En Sevdiğiniz Yazar Hakkında Konuşun.

 

En Sevdiğiniz Yazar Hakkında Konuşun.


Yazarlar yazdıkları eserler ile bizlere doğru yolu gösteren, bizlere ön ayak olan bilgili kimselerdir. En sevdiğim yazar;  çocuk kitapları yazan ve yetişkinlerin yanlış hareketlerini eleştiren, onların nasıl yetişkinler olması gerektiğini anlatan kişi olduğu Şermin Yaşar’ı çok seviyorum. Şermin Yaşar çocukların dilinden anlayan, onların seviyelerine inen, ön yargılardan uzak duran ve çocukları sadece çocuk olduğu çok seven kaliteli bir yazardır. Şermin Yaşar’ın kitaplarını büyük keyifle okudum.

 

Sevgili Öğretmenim,

Okurken hem güldüm, hem duygulandım ve hem de çok şey öğrendim. Şermin Yaşar 1982 yılında Almanya’nın başkenti Berlin’de dünyaya gelmiştir. Aslen Bilecikli olan yazar göçmen bir ailenin kızıdır.. Çocukluk yıllarında ailesi ile birlikte Türkiye’ye dönen yazar memleketi Bilecik’in Kınık ilçesine yerleşmiştir. Lisans eğitimini Isparta’da bulunan Süleyman Demirel Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamlamıştır. Lisansüstü eğitimini Gazi Üniversitesi’nde tamamlayan yazar bir süre reklam metin yazarlığı yapmıştır. 

 

Sevgili Öğretmenim,

Bana göre Şermin Yaşar çocukların ortak duygu ve düşüncelerini, dertlerini yazan ve biz çocukları çok iyi anlayan bir yazardır. Onunla tanışmayı, onunla konuşmayı çok isterim. Şermin Yaşar kitap piyasasında çocuklar için oyun önerisinin az olduğunu fark ederek çocukların hayal dünyasının gelişmesini sağlayan, onlarla diyalog kurulabilen, el becerilerini geliştiren ve kişisel gelişimine katkıda bulunan aktiviteler yazmaya başlayarak yazın hayatına adım atmıştır.


 İyi ki yazar olmuştur. Çünkü onun eserlerini yetişkinler de okumakta ve çocuk eğitimi ile ilgili çok güzel bilgiler öğrenmektedirler. Eserlerinde yetişkinleri mizahi bir şekilde eleştiren Şermin Yaşar çok iyi bir anne, çok iyi bir yazar ve çok iyi bir eğitimcidir. Anlatacaklarım bunlardı. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

İnsan Hakları ve Dünyamız Konulu Konuşma

 

İnsan Hakları ve Dünyamız Konulu Konuşma

 

İnsan hakları konusunda uluslararası alanda en temel belge olan bu  İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 10 Aralık  1948 yılında Birlemiş Milletler tarafından imzalanmıştır. Buna göre insan hakları ; ırk, renk, din, cinsiyet, dil, siyasi veya diğer görüşler, ulusal veya sosyal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler sebebiyle ayrımı gözetmeksizin hepimizin doğal insan haklarına sahip olduğunu vurgular. Yaşama hakkımız başta olmak üzere tüm haklarımıza insan onuruna yaraşır bir şekilde erişmemizi amaçlamıştır.

 Sevgili Öğretmenim, 

 İnsan haklarında amaç her insanın insan onuruna yaraşır şekilde yaşaması, haklarından faydalanması olurken dünyamızda insan haklarının ne yazık ki yaşandığını söyleyemeyeceğim. Çünkü güçlü olan devletler insan haklarını kendi kafasına göre uygulamaktadır. Eğer ki insan hakları hakkı ile uygulansaydı dünyada şu anda savaşlar olmayacak ve binlerce çocuk ölmeyecekti. İnsan hakkından bahsediliyorsa çocuk katliamlarına dur denmelidir. Bugün İsrail Filistin’i yerle bir ederken insan haklarından bahseden ülkeler ne yazık ki bu duruma seyirci kalmakta da bununla kalmayıp Amerika Birleşik Devletleri gibi ekonomik açıdan güçlü ve zengin ülkeler İsrail’e  her türlü maddi ve manevi desteği sağlamakta ve kimsenin de sesi çıkmamaktadır. Böyle insan hakları olmaz, olamaz. Bu insan hakkı değil, bu insan yaşamına son vermedir. Sözde insan hakları olmaz. İnsan haklarının olması için insan ahlakının olması şarttır.

 

Güçsüz ve zavallı çocukları öldürerek, bir şehir bombalarla yerle bir ederek insan haklarından bahsedilemez. Uygulamaya geçmedikten sonra imzalanan antlaşmaların ne yazık ki geçerliliğinin olmadığına  bugün şahit olmaktayız. Dünyada savaşlar oluyorsa ve insan hakları ihlali gerçekleşiyorsa bunda hepimizin suçu vardır. Buna bir an önce dur denmesi gerekiyor. Yoksa güçlü olan güçsüzü yok etmeye devam edecek. Anlatacaklarım bu kadardı. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

Kral, Adalet, Mahkum, Sabır Kelimeleri İle İlgili Hikaye

 

Kral, Adalet, Mahkum, Sabır Kelimeleri İle İlgili Hikaye


Hiçbir suçu olmadığı halde hırsızlık suçu ile hapse giren marangoz  Mehmet Ali yıllardır hapiste kalmaktadır. Sarayda çalışırken büyük bir iftiraya uğrayan Mehmet hayal kırıklığı içinde hapse gider ve ömür boyu hapse mahkum edilir. Kendisi hırsızlık yapmadım dese de ona kimse inanmamıştır ama o inanan tek kişi ise küçük bir çocuktur. Küçük çocuk hırsızlığı yapan kişinin  kralın en yakın koruması olduğunu söyler ama çocuğa kimse inanmaz. Çocuk sarayda çalışan bir hizmetlinin oğludur. 


Bir gün çocuk sarayın içinde oynarken kralın korumasını görür ve hemen kapı ardına saklanarak onu izlemeye başlar. Kralın koruması kralın odasına girmiştir ve elindeki anahtarla kralın mücevher dolu sandığını açar ve tam oradaki mücevherleri alacakken Kral gelir ve korumasını suçüstü yakalar. Çünkü çocuk hemen kralın yanına gitmiş ve kralı çağırmıştır. Kral koruması tarafından böyle bir ihanete uğradığı için çok  üzgündür ve büyük bir hayal kırıklığı yaşar. Hemen korumasının öldürülmesini emreder ve marangoz Mehmet’in de huzuruna çağrılmasını ister. Yıllardır mahkum olan Marangoz Mehmet gelir ve Kral neden hakkını aramadın evlat dediğinde Mehmet şu cevabı verecektir: "Açıklama yapsaydım bana inanmayacaktınız. Korumanıza inanacaktınız. Çünkü kimse en yakınında olan kişiden kötülük ummaz." dedi ve sustu.


 Kral sen nasıl bunca yıl sabrettin evlat, affet bizi dedi  ve ona bir kese dolusu altın verdi ve onu yanına alarak sarayda iş verdi. Marangoz Mehmet krala korumasını öldürtmemesini, her insanın hata yapabileceğini söyledi. Kral da korumasını affetti ama bir daha saraya alınmadı. Böylece adalet yerini buldu ve Marangoz Mehmet eşi, çocukları ile sarayda güzle bir hata sürdü. Çalışkanlığı, sabrı ve dürüstlüğü ile kralın gözdesi oldu. Sarayda çalışan o küçük çocuk ise büyük bir altın ile ödüllendirildi ve o da Marangoz Mehmet'in yanına çırak olarak verildi.

Vatana, Millete Hayırlı Evlat Nasıl Olunur Konulu Konuşma

 

Vatana, Millete Hayırlı Evlat Nasıl Olunur Konulu Konuşma


Bu vatan topraklarımız atalarımın kanları ile kazanılmış olup bize onlar tarafından emanet edilmiştir. Bu uğurda nice gençler can vermiş, şehitlik mertebesine ulaşmıştır. Allah bu vatan için can veren canlarımızın, Mehmetçiklerimizin şehadetini kabul etsin diyerek konuşmama başlamak isterim:


Sevgili Öğretmenim, değerli arkadaşlarım,

Bu vatana hayırlı evlat olmak için iyi bir insan olmalı, güzel ahlaklı, doğru, dürüst ve güvenilir biri insan olmamız gerekir. Vatan söz konusu olduğunda hayatını tehlikeye atma cesaretini gösterebilen, düşmanla çarpışmaktan  korkmayan, cesur kimseler olmalıyız. Vatanını en iyi seven vatanına karşı görevini en iyi şekilde yapandır Mustafa Kemal Atatürk. Bizim de vatana karşı en büyük görevimiz derslerimize iyi çalışmak, başarılı öğrenciler olmak, ülkemizi başarılı olduğumuz alanlarda dünyaya tanıtmak ve  vatanımızı en iyi yerlere getirmektir. 


Bunun için de bilimi rehber edinmeliyiz ve bilim yolunda giderek ülkemizin her alanda gelişmesine gençler olarak öncü olmalıyız. Bizler gençler olarak bu vatan topraklarına, bağımsızlığımıza sahip çıkmalıyız. Vatanımızın parçalanmasına, dağılmasına göz yummamalıyız. Milli benliğimize, kültürümüze, ana dilimize sahip çıkmalıyız. Dini inançlarımızı yaşamalı ve yaşatmalıyız. Aile kurumuna zarar vermemeliyiz.  İleride iyi bir anne, iyi bir baba olmalıyız ve gelecek nesillere ahlaklı bireyler yetiştirmeliyiz. Geçmişini tanıyan, geçmişine saygılı olan, geçmişinden ders çıkarak gençler olmalıyız. Ülkemizi tehdit eden her türlü terör örgütlerine karşı çıkmalıyız,  birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmalı vatanın bölünmesine izin vermemeliyiz. 


Sürekli çalışmalı, yerli üretime geçmeliyiz. Yerli malın kullanımını artırmak için emek etmeliyiz. “Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mutlu olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin saadeti ve selameti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.”  der Mustafa Kemal Atatürk. İşte bizlerde böyle vatan çocuklarından olmalıyız ve vatana hayırlı, vatana katkı sağlayan gençler olarak vatanı hak ettiği yere çıkarmalıyız.

 

Bir Ağaçta Gül De Biter Diken De Atasözü İle İlgili Hikaye Yazınız.

 

Bir Ağaçta Gül De Biter Diken De Atasözü İle İlgili Hikaye Yazınız.


Bir ağaçta gül de biter diken de atasözünün anlamı şudur:

Nasıl ki bir elin parmakları birbirinden farklıysa , aile veya toplum bireyleri de birbirinden farklı karakterlere sahip olabilir. Bundan dolayı bir aileden veya toplumdan  iyi adam da çıkar, kötü adam da.

Atasözümüz ile ilgili hikaye:

Bir ağaçta Gül de Biter Diken de


Aydan Hanım sabah kalktığında Kemal’in erkenden kalktığını görmüş, Kemal kitap okuyordu. Neden erken kalktın oğlum diyen annesine Kemal şu cevabı verdi. Uykumu aldım anneciğim, siz uyurken de biraz çalışayım dedi. Kemal on dört yaşında bir delikanlı olmuştu artık. Ağabeyi Mehmet ise uyumaya devam ediyordu. Saat on bire doğru kalktı ve on bir de kahvaltıyı yaptı. Daha sonra televizyon izledi, sonra futbol maçına gitti, gelince tekrar yemek yedi ve sonra da telefon oynayarak günü tamamladı. Mehmet hiç ders çalışmıyor, kendisine verilen nasihatleri dinlemiyor ve kafasına göre takılıyordu. Bu aralar kötü arkadaşlar edinmiş ve onlardan kötü alışkanlıklar da öğrenmişti. 


Mesela sigara içmeye başlamıştı. Bunu gören annesi çok üzülmüş, olayı eşine anlatmıştı. Babası Mehmet ile konuşmuştu ama ne yaparlarsa yapsınlar Mehmet düzelmiyor, düzelmek istemiyordu. Kemal ise derslerinde başarılı oluyor, girdiği sınavlarda çok iyi notlar alıyor ve güzel huylara sahip arkadaşlıklar kuruyordu. Yılla geçti ve Kemal iyi bir doktor oldu Mehmet ise hiçbir yeri kazanmadı ve aylak aylak sokaklarda gezmeye devam etti. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın Mehmet değişmedi. Bunun sonucunda Mehmet’in babası üzülerek eşine döndü ve ne yapalım hanım kaderimiz böyleymiş.


 Atalarımız boşa dememiş: “Bir ağaçta gül de biter, diken de.” demiş. Bak Kemal okudu kendini kurtardı ve topluma faydalı oldu. Ahmet ise kendini perişan etti demiş. İkisi de bu duruma çok üzülmüş ama elden bir şey gelmiyormuş. Bir aileden hem iyi hem de kötü ahlaka sahip çocuklar, tembel çocuklar da çıkabilirmiş.

Okuduğunuz Bir Kitaptaki Favori Karakterinizi Tanıtın ve Neden Onu Sevdiğinizi Açıklayınız.

 

Okuduğunuz Bir Kitaptaki Favori Karakterinizi Tanıtın ve Neden Onu Sevdiğinizi Açıklayınız.

 

Son zamanlarda okuduğum ve çok beğendiğim kitabın adı  Zülfü Livaneli’nin ele aldığı Balıkçı ve Oğlu adlı kitaptır. Kitabı okuduğumda çok duygulanmıştım ve aynı zamanda çok da mutlu olmuştum. Kitapta en sevdiğim karakter ise balıkçı olan Mustafa’dır. Mustafa’nın iyi yürekli ve vicdanlı olması, denizde bulduğu bebeği kendi kısmeti olarak görmesi ve o bebekten hiçbir zaman umudunu kaybetmemesi beni çok etkilemiştir. Diğer balıkçılara göre doğaya olan duyarlılığı da ayrı etkilemişti.

Sevgili Öğretmenim,


Denizle iç içe bir hayat süren  balıkçı Mustafa’nın tek evladı olan  Deniz adı gibi denizde boğularak yaşamını kaybetmiştir.  Bu olaydan sonra Mustafa eskisi kadar neşeli değildir ve içine kapanık biri olmuştur.. Mustafa her gün sabah erken saatlerde denize açılır, kendini Ege’nin eşsiz denizine, doğasına bırakır. Denizde teknesi ile giderken bir bebeğin su yüzeyinde olduğunu görür. Denizde birçok göçmen cesetleri de vardır.  Cesetleri tekneye alır ve jandarmaya haber verir ama çocuğu söylemez. Çocuğun yaşayıp yaşamadığından emin olmak için teknede yiyecek bir şey arar ve çikolata bulur. Bu çikolatayı çocuğun ağzına sürer, çocuk bunu süt gibi emmeye başlayınca Mustafa çok mutlu olur. Onu kurtardığı için sevinir. Çocuğa kanı kaynar ve onu ölen oğlunun yerine koymaya başlar. Allah bir denizimi aldı yeni bir deniz verdi diye kendi kendine sevinir ve bulduğu çocuğun kendi kısmeti olduğunu söyleyerek hiç umudunu kaybetmez. Çocuğu devlete teslim etmek istemez ama olay eninde sonunda duyulur ve çocuk Mustafa’dan alınır.

 

 Eşi de Mustafa da bu duruma çok üzülür ama elden bir şey gelmez. Mustafa tüm bunlara rağmen umudunu yine kaybetmez ve iyi ki de kaybetmez. Çünkü olayların gidişatı değişecektir. Bir sabah ansızın Mustafaların kapısı vurulur. Gelen bu kişilerin gelme sebebi bir zamanlar sahiplendikleri Samir bebekle ilgilidir. Samir bebeğin annesi çocuğuna bulunduğu göçmen şartlarından dolayı iyi bakamayacağını bundan dolayı çocuğunu Mesudelere vermek istediğini söyler. Mesude gelenlerden bu durumu öğrenince çok mutlu olur. Hemen eşi Mustafa’nın yanına gider durumu anlatır. Mustafa da çok mutlu olur. Beraber çocuğu almaya giderler. Bu olaydan sonra mutlu mesut bir şekilde hayatlarını sürdürürler. Burada Mustafa’nın çocuğu sahiplenişi, umudunu kaybetmemesi, umutlarına dört elle sarılması ve içindeki inancı kaybetmemesi beni çok etkilemiştir. Onun için Balıkçı ve Oğlu kitabı bende farklı bir izlenim bırakmış, Mustafa karakteri  beni kendine bağlamıştır.

Mutlu Bir Çocukluk Geçiren İle Mutsuz Bir Çocukluk Geçiren Bireyin Farklarını Yazınız.

 

Mutlu Bir Çocukluk Geçiren İle Mutsuz Bir Çocukluk Geçiren Bireyin Farklarını Yazınız.


Mutlu bir çocukluk geçiren kimseler aile temeli iyi atılmış olan, aile içinde sevgi, saygı, ilgi, yardımseverlik ve dayanışma, birlik ve beraberlik olan kimselerdir. Mutlu ailelerde koşulsuz sevgi verilmiştir çocuğa. Çocuk sevgiyi iliklerine kadar hissettiği için başka yerde sevgi ve mutluluk aramaz ve bunun için de her önüne çıkan kişiye hemen  inanmaz. Özgüvenli bireyler olurlar. Kendilerine özsaygısı olur mutlu ailelerde yetişen çocukların. Mutlu anne ve babalar mutlu çocuklar da yetiştirir. Mutlu ailelerde her şey mükemmel olmak zorunda değildir. 


Mutlu ailelerde hatalara göz yumulur, hoşgörü vardır, esneklik payı vardır ve kararlar birlikte alınıp verilir. Baskı, zorlama ve şiddet yoktur. Bunun için birey ileriki yaşamında yaşadığı herhangi bir basit olay karşısında  kendini suçlu hissetmez ve kendini değersiz hissetmez. Mutlu ailelerde saygı vardır, samimiyet vardır, birlikte geçirilen zaman vardır ve bu da onların daha da çok mutlu olmasını sağlar. Burada yetişen çocuklar ileriki yaşamında mutlu olur, kendine güvenir ve başarılı olur.

Sevgili Öğretmenim,


Mutsuz ailelerde yetişen çocuklar ileriki yaşamında çeşitli zorluklar çeker. Mesela en basit bir hatada hemen kendi suçlar ve büyük suç işlemiş gibi utanca boğulur. Yani kendine olan güveni yoktur. Güveni olmadığı için, sevilmediği için, saygı görmediği için, şiddete maruz kaldığı için korkar olur, kendilerini savunması savunması zor olur. Her ne kadar maddi durumu iyi olursa olsun yaşayamadığı mutsuz çocukluğu içinde büyük bir yara olarak kalır ve bunu şatafatlı yaşam olarak, gösterişli yaşam olarak dışarıya sunmaya çalışır. Yani özünü doldurmaya çalışmaz Oysa mutlu ailelerin çocuklarında öz vardır. Tıpkı cevizin kabuğu ve içindeki öz gibi. Mesela sadece ceviz kabuğu bir işe yarar mı yaramaz. İçindeki ceviz tanesi ile değerlidir o ceviz. İşte mutlu ailelerde yetişen çocukla o öz gibi olur ve kendilerini değerli ve mutlu hissederler. Mutsuz ailelerde büyüyen is o özden uzak kalır. Çünkü mutsuz ailelerde büyüyen çocuğa hak ettiği değer, hak ettiği sevgi ve saygı verilmemiş, hissettirilmemiştir. 


Çocukluğunda mutlu olmayan hiçbir zaman mutlu olamaz aslında. İşte burada da anne ve balara büyük görevler düşer. Anne ve babalar bakamayacaksa çocuk dünyaya getirmemeli, o çocukların hayatını mahvetmemelidir. Eğer ki sevgi, saygı ve dayanışma içinde olunacaksa aile kurulmalı ve o ailede yetişen her çocuk da hak ettiği değer ve ilgiyi görmelidir. Tolstoyun şöyle bir sözü vardır ya: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Her mutsuz ailenin ise kendisine özgü bir mutsuzluğu vardır." der Lev Tolstoy". Gerçekten de durum bundan ibarettir. Lütfen çocukları sevelim, hiç bir çocuk mutsuz olmasın. İleride çocuklar bir yetişkin olacaktır. Anne ve babalar bunun bilinci ile çocuk yetiştirmeli ve mutlu çocuklar yetiştirilmelidir. Anlatacaklarım ve bildiklerim bunlardı. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum sevgili öğretmenim ve değerli arkadaşlarım.

Mutlu Bir Hayat İçin Neler Gereklidir Konulu Konuşma

 

Mutlu Bir Hayat İçin Neler Gereklidir Konulu Konuşma


Her insan mutlu bir hayatı olsun, maddi olarak rahat etsin, manevi olarak hayattan doyum alsın ister. Çünkü insanoğlunu rahatına düşkün bir varlıktır ve her insan da mutlu hayatı hak eder ama bu da ancak çalışma ile, alın teri dökerek gerçekleşir. Bazen bunlarda tek başına yeterli olmayabilir.


Sevgili Öğretmenim,


Mutlu bir hayat için ilk olarak şikayeti bırakmalıyız. Kendi içimizde yaşadığımız kesiklikleri, sorunların  suçlusu olarak yakınlarımızı, çevremizdeki kimseyi ya da dünyayı suçlayarak basit bir savunma mekanizması içinde olmamalıyız. Çözüm odaklı olmalıyız. Zararın neresinden dönülürse kârdır anlayışı ile hareket etmeliyiz. Mutlu olmak için sevdiğimiz işi yapmalıyız. İnsan sevdiği işle meşgul olunca zaman çabuk geçer ve sıkılma diye bir kavram bize uzak kalır. Olumsuz duygulara değil olumlu duygulara odaklanmalıyız. Kendimizi ve ailemizi ihmal etmemeliyiz. Abartılı fedakarlıklardan kaçınmalıyız. Biri bizden yardım istediğinde yapmalıyız ama bizim iyi niyetimizi kullanmak isteyen kendini akıllı zanneden sinsi insanlara karşı da gözümüzü açmalıyız ve onlara kendimizi kullandırmamalıyız. Kimseye dinin ne, hangi partiyi tutuyorsun, ne kadar para kazanıyorsun gibi insanların özel kararlarını sormamalıyız ve onların özel yaşamına müdahale etmemeliyiz. Yani saygılı olmalıyız ve bizi ilgilendirmeyen şeylere bunumuzu sokmamalıyız.


Yaşadığımız her anın kıymetini bilmeliyiz ve mutluluğu gelecekte gelecek diye kendimizi kandırmamalıyız. Anın tadını çıkarırsak mutluluk da gelecektir zaten. İçimizde intikam duygusu olmamalı, kin ve nefretten uzak durmalıyız. Hoşgörülü olmalıyız ve affetmesini bilmeliyiz ama bize yapılan büyük hataları affetsek de bize bir daha aynı kötülüklerin yapılmasına izin vermemeliyiz. İnsanlara iyilik yaparken beklenti içine girmeden yapmalıyız. Böylece hayal kırıklığı yaşamamış oluruz ve kendime olan saygımdan dolayı ben bu olduğum için o iyiliği yaptım diyerek kendimizi güçlü hissetmeliyiz. Sağlığımız yerindeyse, elimiz ayağımız tutuyorsa, sevdiklerimiz yanındaysa mutlu olmasını bilmeliyiz. Sevdiklerimizden kimilerini kaybetmiş olabiliriz ama yine hayata tutunmaya çalışmalıyız. Çünkü kaybettiğimiz kimseler de bizim mutlu olmamızı isterdi. Kendi maddi durumumuzu, fiziksel özelliklerimizi, duygusal özelliklerimizi başkaları ile kıyaslamamalıyız. Bu kendimize olan özsaygımızı artırır ve bizim daha başarılı ve daha da mutlu olmamızı sağlar. Kendimize, zevklerimize, ilgi ve isteklerimize zaman ayırmalıyız. 


Sadece ben değil biz düşüncesi ile hareket eden, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmayı da seven kimselerden olmalıyız. Hayvanlara iyi davranmalıyız ve onlarla vakit geçirmeliyiz. Bir müzik aleti öğrenmeliyiz, bir spor dalına yazılmalıyız ve güzel alışkanlıklar edinmeliyiz Örneğin her gün bir saat kitap okumak gibi. Sorun yaşadığımız kimselerin arkasından konuşmak yerine sorunlarımızı ilgili kişi ile konuşmalıyız. Böylece hem korkak olmamış oluruz hem de dürüst ve güvenilir olduğumuz için insanlar bizi netliğimiz ile tanır. İki yüzlü olmadığımız için de mutlu oluruz. Tutumlu olmalıyız. Bütçemizi iyi hazırlamalıyız. Tüketim çılgını kimselerden olmamalıyız. 


Paranın kolay kazanılmadığının farkında olarak harcama yapmalıyız. Geleceği de düşünmeli ve ona göre plan yapmalıyız. Allah’ın yarattığı her şeye hoşgörü ile yaklaşmalıyız ve her canı sevmeliyiz. İnsanları olduğu gibi kabul etmeliyiz ve kimseyi kendi istediğimiz gibi bir kalıba sokmaya çalışmamalıyız. Savaştan değil, barıştan yana olmalıyız. Merhametli olmalıyız, vatansever olmalıyız, şükretmesini bilmeliyiz, güzel ahlaklı olmalıyız, kültürlü olmalıyız. Tüm bu özelliklere sahip olduğumuz amana mutlu oluruz. Anlatacaklarım ve aklıma gelenler bunlardı. Dinlediğiniz için teşekkür ederim öğretmenim.

“ Zor İştir Gönlünü, Yaşamını Öğrenmeye ve Bilime Adamak” Sözü İle İlgili Deneme

 

“ Zor İştir Gönlünü, Yaşamını Öğrenmeye ve Bilime Adamak” Sözü İle İlgili Deneme


Çalışkan olmak, başarılı bir insan olmak için ilk olarak planlı ve programlı bir hayat düzenimiz olmalıdır. Güzel alışkanlıklara sahip olmak gerekir. Durmadan çalışmak, zihnini meşgul eden bir işle uğraşmak gibi. Gönlünü, yaşamını öğrenmeye ve bilime adamak gerçekten zor iştir. Bunun için insanın yılları geçer hatta ömrü geçer. Öğrenme merakı içinde olan, kendini bilime adayan insanlar hayat boyu çalışmayı seven, araştırmayı seven, çok kitap okuyan ve okudukları ile yaşamına yön veren, dünyaya fayda sağlayan, ışık saçan kimselerdir. Böyle kimselerin işi gücü çalışmaktır.

 

Gönlünü bilime vermiş kimseler insanlık adına büyük işler başarmak isteyen, basit dedikodular, magazin haberleri peşinde koşmayan gerçek anlamda şahsiyet sahibi kimselerdir. Bir bilim adamı olmak kolay değildir. Bilim adamı olmak için yıllarını vermek gerekir. Mesela ünlü bilim insanlarından Aziz Sancar eskiden on sekiz saat çalışırdım şimdi on iki saat çalışıyorum diyor. Yaşı epey ilerlemesine rağmen günde on iki saat çalışmak gönlünü bilime vermek ile ilgilidir.

 

İşte böyle çalışılır, böyle emek edilir ve böyle başarılı olur insan. Kimi zevklerinden vazgeçeceksin, yeri gelecek uykunu tam alamayacaksın, yeri gelecek özel günlerini dahi kutlayamayacaksın. Bunların hepsinin nedeni bilime olan sevgi, bilime olan merak ve aşktan kaynaklanır. Bu da kolay değildir.  Çünkü bilim adamı olmak kısa zamanda olunan bir şey değildir. Çok çalışmak, alın teri dökmek ve çalışmayı yaşamının amacı haline getirmek, çalışmaktan manevi anlamda haz almakla ilgili bir durumdur.

Yunus Emre’nin Hakkı Gerçek Sevenlere Cümle Âlem Kardeş Gelir Sözünde Anlatılmak İstenenler Hakkındaki Öznel Yorumlarınızı Detaylıca Yapınız.

 

Yunus Emre’nin Hakkı Gerçek Sevenlere Cümle Âlem Kardeş Gelir Sözünde Anlatılmak İstenenler  Hakkındaki Öznel Yorumlarınızı Detaylıca Yapınız.

 

Yunus Emre’nin insanlara bakış açısı şu şekildedir: O insana insan olduğu için değer vermek gerektiğini, Allah’ın yarattığı her insanın değerli olduğunu anlatmak istemiştir. Yüce Allah’ı gerçek anlamda seven, onun bizden isteklerini gerçek anlamda idrak eden kimselerin içinde evrensel insan sevgisi bulunur. Yani kişi insan ayrımı yapmaz. Kendinden farklı olan, düşüncesi farklı, huyu farklı, alışkanlıkları farklı insanlara karşı ön yargılı olmaz, onlara karşı nefret duygusu, kıskançlık beslemez.

 

Aslında Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü anlayışı ile yakın olan bir cümledir bu söz. Allah’ı seven, Allah için bu dünyada çalışan ve bu dünyanın imtihan dünyası olduğunun farkında olan kimseler insana farklı açıdan bakmayı bilir, yani gönül gözü ile yaklaşır olaya. Kimseyi kimseden üstün görmez, kimseye siyah, beyaz ayrımı yapmaz, kimseye çirkin, güzel, zengin fakir ayrımı yapmaz. Önemli olan Allah’ın yarattığı insan olmaktır. Canlıların en şereflisi olarak yaratılmıştır insanoğlu. Mesela bir insan bizim dinimizden olmayabilir. Yolda kalmıştır, zora düşmüştür, hastalıklar içinde kıvranıyordur. Allah'ı seven kişi o insana yardım eder, elinden tutar ve acılarını dindirmeye çalışır. İşte  bu şekilde Allah'a yakın oluruz. İnsanı insan olarak gördüğümüz zaman, empati kurma becerisine sahip olduğumuz zaman. Bu kafir ölsün, onlar bizim dinimizden değil deyip haksızlığa, zulme  sessiz kalıyorsak işte burada insanlık suçu işliyoruz demektir. Allah2a yakın olmak ise duygulara sahip olmak, her insanı kardeş olarak görmek ve yardıma muhtaç olan mazlumlara yardım götürmekten başlar. Bizim dinimiz, bizim kültürümüz hoşgörü dini, hoşgörü kültürüdür.

 

 Allah seni insan olarak yarattıysa hangi ırktan, hangi ülkeden olduğun önemli değildir. Bunun için insanlara karşı  hoşgörülü olmalıyız. Bizden farklı kültürde olan insanları hor görmemeliyiz, kibirli olmamalıyız. Alçakgönüllü olmalıyız. Ancak bu şekilde Yüce Allah’ı daha iyi anlamış olur ve ona daha yakın olmuş olur ve onu gerçek anlamda seven kullarından olabiliriz. Bunun için dünyada barışı yaymalıyız. Kardeşlikten yana olmalıyız. Kötülüklerden uzak durmalıyız ve ayrımcılık yapmalıyız.