Eve hırsız girdikten sonra kapıya kilit vurmak: Önceden alınması gereken  önlemi, zarar gördükten sonra almak.

Evcilik oynamak: Ev işlerini taklit ederek oynamak.

Eveleyip gevelemek: Anlaşılmayacak biçimde konuşmak.

Evde kalmak: Yaşı ilerlemesine rağmen evlenememek.

Evinde elek dönmemek: Çok fakir olmak.

Ev yıkmak: Eşleri birbirinden ayırmak.

Etrafında dört dönmek: Birinin yanından ayrılmamak.

Evlerden ırak: Dilerim kimsenin başına böyle bir şey gelmesin.

Evdeki hesap çarşıya uymamak: İşin planladığı gibi olmaması.

Evi sırtında: Taşınmaya her zaman hazırım.

Eveleyip gevelemek: Anlaşılmayacak biçimde konuşmak.

Etrafını almak: Çevresini kuşatmak.

Etken yiyip kemikken atmak: İşe yaradığında sahiplenip kötüleşince dışlamak.

Et tırnak olmak: Birbirinden ayrılmaz kişiler olmak.

Eti senin, kemiği benim: Çocuğumu eğitmek için istediğin şekilde eğitim verebilirsin.

Etliye sütlüye karışmamak: Kimsenin tarafını tutmamak, akımlardan uzak durmak.

Evli evine, köylü köyüne: Artık herkes evine gitsin, işine gitsin daha kimseyi çekemem.

Ezilip büzülmek: Utangaç davranışlarda bulunmak.

Eyer vurmak: Hayvanın sırtına eyer koyup bağlamak.

Evvel emirde: İlk olarak, öncelikle.

 Evvel ar idi, şimdi kâr oldu: Bir dönem herkes tarafından ayıp olarak karşılanan davranışı şimdi herkes  sergiliyor.

Eyere de gelir semere de: İnce işler için de kaba işler için de kullanılabilir.

Eyvallah demek: Kabul etmek.

Ezbere iş görmek: Gerekli bilgiyi almadan, incelemeden iş yapmak.

Eyer boşaltmak:  Saldırıları boşa çıkaracak önlemi almak.

 

 

 


D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 D Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları



Dağlar dayanmaz: Böyle bir acıya dağ olsa dayanmaz.

Dağ ayısı: Görgüsüz, kaba kimse.

Dağ taş: Şehir dışındaki her yer.

Dağları devirmek: Güç yetmezmiş gibi görünen işleri başarmak.

Dağa çıkmak: Eşkıyalık yapmak.

Dağ fare doğurdu: Önemsenen bir konu önemsenmeyecek düzeyde bir sonuç verdi.

Dağların misafir almaya başlaması: Bahar mevsiminin gelmesi.

Dağarcığına atmak: Yeni bilgiyi eski bilgilerine eklemek.

Dağları  âşa mı geldin, âleme paşa mı geldin?: Bu denli kibirlenecek  büyük işler mi yaptın?

Değirmenin suyu nereden geliyor: Bu işin yürütülmesi için gereken para nereden geliyor?

Defterden silmek: Birini dostluktan çıkarmak.

Değirmenin bir ucundan akıtsan, öbür ucundan sağ çıkar: En ağır koşullar bile onu yıpratmaz.

Dandini bebek: Bebek gibi avutulan kişi.

Davul çalsın işitmez: Uykusu çok ağır kişiler için kullanılan deyimdir.

Dara düşmek: Para sıkıntısına düşmek.

Değer biçmek:  Bir şeyin değerini tahmin etmek.

Darısı dostlar başına: Bu güzel duruma dostlarım da düşsün anlamı ile söylenmiş deyimdir.

Defteri dürülmek: Ölmek, öldürülmek.

Dandini bebek: Bebek gibi avutulan kişi.

Dediğine gelmek: Birinin önce kabul etmediği düşüncesinin  doğruluğunu sonradan kabul etmek.

Daha neler!: Öyle şey olur mu hiç?

Damdan düşer gibi: Yersiz .


Dananın kuyruğu kopmak: Büyük bir olay ortaya çıkmak.

Dama taşı gibi oynatmak: Görevlilerin sıkça yerlerini ve sorumluluklarını değiştirmek.

Damarına basmak: Birinin duyarlı olduğu  bir konuya dokunarak kızdırmak.

Dayısı dümende olmak: İş başında bir torpili, bir kayırıcısı olmak.

Dediği dedik, çaldığı düdük: Her istediğini yaptırır.

Dahası var: Bitmedi, arkası da var.

Daldan dala konmak: Sıkça iş, konu ya da durum değiştirmek.

Dam üstünde saksağan, vur beline kazmaynan: Konu ile ilgisi olmayan saçma sapan söz.

Dal  budak salmak: Soyca ya da dostluk yönünden  yayılmak.

Dalına basmak: Kızdırmak.

Dalavere çevirmek:  Kanun dışı işi yapmak.

Dalına binmek: Birine bir şey yaptırmak için askıntı olmak.

Dalga geçmek: Karşısındaki ile eğlenmek. Bir ikinci anlamı ise şudur: Elindeki işi işle ilgilenmeyip Başka şey düşünmek.

Danışıklı dövüş: Anlaştıkları hâlde yalandan  anlaşamıyormuş gibi davranmak.

Davul onun boynunda, tokmak başkasının elinde: Bir işte sorumluluğu var ama yetkisi yok, başkası tarafından yönlendiren kimse.

Damarı tutmak: Huysuzluğu depreşmek.

Daldan eğme mi, kökten sürme mi? Aslından mı güçlü, sonradan görme mi?

Dem çekmek:  İçki İçmek.

Deniz tutmak: Deniz yolculuğu baş dönmesi, mide bulantısı.

Deli divane olmak: Birini çıldırası sevmek.

Dem vurmak: Gücünü aşan bir konu üzerinde konuşmak.

Deli kızın çeyizi gibi: Bir arada sergilenen ve birbiriyle uyumsuz giysi veya ev eşyası.

Demir almak: Gemisinin çapasını denizden çekmek.

Delik büyük, yama küçük: İhtiyaç çok, imkan az.

Dert  yanmak: Sızlanarak derdini anlatmak.

Derinlere dalmak: Bir konuyu ayrıntılarıyla irdelemek.

Deliğe girmek:  Tutuklanmak.

Değme gitsin: Anlatılması güç, anlatamam.

Delinin eline değnek vermek: Kötülük yapacak olana o imkanı sağlamak.

Demek ki: Öyleyse.

Dert benim tasa senin mi?: Benim derdim için niye tasalanıyorsun.

Dereden tepeden konuşmak: Gelişigüzel konuşmak.

Ders vermek: Birine yaptığı şeyin yanlış olduğunu bildirmek.

Derdine yanmak: Bir üzüntünün ateşi ile yanar gibi olmak.

Dereyi görmeden paçayı sıvamak: İşe zamanından önce hazırlanmak.

Demem o değil: Asıl söylemek istediğim o değil.

Delide boynuz bitse sen de çatal çatal: Davranışlarınla zır deli olduğunu gösteriyorsun.

Denize kirse kurutur: Çok beceriksiz.

Denizde balık: Ele geçirilmesi güç olan şey.

Derisine sığmamak: Çok böbürlenmek.

Dengi dengine: Kendine denk olanla.

Dem tutmak: Sazla uzun ezgilere eşlik etmek.

Deli saraylı gibi: Göze hoş gelmeyen  giysiler ve süsler içindeki kadın.

Denize girse topuğu ıslanmaz: En tehlikeli işten bile zararsız çıkar.

Deli bir değil ki bağlayasın, ölü bir değil ki ağlayasın: Türlü dertler içindeyim.

Deliliğe vurmak: Kendini deli gibi göstermek.

Denizde kum, onda para: Denizdeki kum kadar parası var.


Dili  damağı kurumak: Çok konuşmaktan ya da susamaktan ağzı kurumak.

Dil otu yemiş: Durmadan konuşmak.

Dil bir karış dışarı çıkmak: Koşmaktan,, çalışmaktan ya da sıcaktan yürümekten  yorulmak.

Dil ile tarif olunmaz: Bildiğimizi sözler ile anlatılamaz.

Devreye girmek: Bir işi yürütecekler arasında yer almak.

Dili güllü: Tatlı dilli.

Dili dönmemek:  Yanlışsız söylememek.

Diliyle tutulmak: Diliyle kendini ele vermek.

Dilini tutmak: Rastgele konuşmaktan çekinmek.

Dilinden düşürmemek: Sürekli o kişi ya da şeyden söz etmek.

 Dilinin ceazsını çekmek: Ölçüsüz konuşmanın ceazını çekmek.

Diline dolamak: Birini her yerde kötülemek.

Dili ensesinden çekilsin!: Konuşamaz duruma gelsin!

Diliyle sokmak: Birini ağır sözler ile incitmek.

Dilinin altında bir şey olmak: Söylediklerinden  açıkça söyleyemediği bir şey sezmiş olmak.

Dilinin ucuna gelmek: Hemen söylenecek durumda olmak.

Dilinde tüy bitti: Sürekli söylemekten bıktı.

Dili olsa da söylese: Bu cansızın dili olsa da tanık olduğu şeyleri söylese anlamında bir deyimdir.

Dilinden kurtulamamak: O kişinin sitemlerinden kurtulamamak.

Dili dolaşmak: Ne diyeceğini şaşırmak.

Diyeceği olmamak: Konuyla ilgili söyleyeceği söz olmamak.

Dişe dokunur: İşe yarar.

Dingo’nun ahırı: Girip çıkanı belli olmayan yer.

Dilli düdük: Duyduğunu herkese yetiştiren.

Dişine göre: Tam onun yapabileceği bir iş anlamında kullanılan deyim.

Dişinden tırnağından artırmak: Zorunlu harcamalarından kısarak para biriktirmek.

Dinini yıkmak: Yalan söylemek.

Diş geçirememek: Gücü yetmemek.

Dişini tırnağına takmak: Büyük sıkıntılara katlanarak çalışmak.

Dipsiz kiler, boş ambar: Sonuçsuz bir durum.

Dirsek çevirmek: İş birliğinden caymak.

Dillerde dolaşmak: Her yerde sözü edilmek.

Dip doruk: Baştan aşağı.

Diş göstermek:  Güçlü olduğunu, saldırıya geçebileceğini davranışları ile belli etmek.

Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak: Daha iyi bir şey elde etmek uğruna eldekini de yitirmek.

Dinden imandan çıkmak: Çok öfkelenerek dinin yasak kıldığı küfürleri söylemek.

Dilini bağlamak: Birini söz söylemez duruma düşürmek.

Dilini fare mi yedi?: Neden konuşmuyorsun?

Dili tutulmak: Heyecandan konuşamamak.

 

Diz çökmek: Dizini yere koyarak oturmak.

Dizgini ele almak: Yönetimi ele almak.

Dizginini kısmak: Başıboş gidişi sınırlandırmak, yetkisini daraltmak.

Dize gelmek: Güçlünün emrini kabul etme.

Dizginine çarpmak: Yanlış yoldaki birini uyarmak.

Dizginleri salıvermek: Önce sıkı tuttuğu yönetimi gevşetmek.

Dizini dövmek: Çok pişman olmak.

Dizinin dibinde: Hiç ayrılmadan yanında.

Doğru dürüst: Kusursuz.

Dizlerine kapanmak: Yalvarmak.

Dizinin bağı çözülmek: Ayakta durma gücü kalmamak.

Dobra dobra söylemek. Açıkça ve yüze söylemek.

Doğru doğru dosdoğru: En doğrusu

Dokuz yorgan eskitmek: Uzun yaşamak.

Dokuz öküzle bir mağaraya mı kapandı?:  Aşırı geçim sıkıntısı çekmediği halde neden tasalanıyor?

Dokuz köyden kovulmuş: Aykırı davranışlarından dolayı  pek çok yerden uzaklaştırılmış kişi.

Doksan kapının ipini çekmek: Birçok yere uğramak.

Dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek: Sıkışık bir durum oluşmak.

Dokuz doğurmak: Sabırsızlık ve merakla beklemek.

Dolaba girmek: Oyuna gelmek.

Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Hiç değişmeyen yorucu bir işte durmadan çalışmak.

Dolma yutmak: Aldanmak.

Dolmuş yapmak: Araba veya kayıkla yolcu taşımacılığı yapmak.

Dolap çevirmek: Hile ile iş yapmak.

Dost kazığı: Dostun dostu aldatması.

Doldururken dökmek: Becermeye çalışırken bozmak.

Dona çekmek: Hava soğukluğunun  suları donduracak düzeye ulaşması.

Dosta düşmana karşı: Dost üzülmesin, düşman sevinmesin diye.

Dolap beygiri gibi dönüp durmak: Hiç değişmeyen yorucu bir işte durmadan çalışmak.

Dostlar alışverişte görsün: İş yapmak yerine yapıyor görünmek.

Dostlar başından ırak: Dostun böyle kötü duruma düşmemesini dilerim.

Dört ayak üstüne düşmek: Tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.

Dostlar şehit, biz gazi:  Özveriyi başkaları yapsın, biz faydalanalım.

Doyumluk değil, tadımlık: İkram ettiğim için tatmanız için verdim, doymanız için değil.

Dönüm noktası: Bir durumdan  başka bir duruma geçme zamanı.

Dolmuşa gelmek: Kışkırtılmak.

Dökülüp saçılmak: Bir şey için çokça para harcamak.

Dolabı bozulmak: İş düzeni bozulmak.

Dolaba girmek: Oyuna gelmek.

Doyum olmamak: Tadına doyulmamak.

Dört başı mamur: Hiç eksiği olmayan.

Dört dönmek: Şuraya buraya koşmak.

Dört bir yan:  Bütün çevre.

Dört dörtlük: Eksiksiz

Dört duvar arasında: Kapalı bir yerde.

Dört elle sarılmak: Bir işi benimseyerek eksiksiz yapmaya çalışmak.

Dört gözle ağlamak: Çok yakınmak.

Dört gözle beklemek: Sabırsızlıkla beklemek.

Dört yanı deniz kesilmek: Bütün yardım umutlarını yitirmek.

Dudak ısırmak:  Ayıp ya da tehlikeli duruma şaşmak.

Dudak  payı bırakmak:  Bardağı, fincanı ağzına dek doldurmayıp, dudağın yanaşabileceği bir boşluk bırakmak.

Durup dinlenmeden: Sürekli olarak.

Durduğu yerde: Emek harcamadan.

Dur otur olmamak: Hiç dinlenme olanağı bulmamak.

Durmuş oturmuş: Dengeli ve akıllıca davranır olmuş.

Dumanı üstünde: Çok yeni, taze.

Duman attırmak: Başkalarını geride bırakmak.

Durdu durdu, turnayı gözünden vurdu: Uzun süre bekledi ama sonunda büyük kazanç sağladı.

Dudak sarkıtmak: Somurtmak.

Durup dururken: Ansızın. Hiç bir neden yokken anlamına da gelir.

Duymazlıktan gelmek: Duymamış gibi davranmak.

Dut yemiş bülbüle dönmek: Önce çok konuşurken artık sesi çıkmamak.

Dün bir bugün iki: Daha yeni.

Dümen çevirmek: Düzene başvurmak.

Dümen suyundan gitmek: Birinin tuttuğu yolu izlemek.

Düğün bayram etmek: Çok sevinmek.

Duvar gibi: Çok sağır.

Düğüm noktası:  Bir işin çözülmesi en güç yanı.

Düdüğü çalmak: Sevindirici duruma erişmek.

Düğün aşı savulduktan sonra:  Kolay para kazanma fırsatı geçtikten sonra.

Düdük gibi olmak: Yapayalnız kalmak. Bir de şu anlama gelir: Zayıflamak demektir.

Düğün aşı ile dost ağırlamak: Herkes için hazırlanmış şeyi, ağırlayacağı kişi için özel hazırlanmış gibi göstermek.

Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider kurna beğenmez: Her şeyde bir kusur vardır.

Dümenine bakmak: Çıkarını gözetmek.

Düğün dernek, hep bir örnek: Bütün toplantılar birbirine benziyor.

Ç Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 Ç  Harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 

Çalmadan oynamak:  Çok sevinmek.

Çalım satmak:  Büyüklük tasarlamak.

Çabalama kaptan, ben gidemem: Bu işi yapacak becerim yok, lütfen zorlama anlamına gelir.

Çalımına bakarsın çırak durasın gelir, evine bakarsın sadaka veresin gelir: Gösterişi çok sevmesine rağmen fakir olan biri için kullanılan deyimdir.

Çalıyı tepeden sürütmek:  Kısa yol varken dolambaçlı yollara sapmak.

Çalı çırpı:  İnce dal ve çöp parçaları.

Çalımından geçilmemek: Kibirlenmesinden yanına yaklaşılmamak.

Çalgı çağanak: Çalgı, türküyle, gürültüyle.

Çabası sana mı düştü? Bu işle senin alakadar olman gerekmez, sen neden ilgileniyorsun ki, sana ne?

Çalı idi çırpı idi evimdi ya, ayı idi uyu idi erimdi ya: Evim derme çatma da olsa benim ya  o bana yeter. Kocam da huysuz da olsa, anlayışsız ve kaba  da olsa benim kocamdır onun için evimi de kocamı da çok seviyorum anlamlarına gelir.

Çakaralmaz: Görüşüne rağmen  işe yaramayan kişiler için kullanılan deyimdir.

Çatalkazık: Birbirleri ile uyuşamayan söz sahipleri.

Çatpat: Beklenmedik zamanda kapı çalmak.

Çalyaka etmek: Yakasına yapışarak götürmek.

 Çaptan düşmek:  Durumu kötüleşmek.

Çamur atmak: Birini lekelemeye çalışmak.

 Çam devirmek: Bilmeden gereksiz ve yanlış bir şey söylemek.

Çan çan etmek: Devamlı yüksek bir sesle konuşmak,

Çarşamba pazarı: Karışık.

Çarçur etmek: Gereksiz para harcamak.

Çarpık çurpuk: Çok eğri.

 Çantada keklik: Elde edilmesi kolay.

Çek arabanı: Çekil git buradan.

Çehre züğürdü: Çirkin yüzlü.

Çatal yürekli: Hiçbir şeyden korkmayan

Çatık kaş: Öfkeli bakışlar.

Çevir kazı yansın: Söylediği kırıcı sözü düzeltmeye çalışan insanlar için kullanılmış deyimdir.

Çaputu gümüşlü: Eşyasını çok kıymetli sayan kişi.

Çattık teyellemesi kaldı: Bu zorlu ve sıkıntılı durumun arkası da var.

Çekiver kuyruğunu: Ondan hayır gelmez.

Çapar çiçek çıkardı: İş zaten kötüydü, daha da kötüye gitmeye başladı.

Çamura basıp çalıya asmak:  Bir işi özen göstermeden rastgele yapmak.

Çekip gitmek: Savuşup gitmek.

 Çene yormak: Boşa konuşmak.

Çengelde kokmuş etim yok: Kızım daha evlilik yaşında değil.

Çark etmek: Yüz geri dönmek.

Çarkına okumak:  Birine büyük kötülük etmek.



Çapağını alayım derken gözünü kör etmek: İyilik yapayım derken bilmeden kötülük yapmak.

Çekirdekten yetişme: Küçük yaştan başlayıp yaparak öğrenmek.

Çekişe çekişe pazarlık: Sıkı pazarlık

Çamura yatmak: Sözünde durmamak iç.in sudan bahaneler ileri sürmek.

 Çene yarıştırmak: Karşılıklı ve devamlı konuşmak.

 Çaputuna, çuluna, aşıklık ne haline?  Durumuna bakmadan büyük işlere kalkışma.

Çanak tutmak: Kötü söz veya eylemin oluşmasına zemin hazırlamak.

Çay kenarında kuyu kazmak: Bir şeye ulaşmak için o şeyi kolay yoldan etmek varken zor olana başvurmak.

Çekme burun: Düzgün , biçimli burun.

Çat orada, çat burada, çat kapının ardında: Her yerde hazır bulunur.

Çanına ot tıkamak: Sesini çıkmayacak duruma sokmak.

 Çelme takmak: Birinin işini bozucu  davranışta bulunmak.

Çekidüzen vermek: Dağınıklıktan kurtarıp düzenli duruma getirmek.

Çekiye gelmemek: Kullanılan ölçülere sığmamak.

Çatal avuç:  İki el yan yana  getirilerek birleştirilen avuçlar.

 Çeyiz çemen: Bol çeyiz.

Çile doldurmak: Sıkıntının sona ermesini beklemek.

Çığırından çıkmak: Doğru yoldan ayrılmak

Çığır açmak: Kendinden sonra izlenecek yol oluşturmak.

Çıkar yol: İstenen sonuca ulaştıracak yöntem.

Çıkmaza girmek: Çözümlenemeyen  durum oluşmak.

Çıktı dokuza, inmez sekize: Özveride bulunuyor.

Çıkış yapmak: Karşısındakine sert sözler söylemek.

Çıngar çıkarmak: Olay çıkarmak.

Çıt çıkarmamak: Taptaze

Çıkmaz ayın son çarşambası: Hiç bir zaman.

Çift çubuk: Çiftlikte kullanılan  araçlar.

Çifte kavrulmuş: Çok pişkin.

Çile doldurmak: Sıkıntının sona ermesini beklemek.

Çiğ yemedim ki karnım ağrısın: Suçum yo ki korkum olsun.

Çifte atmak: Katır, at ve eşeğin arka ayaklarını savunması. Diğer bir anlamı
 umulmadık zamanda kırıcı sözler söylemek.

Çil yavrusu gibi dağılmak: Toplu haldeki insan ya da hayvanların her birinin  bir yana dağılması.

 

Çimdik atmak: Çimdiklemek

Çivi gibi olmak: Çok sağlam, güçlü.

Çingene pembesi:  Göz alıcı çiğ pembe.

Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği işe karışmak.

Çirkefe taş atmak: Kötülüğünden kaçılan birini kışkırtmak.

Çocukluk etmek: Akılsızca iş yapmak.

Çocuk oyuncağı haline getirmek: Bir işi küçümser duruma düşürmek.

Çorba olmak: Karmaşık duruma girmek.

Çorbada tuzlu bulunmak:  Yapılan işe katkıda bulunmak.

 Çok harman yeri dişlemiş:  Çok tecrübeli.

Çömlek hesabı: yanlış hesap.

Çöpsüz üzüm:  Pürüzsüz, kazançlı iş.

Çöpten çelebi: Güçsüz kimse.

Çukurunu kazmak: Birini yıkıma sürükleyecek bir plan yapmak.

 Çok olmak:  Davranışları dayanılmaz duruma gelmek.

Çoğa varmak: Aşırı davranmak.

Çok görmek: Yapılan şeyi yadırgamak.

Çorap söküğü gibi olmak: İş arka arkaya ve birbirine bağlı olarak çözülmek.

Çoğu gitti, azı kaldı:: Yapılacak işin  zor kısmı bitti, azı kaldı.

Çoluk çocuğa karışmak: Evlenip çocuk sahibi olmak.

Çuhasını giymedikçe kenarını kuşandık: Bu konuda benim de bilgim, benim de tecrübem var. Diğer bir anlamı; o güzel şeyin yabancısı değilim.

Çöp atlatamaz: Çok dikkatlidir, aldatılmaz.

Çizmeden yukarı çıkmak: Bilmediği işe karışmak.

Çuldan çuvaldan olmak: Tüm eşyasının elden gitmesi.

Çul tutmaz: Kazandığını harcayan kimse.

Çürük tahtaya basmak: Tuzağa düşmek, oyuna gelmek.

Çürük çıkmak:  Sağlam olmadığı anlaşılmak.

 

 


 

C harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

 C harfi İle Başlayan Deyimler ve Anlamları

Can feda: Uğruna ölümü bile göze almak.

Cana yakın: Sıcakkanlı ve sevimli.

Cana minnet bilmek:   Arayıp da bulamadığı şeylerden saymak.

Cadı kazanı: Geçimsizliklerin olduğu yer.

Can beslemek:  Endişesizce  yaşamak.

Can çekişmek: Ölmek üzere olmak

Can atmak: Bir şeye ulaşmayı çok istemek

Cami yıkılmış ama mihrap yerinde:  Yaşlanmış ama güzelliğinden bir şey kaybetmemiş olmak.

Can cana, baş başa: Birbirini çok seven kişilerin yabancıların olmadığı bir ortamda bir arada olması.

Can evinden vurmak: Bir kimseyi  en hassas olduğu, en fazla önem verdiği bir  konuda zarara uğratmak.

Can alıp vermek: Ölüm acısı içinde olmak.

Caka satmak:  Gösteriş yapmak.

Can damarına basmak: Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak.


 Can dayanmamak: Bir acıyı yenme gücünü kendinde bulamamak.

 Can düşmanı: Cana kast etmek isteyen düşman.

Canını bağışlamak:  Öldürebileceği birini öldürmekten vazgeçmek.

 Canı sağ olsun:  Onun da canı sağ olsun gerisi önemli değil anlamında bir deyimdir.

Canı yok mu? O bu derde, bu sıkıntıya nasıl dayanıyorsa sen de dayan.

Canını almak: Öldürmek.

Canını dişine takmak: Başarıya ulaşmak için büyük sıkıntılara göğüs germek.

Can havliyle: Canını kurtarma korkusuyla.

Canı cehenneme: Nasıl bir durumda olursa olsun umurumda bile olmaz.

Candan geçmek: Ölmek.

Canı pek: Acılara karşı dayanıklı.

Can yakmak: Acı vermek.

Can kalmamak: Gücü tükenmek.

Canı isterse: İstemezse istemesin, kime ne?

Can sıkıntısı: Bunalım.


Can kulağı ile dinlemek:  Büyük bir dikkatle dinlemek.

Canciğer kuzu sarması: Birbirlerinden hiç ayrılmayan dostlar.

Canı derdine düşmek: Canını kurtarma yolu aramak.

Canı gitmek: Üzerine titrediği şeye zarar gelir korkusu yaşamak.

Canına okumak: Büyük zarar vermek.

Canına yandığımın: Kurban olduğum bir de şu anlama gelir: Allah’ın belası anlamına gelir:)

Canı burnuna gelmek: Artık dayanabilecek gücünün kalmaması.

“Canım” dese,  “canın çıksın” diyor sanmak: En gönül alıcı sözleri bile kötüye yorumlamak.

Canını çıkarmak: Birini öldürünceye kadar dövmek.

Canı çekmek: İstek duymak.

Canı tatlı: Acıya dayanaksız.

Canım yoksulluk, gözüm yoksulluk; yat ilk akşam, kalk kuşluk: Tüm gün yatan, tembel kimselerin yoksulluk çekmesi de son derece normaldir.

Canı yerine gelmek: Dert ve üzüntüden kurtulup rahatlamak.

Can sağlığı: Esenlik


Can pazarı: Herkesin ölüm tehlikesinde bulunduğu ve kurtulmaya çalıştığı durum.

Canına değmek: Yapılan işten çok hoşlanmak.

Can pahasına: Ölümü göze alarak.

Canımın içi: Canım kadar sevdiğim.

Cennetin kapısını açmak: Büyük bir iyilikte bulunmak.

Cim karnında bir nokta: Hiçbir şey bilmeyen.

Ceza kesmek:  Para cezası yazmak.

Ciğerini parçalamak: Büyük bir acı içinde bırakmak.

Ciğer canlı: Evlatlarına düşkün.

Ciğerini okumak:  Ne düşündüğünü iyi bir şekilde bilmek.

Ciğer görmüş bayılmış, eti görse ne yapar?: Çirkin birini sevmiş ya güzel birini sevse ne yapardı?

Ceviz kabuğundan çıkmış, kabuğunu beğenmemiş:  Kendisini büyüten, bu günlere getiren insanları beğenmeyenler için söylenmiş deyimdir.


Ciğerine işlemek: Çok etkilenmek.

Cebinde akrep olmak: Cimri olmak.

Cart curt etmek: Gelişigüzel konuşmak

Cehennem  olmak: Defolup gitmek.

Cehennem azabı: Çok büyük üzüntü.

Cebe indirmek: Çalmak, hırsızlık yapmak.

Canının içine sokacağı gelmek: Aşırı derecede sevmek.

Canını sıkmak: Üzmek.

Cebinden çıkarmak: Birinden çok üstün olmak

Canlı cenaze: Çok zayıf ve gücü olmayan kimseler.

Cemaziyelevvelini bilmek: Birinin geçmişteki kötü durumunu bilmek.

Cici bici: Küçük ve süslü eşya.

Ciğerimin köşesi: Sevgilim.

Ciğeri sızlamak: Derin bir acıma duygusu ile üzülmek.

Ciğeri beş para etmemek:  İşe yaramaz kişi olmak.

Cebi delik: Cebinde hiç parası olmayan.

Canını vermek: Bir şey uğrunda hayatını kaybetmeye hazır olmak.

Canını sıkmak:  Keyfini kaçırmak, üzmek.

Cıcığını çıkarmak:  Özünden saptırmamak bir işi sulandırmak.

Cin fikirli: Çok kurnaz.

Curcunaya çevirmek:  Ortalığı gürültü içinde bırakmak.

Cümbür cemaat: Hep birlikte

Cini tepesine çıkmak: Çok öfkelenmek.

Cinler cirit oynamak: Ürkütecek kadar sessiz ve ıssız olmak.

Cin başka, peri başka: Bir ortam veya durum her zaman aynı olamaz.

Cirit atmak: Meydanı boş bulup istediği gibi  davranmak