Kısa hikaye örnekleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kısa hikaye örnekleri etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

“Sarı Öküzü Vermeyecektin.” Sözünün Hikayesi

 “Sarı Öküzü Vermeyecektin.”  Sözünün Hikayesi


Ormanların  birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. O ormanlarda  yaşayan öküzlere göz koyan aslanlar varmış. Bu aslanların gözü de bu öküz sürüsündeymiş.  Öküzler bir araya geldiği zaman dayanışma içinde olurlar ve aslanlar da bu durumda onlara saldıramazmış.  Bu durumu düşünen aslanlar kendi aralarında toplanıp neler yapabiliriz diye düşünmeye başlamışlar ve bir çare düşünmüşler. Orada bulunan topal aslanlardan biri yanına birkaç aslanı da alarak beyaz bayrak çekmiş ve  öküz sürüsünün olduğu yere yaklaşmış.


Aslan onların yanına giderek tatlı bir dille  şunları söylemiş:


Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyoruz hatalıyız, bugüne kadar sizlere hep zarar verdik ama inan ki bu verdiğimiz zararların hiçbirini isteyerek yapmadık.  Tüm suç hep o “ Sarı Öküzde.”  O öküzün rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor ve aklımızı başımızdan alıyor demiş aslan.  Bu durumda biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizinle bir sorunumuz yok aslında demiş. Aslan konuşmasına devam ederek şunu demiş:  “Saygıdeğer öküzler siz bize o sarı öküzü verin, biz de sizi rahat bırakalım, kurtulun.”  demiş. Böylece barış içinde oluruz ve barış içinde yaşamaya devam ederiz demiş topal aslan.


“Boz Öküz” ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, zavallı  “Sarı Öküzü”  vermişler aslanlara.  Yalnız “Benekli Öküz” karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış, kimse onu dinlememiş. Sarız Öküz verildikten sonra aslanların isteği hiç biter mi?  Elbette bitmemiş. Aslanlar bu defa da öküzlerden “Uzun Kuyruk” adlı öküzü istemişler. Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor.  Onun kuyruğu bizi bizden alıyor demişler. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim.


Öküzler bu kez “Uzun Kuyruk'u”  vermek zorunda kalmışlar.

Bu olay sürekli tekrarlanmış, sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar pişkin bir şekilde arsızlaşmaya devam etmiş . Aslan sürüsü artık tatlı dile ya da bahaneye başvurmadan şunu söylemeye başlamışlar:  “Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, “Verin bize şunu, yoksa karışmayız.” demeye başlamışlar. Çünkü öküzlerin sayısı azalmış ve kendini savunacak, dayanışma içinde olacak öküzler tek tek aslanlara yem olmuş.

“Boz Öküz”  ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş.


“Boz Öküz”, “Benekli Öküzün”  sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli 'Biz' demiş, 'Sarı Öküzü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı. Bu hikayeden çıkarılacak ders şudur: Öküzler,  aslanlar ilk olarak Sarı Öküzü istediklerinde birlik ve dayanışma içinde olup o Sarı Öküzü vermeyeceklerdi.. Taviz tavizi doğurdu ve aslanlar sürekli istemeye ve öküz sürüsünü yok etmeye başladılar. İşte bundan dolayı ilk başta verilmeyecek taviz. Yoksa insanların istediği hiçbir zaman bitmez ve sizi gücünüz tükenene kadar tüketmeye ve kullanmaya devam ederler. 


Çıkarları doğrultusunda sizi sömüren insanlar sonra size zarar vermeye başlarlar ve o zamanda artık iş işten geçmiştir ve eski gücünüz, kariyeriniz kalmamıştır. Bu da insanlara yol gösterecek güzel bir kıssadan hisse örneğidir. Yani en başta vermeyecektin ilk tavizi, en başta hayır demesini bilecektin kimse sana zarar vermesin ki birlik içinde yaşamaya devam edesin.

 

Kendinizi Engelli Bir Bireyin Yerine Koyarak Hikaye Yazınız.

 Kendinizi Engelli Bir Bireyin Yerine Koyarak Hikaye Yazınız.


O sabah yine can sıkıntısı ile kalkmıştım yerimden. Elim ayağım tutmuyor gibiydi. Gerçi gerçekten de ellerimde ve ayaklarımda doğuştan bir engelim vardı. Ellerim yamuk yumuk ayaklarım çarpıktı. Kendimi hiç beğenmiyordum. Diğer kardeşlerimin hiçbir engeli yoktu ama ben annemin karnından böyle doğmuştum. Bazen aynaya baktığımda kendimden nefret ediyordum. Çok düzgün yüz hatlarım vardı ama zihnim karmakarışık ve mutsuzdu. Kendimi ve hayatı sevmiyordum. Engelli olduğum için herkesin benden nefret ettiğini düşünüyor ve geceleri odama geçince yatağımın altında gizli gizli saatlerce ağlıyordum. Benim adım  Umut. Annem koymuş adımı. Engelli olduğumu görünce belki bir umut ileride iyileşirim diye düşünmüş bana hep sevgi ile bakmış, beni diğer kardeşlerimden ayırmamış.


 Sekiz kardeşiz. Beşi erkek üç kızı olmak üzere kalabalık bir ailede Kayseri’de dünyaya gelmişim.  Başlarda çok üzülmüş annem ama daha sonra alışmış benim böyle olmama.  Bu arada annemi ve babamı tanıtayım. Annemin adı Gül babamın adı i  Mustafa.  Annem ev hanımı babam ise boyacı. Gittiği yerlerdeki evleri boyar, kazandığı para ile de bize bakmaya çalışır benim kıymetli babam. Bazen çok yorgun gelir eve bana göz kırparak ve içten gülümseyerek geçer odasına. Annem hemen onun yemeğini koyar, diğer kardeşlerim ilgilenir ve sonra da benimle ilgilenirdi. Bazı günler canım çok sıkılıyor ve engelli olduğum için hayattı sevmiyorum ama yaşamak, nefes almak yine de güzel. 


Çünkü beni seven bir ailem var ve onar bana hep sevgi ile baktı. Annem bir gün olsun bile suratını asmadı bana. Hep sabırlı ve şefkatli biri annem. Farklı biriyim dedim ya.  Ben farklı olduğum için kardeşlerim bana yardımcı olmaya çalışırdı ama onların bana acıyan gözlerle bakmasını istemezdim. Çünkü ben acınacak biri değildim. Ben de onlar gibi insandım ama sadece farklı ve özeldim. Onların beni ben olduğum için sevmesini ve benimle ilgilenmelerini isterim. Annem onlar gibi değil o bana daha farklı gözle bakıyor ve benim her şeyi başaracağıma inandığı için çocukları yatırdıktan sonra bana da zaman ayırır ve bu sayede bana okuma yazmayı öğretti. Önceleri elimi kolumu hiç iyi kullanamıyordum ve annem internetten izlediği fizik tedavi egzersizlerini bana öğretti ve zamanla ben de yazı yazmaya başladım, annem okumayı da öğretti ve artık hayatım daha neşeli hale geldi. Her ne kadar normal insanlar gibi olmasam da okuyorum, yazıyorum, çiziyorum ve zihnim bir şeylerle meşgul. 


Artık hayatı seviyorum ve kardeşlerim de bana acır gibi değil gerçekten beni sevdiği için bana güzel gözlerle bakmaya başladılar ve benim azim ve kararlılığıma hayran kaldılar. Engelimizi ne olursa olsun yeter ki sizi sevenler olsun  ama sizi koşulsuz sevenler olsun ki hayatınızdaki büyük engeller aşılsın. Çünkü en büyük engel sevgisizliktir. İşte ben sevgi ile bugün okula gidiyorum, yazıyorum, arkadaşlarımla iyi iletişim kurabiliyorum ve mutluyum.

Kurtuluş Savaşı Hakkında Hikaye Edici Bir Metin Yazınız.

 Kurtuluş Savaşı Hakkında Hikaye Edici Bir Metin Yazınız.

Sabah gün doğar doğmaz cepheye koşmuştu. Akşam düşmanın yurda geldiği haberi köy halkına ulaşmış ve köy halkı ne yapacağını şaşırır bir vaziyette sabaha kadar uyumamıştı. Uyumazdı elbette Anadolu insanı. Vatan demek namus demek, onur demek, haya demek, iman demekti. Durur muydu hiç köy halkı ve Fadime Ananın oğlu Adem. Adem henüz on yedisini yeni bitirmişti. Bıyıkları yeni terlemiş, boyu uzamaya başlamış, genç bir delikanlıydı ama içi vatan sevdası ile doluydu. Güney Cephesine saldıran Fransızlar ve Ermeniler birlik olup devletimizi, büyük Osmanlı Devletini yok etmek, parçalamak için iş birliği içine girmişlerdir.

 Bu acımasız düşmanlar  çocuk çoluk demeden ateş açıyor, masum köy halkının evini, sahip olduğu eşyaları yerle bir ediyordu. Düşmanın acıması olmaz evlat dedi Fadime ana  Adem’in diğer odada olduğunu zannederek ama Adem çoktan gitmişti cepheye. Ağabeylerine yardım edecekti. Fransızlara ve Ermenilere bırakılmayacaktı bu vatan toprakları. Fadime Ana torunun evde olmadığını görünce telaşlandı ve sonradan aklına geldi. Adem akşamdan demişti ana ben sabah olunca cepheye koşacağım diye. Milleti Sadık-a denilen Ermeniler bile sadık kalmamıştı Osmanlı Devleti’ne.  Düşman devletlerin kışkırtması ile Ermeniler de ayaklanmış ve Fransızlar ile birlikte olmuştu. Bunu, bu ihaneti kabul etmiyordu Adem. Adem cepheye koşar adımlarla gitmişti, gittiğinde oradaki ağabeylerini gördü ve onlara evden getirdiği sıcak çöreklerden ikram etti. 

Bende bu uğurda öleceğim gerekirse lütfen beni cepheden göndermeyin diye yalvardı Cevat komutana. Komutan da onun bu kararlılığı karşısında hayır diyemedi. Cephede çatışmalar başladı ve Adem de düşman cephesine saldırdı. Başını kaldırıp karşı tarafa top atacağı sırada başından vurularak yere yığıldı. Oracıkta şehit düştü bu vatan evladı, bu güzel yürekli asker. Adem de  şehit oğlu şehit olmuştu artık. Çünkü babası da şehit olmuştu başka bir cephede.

 Adem’in şehit haberi köye ulaştı ve Fadime Ana ağladı ama dik durdu. Çünkü düşman karşısında eğilmemişti torunu da tıpkı oğlu gibi şehit olmuştu. Evlat acısı, hele hele torun acısı çok üzdü onu ama vatan sağ olsun da yeterdi gayri. Alırdı onun intikamını  bu kahraman Türk ordusu elbette.

Sabır İle İlgili Öyküleyici Metin Örneği

 Sabır İle İlgili Öyküleyici Metin Örneği



Fulya  Hanım; sekiz çocuğu, kayınvalidesi ve eşi olmak üzere çok kalabalık geniş bir aileydi. Geniş aile olmak  kolay değildir. Her birine yemek hazırlanacak, her birinin kıyafetleri yıkanacak, ütülenecek, çocukların dersleri ile ilgilenecek, geriye kalan zaman da ev geçimine yardımcı olmak için evde halı dokunmaya devam edecek ve üç ayın sonunda bitirilen halılar ise satılıp eve erzak alınacak ve böyle aile bütçesine de katkı sağlanacaktır. Fedakar bir anneydi, fedakar bir eş ve elbette fedakar bir gelindi Fulya Hanım. Fulya Hanım’ın kayınvalidesi Sıdıka Hanım da ona ev işlerinde az da olsa yardım ediyor, yaşı küçük olan çocukları dışarıya çıkarıyor ve onları gezdiriyordu. 

İyi bir babaanneydi  Sıdıka Anne de. Arada atışmaları olsa gelin kaynana hemen barışıverir ve normal yaşamlarına devam ederlerdi. Fulya Hanımın eşi Kemal Bey düzenli bir işi olmayan kişiydi. Ne iş bulursa ona gider ve çocuklarına faydalı olmak için elinden geleni eder ve gece gündüz demeden çalışırdı. Konya’da yaşayan bu geniş aile maddi açıdan da iyi bir durumda olmadığı için kıt kanaat geçinirdi. Onları hiçbir komşu evlerine davet etmez, çocuk çok olduğu için kimse onlara fazla yüz vermezdi. Fulya Hanım da onların iki kuruşluk yemeğine tamah edecek ucuz bir kadın değildi zaten. Hayat böyle zorluklar içinde devam ediyor ve bu zorluklar içinde Fulya Hanım bıktım yeter artık, ben bu kadar çocuğa bakamam, çoğu yük benim üzerimde demiyor sabırla ailesi için her şeyi yapıyor çalışıyor da çalışıyordu. Çocuklarının dersleri ile ilgileniyor ve onların gelecekte kendilerine bir meslek edinmesi için emek ediyordu. Günler günleri kovaladı, aylar ayları ve yıllar da yılları. 

Fulya Hanımın çocuklarından ilk ikisi doktor olmuş, diğerleri hakim, avukat, mühendis vb. Yani hepsi eline ekmeğini almış ve iş güç sahibi evlatlar olmuştu. Annelerinin de bir dediğini iki etmiyorlar ve onu mutlu edece her şeyi yapıyorlardı. Bir gün kardeşler aralarında toplandılar ve annelerine çok güzel bir ev aldılar ve içini de çok güzel bir şekilde döşediler. Babaları için de son model bir araba alıp onlara sürpriz yaptılar. Fulya Hanım, Kemal Bey ve babaanneleri mutluluktan gözyaşı döktü. Sabretmek, zorluklara göğüs germek, evlatları için her türlü çileye katlanma devri bitmiş, sabrın sonu selamet olmuş ve artık Fulya Hanım ve ailesi için her açıdan güzel ve mutlu günler başlamıştı.

Adalet İle İlgili Öyküleyici Metin

 Adalet İle İlgili Öyküleyici Metin




Sabah erkenden kalktığımda hemen okula gitmek için hazırlandım. Babam kahvaltımı hazırlamış, çayı demlemiş beni kahvaltı sofrasına davet ediyordu. Annem dün gece ağır bir bel ağrısı ile hastaneye yattığı için o hastanede kalmış, birkaç günlüğüne fizik tedaviye yatmıştı. Bugün babamla baş başa kalmıştık. İkimiz de karnımızı doyurduktan sonra evden dışarı çıkıp arabamıza doğru yöneldik. Arabamıza doğru giderken üstü başı kir içinde, saçı sakalı birbirine karışmış, gözleri masmavi olan bir amca ile o anda göz göze geldim. Amcanın üstü başı dökülüyordu ama bakışlarında hiç dökülme yoktu. 

Masumluk vardı, efendilik vardı. Amcaya bakmamla amca da bana baktı ve sessiz sessiz yoluna devam etti. O yoluna gidip biz de yolumuza doğru yürürken az sonra çat diye bir ses geldi. O amca bir anda yerdeki taşa doğru düşmüş ve başı kan revan içinde kalmıştı. Babamla ben hemen amcanın yardımına koştuk ve onu hastaneye yetiştirmek için arabamıza bindik. O anda ambulans geldi ve hemen arabadan inip ambulansa geçtik hepimiz de. Yol boyu giderken amca kendine gelmeye başlamıştı. Babam neden dikkatli olmadın amca dedi.

 Adam ise dikkatli olsam ne olacak ki evlat dedi babama. Babam ile konuşmaya başladılar. Meğer ki amcanın büyük bir derdi varmış. Yıllarca çalışıp emek ettiği büyük bir şirket biz artık iflas ediyoruz diyerek çoğu işçiyi işten çıkarmış ve o işçilerden biri de  Saim Amcaymış. Beş çocuğum var dedi babama bakarak. Bu arada başındaki kan durmuş, sağlıkçılar da onu dinlemeye koyulmuş, ambulans ise yola devam ediyordu. Çocuklarıma nasıl bakarım, ne yedirir, ne içiririm hepsi benim elime bakar. Annelerini geçen yıl ağır bir hastalıktan kaybettik ve onların bana ihtiyacı var diyerek ağlamaya başladı. Saim amcanın anlatışı o kadar duygusal o kadar acıklıydı ki babam, sağlıkçılar ve ben hep birlikte ağlamaya başladık. O arada hastaneye geldik ve Saim Amcanın yanında olduk.  Çok şükür ki ciddi bir şeyi yoktu o arada da annemi de ziyaret etmiş olduk. Canım çok şükür ki ağrıları azalmış, kendine gelebilmişti. Babamla annemin yanından ayrılıp amcanın yattığı odaya gittik. 

Babam Saim Amcaya elinden gelen yardımı etti ve hastane masraflarını karşıladı. Babamın ağabeyi avukat olduğu için babam telefonla amcamı aradı ve olanları anlattı. Amcam da olanlara üzülmüş ve yarın ilk uçakla Bursa’ya geliyorum dedi. Ertesi gün amcam Ankara’dan dediği gibi ilk uçakla sabah saatlerinde geldi. Saim Amca ile konuştular. Avukat olan amcam Saim Amcanın yanında oldu ve onun hakkını ve diğer işçilerin hakkını mahkemede aradı ve haklarını da bir güzel o büyük şirketin acımasız patronlarına yedirmediler. İşçiler başka bir fabrikada işe alındı, tazminatları ödendi ve he işçi evine ekmek götürmeye başladı. Saim amca tüm bunlar için babama ve Melih Amcama içten teşekkür etti. 

Adalet yerini bulmuş ve adalete güven, devlete güven tam olmuştu. Saim Amca da o günden sonra çocuklarına daha iyi bakmaya başlamış ve babam ve amcam da ona her zaman destek olmuştu. Adalet varsa hiçbir mazlumun ahı yerde kalmazdı. Bir de amcam gibi adaletin yanında olan avukatlar varsa masumların başı yere eğilmez ve onurlu yaşamaya devam ederlerdi masum insanlar. Yaşasın adalet, yaşasın ekmeğini onuru ve alın teri ile kazanmaya çalışan güzel bakışlı emekçiler.

Düşünceyi Geliştirme Yollarını Kullanarak Bir Hikâye Yazınız.

 Düşünceyi Geliştirme Yollarını Kullanarak Bir Hikâye Yazınız.




 Sabah uyandığımda Güneş çoktan dağların tepesinden doğmuş ve pencereme girmişti. Gözlerimi kırparak uyandım. Çünkü bugün dedem gelecekti  köyden. Bana kurtuluş savaşı yılları hakkında bilgi verecekti. Hemen kalktım doğruca banyoya girip elimi, yüzümü yıkadım. Annemin el emeği ile işlediği o beyaz ve süslü havlu ile kuruttum yüzümü.  Daha sonra  pencereye yöneldim ve dışarısını seyretmeye koyuldum .Bu sabah gökyüzü bulutlarla kaplıydı. Yağmur ha yağdı ha yağacaktı. Sanki bugünkü konuya özel bir gün gibiydi hava koşulları. Karamsar, kapalı, hüzün dolu bir hava iklimi vardı bugün dışarıda. Dağlardan görünen çamların kokusu, rengarenk çiçeklerin kokusu evimize kadar geliyordu.(betimleme) Yüksek bir yerdeydi evimiz. Ormana yakın bir yerde. Karadeniz’de böyledir evler. Engebeli bir alanda yaşadığımız için evlerimiz de yüksekte oluyordu. Sel bir geldi mi aşağıdaki evler yerle yeksan oluyordu. Neyse konuma devam edeyim. 

Dedem gelecek bugün çok mutluyum. Kurtuluş Savaşını ve Mustafa Kemal'i anlatacak bugün bana. İçimi bir anda heyecan kapladı. Çok mutluyum bugün. Kurtuluş Savaşı dedim ama savaşın ne olduğunu az buçuk bilsem de yine de sordum anneme savaş tam anlamı ile nedir anne diye. Annem bana doğru dönerek savaş; devletlerin, aralarındaki ekonomik ve siyasal anlaşmazlıklar vb. nedeniyle, siyasal ilişkilerini keserek, birbirlerine karşı ordularıyla giriştikleri silahlı eylem diyerek savaşın ne anlama geldiğini çok güzel açıkladı ve açıklar açıklamaz işte kapı çalmaya başladı. (tanımlama) Hemen kapıya koştum. Kapıyı açar açmaz kimi göreyim. Canım dedem gelmişti. Sanki yaşlanmıştı biraz daha.

 Saçlarına daha çok kır düşmüş, sakalları uzamış, eli yüzü de geçen yıllara göre daha da kırışmıştı ama olsun o benim dedemdi ve ben onun her halini seviyordum. Benim yufka yürekli, gülüşü güzel dedem.(betimleme)  Hemen dedemle birlikte kahvaltı sofrasına geçtik. Bana benim güzel Can’ım dedi. Bu arada adım gerçekten Can ve dedem  beni canım, canımın içi yavrum diyerek sever hep. Dedemle hoşbeş ettikten sonra odama geçtik ve bir an önce bana savaş yıllarını Ve Mustafa Kemal’i anlatmasını istedim.

 Dedem benim odamdaki sarı renkli sandalyeye oturdu ve başladı Kurtuluş Savaşı yıllarını anlatmaya. Ülkemiz yokluk ve sefalet içindeydi oğul. İtilaf Devletleri ülkemizi yok etmek istiyor ecdadımız olan Osmanlı’yı ise hasta adam olarak görüyorlardı. Hasta adama benzetiyorlardı Osmanlı Devleti’ni. (benzetme (hasta adam) O koca Osmanlı İmparatorluğu eski gücünü kaybetmiş, borçlanmış ve ne yazık ki savaşlar da artık yenilgiler almaya başlamıştı. Bizim devletimizin eskiden adı Osmanlı Devleti mi diye meraklı bakan gözlerle sordum. O da evet oğlum dedi ve Osmanlı Devleti’nin eskiden  ne kadar güçlü olduğunu ve bununla ilgili bir sürü şeyi anlattı. Hatta bir de Osmanlı tokadı varmış onu bile anlattı ve kahkahalar içinde güldüm. Ne güzeldi insanın tarihini dinlemesi karşımda canlı tarih dedem duruyordu ve anlatıyordu  bana her şeyi zevkle. 

Osmanlı elden ayaktan düşünce bunu gören Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşları milleti de arakasına alarak vatan yolunda çarpışmaya başladı oğul dedi dedem. Aslında Mustafa Kemal zorunlu olmadıkça savaş bir cinayettir dermiş,(Tanık gösterme)  Yurtta Barış Dünyada barış demiş ama düşmanlar rahat durmamış işte dedi. Ülkemize girmiş o zalim düşmanlar. Çoluk çocuk demeden , ocak, yurt demeden her yeri  yakıp yıkıyor, her insanı yok ediyorlarmış. Düşmanın acıması olmaz evlat dedi bana duygu dolu gözler ile bakan canım dedem. Benim de gözlerim doldu ve o anı canlı yaşıyormuş gibi hissetim bir anlığına. Dedemi  dinlemeye devam ettim. Büyük savaş başlamış ve Mustafa Kemal’in önderliğinde mücadelemiz başlamış. En büyük mücadele cephelerin cephesi Çanakkale Cephesinde başlamış. Atatürk bu cephede askerlerine örnek olmak ve güç vermek için şunu demiş: Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum….” (tanık gösterme) Demiş ve askerler büyük bir azim ile başlamış düşmanla çarpışmaya ve düşmanı yok etmiş ve Çanakkale geçilemez denilmiş o yıllarda. 

Çok acılar çekilmiş, çok canlar şehit olmuş, çok canlar gazi olarak kalmış ama vatan kurtulmuş işte dedi dedem. Eline beyaz mendilini alıp göz yaşlarını kurularken ben hemen ona sarıldım ve ben de ağlamaya başladım. Bu cephede çok sayıda insan ölmüş. Ne kadar biliyor musunuz? Çanakkale Cephesi’nde iki yüz elli iki bin kişi yaşamını kaybetmiş.( sayısal verilerden yararlanma)  Farklı ülkelerden insanların ülkemizde ne işi varsa onlar da diğer İngiltere ve Fransa’nın kışkırtması ile ülkemize gelmiş . Herkes kendine bir pay almış ama durur mu hiç Mustafa Kemal, silah arkadaşları ve milletin kahraman evlatları. Hep bir olmuş atmış düşmanı yurttan. Bağımsız olmuş vatanımız, kurulmuş yeniden Türkiye Cumhuriyeti olarak. Ülkemizin kahraman evlatları diğer ülkelerin esir insanlarına (karşılaştırma) örnek olmuş ve bizim evlatlarımız kahramanca, korkmadan, yılmadan, yıkılmadan temizlemiş yurdu ve ölüme seve seve gitmişler. Kurtulmuş vatanımız, yeniden bahar gelmiş bu topraklara, nazlı bayrağımız nazlı nazlı bakar olmuş kendi toprağına. Kuşlar yeniden ötmeye başlamış, insanlar yeniden normal yaşamına dönmüş ve tabiat bir yeşil cennete dönüşmüş adeta. (benzetme)

Yenilikler ve güzellikler  gelmiş vatanıma. Atatürk çok çalışmış bu vatan için. Atatürk'ü örnek al kendine dedi güzel gözlü dedem.(Örneklendirme, örnekleme) Alacağım elbette dedem Atatürk hiç örnek alınmaz mı dedim gülerek. Ona çok şey borçluyuz dedi dedem. Onu bir aslana benzetti ve aslan Mustafa Kemal, yiğit Mustafa Kemal (benzetme)diyerek konuyu bitirdi. Birazını da yarın anlatayım oğul yaşlandık artık yoruldum diyerek yerinden yavaşça kalktı ve elimi eline alarak bana sarıldı ve birlikte dışarıya gezmeye çıktık. Sabahki kapalı hava yerini açık havaya bırakmıştı. Galiba savaş bitmişti ya ondan hava da açmıştı gökyüzü karanlık bulutlara elveda demişti sanki.

Arkadaşlığın Önemi İle İlgili Hikaye Yazınız.

 Arkadaşlığın Önemi İle İlgili Hikaye Yazınız.




Mustafa  sabah erkenden kalkmış, elini yüzünü yıkamış okula doğru yol almıştı. Komşusu ve aynı zamanda en yakın arkadaşı olan Hasan ile birlikte okula doğru vardı. Bugün Hasan’ın canı çok sıkkındı. Mustafa arkadaşının üzgün olduğunu anlamış ve ona neler olup bittiğini sormuştu. Hasan neden üzüldüğünü açıklamaya başladı: Mustafa çok üzülüyorum, anneme ve babam ayrıldı ve biz de annemin yanında kalacağız babamı artık eskisi kadar göremeyeceğim dedi ve gözlerinden yaşlar boşandı. Mustafa arkadaşının bu hali karşısında ne yapacağını bilemedi ve ona sarıldı ve onu anladığını davranışlarıyla belli etti, onun sırtını sıvazladı. Hasan bu destekten güç aldı ve derz zilinin de çalması ile sınıfa girdi. Hasan ve Mustafa ayrılmaz iki dosttu. Birbirlerinin her zaman yanında olurlardı. Mustafa’nın da kötü günleri olsa Hasan da onu teselli eder ve onu mutlu etmeye çalışırdı.

 Çocuklar ders çıkışı sonrası eve doğru yürümeye başladı. Hasan yine düşünceliydi. Mustafa ne oldu arkadaşım dedi. Hasan da evde yiyecek hiçbir şeylerinin olmadığını ve babasının sorumsuzluklarından dolayı  borca battığını söyledi. Bunun için de maddi ve manevi olarak zor günler geçirdiğini söyledi Hasan. Meğer Mustafa’nın en yakın dostu, arkadaşı kaç gündür okula ekmek ve birkaç zeytin yiyerek geliyormuş. Mustafa bunu duyduğunda çok üzüldü ve hemen Hasan’ı da yanına alıp öğle yemeğine annesine getirdi. Merve Hanım Mustafa’nın Hasan ile birlikte geldiğini görünce çok mutlu oldu ve onlara yaptığı güzel ve parmak ısırtan köftelerden ikram etti. Yanına da kendi elleri ile hazırladığı vişne suyu ikram etti. Merve Hanım Hasan’ın annesi ile arkadaş olduğu için olup bitenden haberdardı. Onun için bu dönemde Hasan’a daha hassas davranılıyor ve bu süreç ona yansıtılmamaya çalışıyordu.

 Mustafa ise Hasan’ı hiç bırakmıyor her zaman yanında oluyordu. Babası Mustafa’ya bir şey alsa Mustafa Hasan’a da alınsın diyordu. Mustafa’nın ailesi elbette iyi ve vefalı bir aileydi ve Hasan’ı da düşünüyordu. Onlar yardımsever bir aileydi, Hasan da arkadaş gibi arkadaştı. İki arkadaş yıllar boyunca çok iyi dost oldular ve birbirilerinin her kötü gününde yanında oldular  ve mutlu günler de birbirilerinden ayrılmadılar. Arkadaşlık böyleydi işte. Hiç bırakmadan elini arkanda güçlü bir dağın olduğunu bilmekti arkadaşlık.

Okulların Açılması İle İlgili Hikâye Örneği Yazınız.

 Okulların Açılması İle İlgili Hikâye Örneği Yazınız.


Uzun bir yaz tatilinin ardından okulların açılmasına çok kısa bir zaman kalmıştı. Tatilde ailemle birlikte güzel vakit geçirmiş, Antalya’daki yazlığımızda da bir güzel eğlenmiştik. Denize girmiş, kumlara boğulmuş, babamla birlikte deniz kıyısında voleybol oynamıştık. Akraba ziyaretleri yapılmış ve dolu dolu güzel bir tatil geçirmiştim ama okulumu da uzun bir aradan sonra özlemeye başlamıştım. Bu yıl dördüncü sınıfa geçmiştim. Arkadaşlarımı ve öğretmenlerimi çok özlemiştim. Okulun açılmasına bir hafta kalmıştı. Bu yıl boyum biraz daha uzadığı için yeni kıyafetler alınması gerekiyordu. Artık küçük bir çocuk değildim. Koskoca dördüncü sınıf öğrencisi olmuştum. Kardeşim Ada ise birinci sınıfa yeni başlayacağı için o da benim gibi çok heyecanlıydı. Ona da yeni kıyafetler alınacak ve ikimizin de kırtasiye ihtiyaçları karşılanacaktı. Ben bunları düşünürken uyuyakalmıştım. Sabah annemin sesi ile uyandım. Hadi Aykut kalk oğlum baban sizi bekliyor bugün alışveriş zamanı dedi. Ben de hemen kalktım ve Elif’i de kaldırdım.


 Mutluluktan kahvaltı bile yapmadık ve hemen arabaya koştuk. Babam ve annemle çarşıya gidip okul kıyafetlerimizi aldık. Kırtasiyeden renkli kalemler, defterler, silgiler vb alarak işimizi bitirdik. İşlerimiz bittikten sonra babam bizi yaşadığım şehir olan İstanbul’un kıyısında bir balık lokantasına götürdü ve orada güzel bir balık yedik. Yanında da çok güzel meyve suları vardı. Hepimiz karnımızı doyurduktan sonra eve vardık. Yarın okul açılıyordu.

 Heyecanım yine artmaya başlamıştı. Hemen okul kıyafetlerimizi üstümüzde denedik. Annem kıyafetleri ütüleyip bir güzel elbise dolaplarına yerleştirdi. Kardeşim Elif ise yanıma gelip ağabey  birinci sınıfa başlayacağın zaman sen neler hissetmiştin dedi. Ben de ona içimden geçen duyguları anlattım. Önce ailemden ayrılacağım için üzülmüştüm ama daha sonra okula, arkadaşlarıma ve öğretmenlerime alıştım ve artık okuldan eve gelmek istemediğimi söyleyerek onu güldürdüm. O da bu anlattıklarıma çok mutlu oldu ve bana sarıldı. Ben de okulu çok seveceğim ağabey diyerek güldü. Daha sonra yatma vakti geldi ve ikimizde yataklarımıza yattık. Uykumuz bir türlü gelmediği için gece boyunca okul hakkında konuştuk. Sonra kardeşim uyudu ve daha sonra  ben de uyudum. 

Sabah saatin alarm sesi ile uyanıp hemen kalktık. Annemin yaptığı sıcak simitlerin kokusu odama geliyordu. Bu güzel kokunun ardından koşarak mutfağa gittim ve hemen simitlere sarıldım. Kaçırır mıydım bu lezzetli muhteşem yiyecekleri. Simidimizi yedik ve çayımı içerek okul yoluna doğru yürümeye başladık. İşte zaman gelmişti ve artık okula gitme vakti, arkadaşlara kavuşma anıydı. Ne güzeldi okula gitmek ve arkadaşlarına, okuluna kavuşmak.

Çanakkale Konulu Kendi Kafanızdan Bir Hikâye Yazınız.

 Çanakkale Konulu Kendi Kafanızdan Bir Hikâye Yazınız.

 

İtilaf devletleri bir  araya gelip planını çoktan yapmıştı. Amaçları İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nı ele geçirip Osmanlı Devleti’ni  yok etmekti.  İngiltere, Fransa, Yunanistan ve daha çok sayıda işgalci kuvvet Anadolu köylerine giriyor, çoluk çocuk demeden vatanımızın insanlarını yok etmeye çalışıyorlardı. Vatan evlatları boş durur muydu hiç. Durmazdı elbette. Büyük bir savaşın içindeydi koca Osmanlı Devleti. Bir zaman cihana hükmeden devlet artık yorulmuş, Avrupalılar tarafından hasta adam olarak ilan edilmişti.  Çanakkale Cephesi, ne cephe ama.


 Bu cephede başarılı olunamazsa  çok zor günler bizi bekliyor olacaktı. Ölüm kalım mücadelesine, ölüm kalım savaşına dönüşmüştü Çanakkale Cephesi. Cephelerin cephesi….   Her yerden vatan evladı geliyordu bu savaşı yenmek için. Yaşları henüz küçük olmasına rağmen ,  henüz ergin  bile olmayan vatansever kahramanlar, vatan aşkı ile yanıp tutan genç delikanlılar. Bu cephede savaşmak için can atanlardan biri de Çanakkale’nin köyünde doğup büyümüş olan, yaşı on beş olan Mehmet Ali’ydi. Mehmet Ali içinde vatan sevgisi olan,  memleketini yok etmeye çalışan düşman kuvvetlerine haddini bildirmek istiyordu. Bırakır mıydı hiç bu vatan elin gevuruna. Bu vatan toprakları kolay  mı kazanılmıştı sanki.  Babası da Kafkas Cephesi’nde vurulup  vatan toprakları için şehit düşmemiş miydi. Düşmüştü ya elbette.  İşte şimdi sıra Mehmet Ali ve köyünün diğer delikanlılarındaydı. 


Çanakkale’nin Yağcılar Köyünde doğmuştu ve hayatını da orda sürdürüyordu genç, toy, yiğit Mehmet Ali. Diğer arkadaşları da onunla birlikte bu cephede görev almak istiyorlardı.  Çanakkale Cephesi’nde. Yakup, Osman, Yücel ve diğerleri. Bombaların sesi altında savaş devam ediyor, düşman kuvvetleri karadan ve denizden saldırmaya başlamıştı bile. Bir gece yarısı Mehmet Ali yatağından terler içinde kalktı. Rüyasında vatan elden gidiyordu.  Karşısında düşman kuvvetleri şunu diyordu. Osmanlı yıkıldı, Osmanlı yok oldu.


 Artık bu topraklar bizim , namusunuz bizim, şerefiniz bizim diyordu kirli kahkahalar atarak. Ne çirkin, ne korkunç bir İngiliz komutanıydı o. Yok etmişlerdi vatanı. Mehmet Ali de tutsak edilmişti rüyasında.  Terler içinde yatağında hayır bu vatan bizim diye bağırıp silkindi ve kalktı. Fatma Ana torununun  kötü rüya gördüğünü anladı ve ona hemen bir bardak su getirdi. Bu vatan bizim oğul, o rüyaydı geçti. Elbette kurtarılacak vatan oğlum üzülme sen dedi  torununa. 


Mehmet Ali ninesine  dönerek;  ana çok kötü bir rüyadaydım, vatan elden gitmiş, kadınlarımız , çocuklarımız, babalarımız, dedelerimiz tutsak edilmişti.  Bunun rüyası bile korkunçtu dedi. Fatma Teyze delikanlının alnındaki teri sildikten sonra ona sarıldı . Bu öyle bir sarılıştı ki onu hiç bırakmak istemezcesine. Zaten oğlunu kaybetmişti, Mehmet Ali’nin anası da küçük kardeşi Alime’yi dünyaya getirirken doğum esnasında kan kaybından ölmüştü. Mehmet Ali  ve Alime hem öksüz hem yetimdi yani.  Onun ,için Fatma Ana torununa bir şey olsun istemiyor, tek yadigâri torunlarıydı onun artık. Küçük Alime ise henüz sekiz yaşında bir körpe  kuzusuydu ama cin gibi zekâsı vardı. Düşmanı da dostu da iyi bilirdi. Fatma Ananın canlarıydı onlar, gözü gibi koruduğu kıymetli yavrularının çocuklarıydı. İsmail ile Ayşe’nin yavrularıydı onlar. Yatağından kalkıp kendisine gelen Mehmet Ali gece yarısı saat bir buçuk sularında Yakupların evine gitti. Onları kendi evlerine çağırıp bir plan yapmayı düşündüler.


  Köylerine gelen Fransız askerleri onlara Çanakkale’den gitmesini söylemişlerdi. Çünkü Çanakkale onlarınmış artık.  Ellerinde de ne kadar silah varsa, para varsa Fransız askerlerine teslim edilecekmiş. Bunu duyan Mehmet Ali kendi köyünü, gözü gibi sevdiği, koruduğu, toprağına, suyuna kurban olduğu köyünü terk eder miydi hiç. Elbette terk etmeyecekti. Bunun için de gizli bir  plan yaptılar o gece. Babasından kalan  bir miktar para, üç beş tane silah ve anasının evlenirken mehir olarak aldığı iki tam altını da gözü gibi koruyordu Mehmet Ali. Verir miydi hiç düşmana o silahları ve  babasının alın teri ile kazandığı her şeyi, anasıdan kalan iki altını. O gece Mustafa Kemal’e bir mektup yazdılar. Mektubu Mustafa Kemal’e götürecek olan ise Mehmet Ali’nin sekiz yaşındaki kardeşi Alime olacaktı. Mustafa Kemal, büyük komutan Çanakkale Merkezdeydi. İngilizlerin ve Fransızların eline düşmeden bu mektup Mustafa Kemal’e ulaşmalıydı.


 Alime dilenci kılığına girip düşman askerlerine kendini fazla belli etmeden köyün muhtarı tarafından tanınmış, vatansever birinin arabasına bindirilip Mustafa Kemal’e götürüldü.  Zorlu bir yolculuktan sonra akıllı Alime Mustafa Kemal’in  karşısındaydı.  Mustafa Kemal Alime ile biraz sohbet ettikten sonra onun dilenci değil, zeki bir küçük ajan olduğunu anladı ve onu kucağına alıp onu alnından öptü. Daha sonra Alime’yi güvenilir kişiler aracılığı ile köyüne yolladı. Mustafa Kemal Mehmet Ali’den gelen mektubu açtığında mektupta şunlar yazıyordu.


Büyük komutan Mustafa Kemal. Seni henüz yeni tanırız ve vatansever olduğunu da iyi biliriz. Fransızlar bizim köyden çıkmamızı ve elimizde avucumuzda ne varsa alacaklarını söyler. Babamdan ve  anamdan kalan hiçbir şeyi onlara veremem. Biz de savaşa katılmak isteriz ve  Çanakkale’de şehit olmak isteriz. Bizi de yanına al ve biz de düşmanla çarpışalım.  Köyde fazla erkek kalmadı ama vatan da  giderse ne olur paşam? Bu topraklar bizim , bu toprakları düşmana vermeyelim, akacaksa bizim de  kanımız aksın ve özgürlüğümüz,  topraklarımız yeter ki bizden gitmesin. Lütfen bizi Yağcılar köyünden askerlerinle al. Bu mektubu gören Mustafa Kemal’in gözleri doldu ve hemen askerlere emredip  Mehmet Ali ve arkadaşlarını cepheye aldırdılar. Mehmet Ali ve arkadaşları artık cephedeydiler. Bir hafta sonra da büyük savaş başladı. Düşman var gücü ile saldırıyor bizim genç, körpe kuzular imkanları dahilinde onlara karşılık veriyordu.  Düşman askerleri ile bizimkiler karşı karşıya savaşıyorlardı.



 Az sonra bizim cepheye doğru büyük bir bomba atıldı. Bunun sonucunda ahhhh diyen bir inleme sesi duyuldu. Bu ses Yağcılar köyünden Mehmet Ali’nin can köylüsü Yakup’un sesiydi. Mehmet Ali koşarak arkadaşını kucağına aldı ama ne yazık ki Yakup oracıkta şehit düşüvermişti. Bir yandan ağlayan, bir yandan da akan göz yaşlarını silmeye çalışan Mehmet Ali and içmişti. Bu düşmanlar yok edilecekti. Savaş devam ediyor, bizim askerler ise açlıktan ölmek üzereydi.


 Düşmanın her şeyi vardı ama bizim yiyecek bir şeyimiz yoktu. Kalbimizde kalan iman gücümüz  vardı sadece. Askerlerimiz açlıktan ve yorgunluktan halsiz düşmüşlerdi. Mehmet Ali köyünden getirdiği birkaç ekmek parçası azcık da peyniri çantasından çıkarıp can yoldaşları ile paylaştı. O gece az da olsa karınlar doymuştu. Sabaha doğru büyük bir patlama oldu  cephemize doğru bombalar artmaya başlamıştı.  O esnada Mehmet Ali de sırtından vurulmuştu. Arkadaşları hemen onun yarasını sardılar ve  Mehmet Ali orada savaşmaya devam edeceğini söyledi. Askerler de onu inadından vazgeçiremediler. Savaş son hızı ile devam ediyor, askerler karşılıklı savaşmaya devam ediyordu. 


Gün ışıyınca top atışları tekrar başladı. Türk askerleri  yaralı bir Avusturya askerini sığınağa getirmiş ve onun tedavisi için uğraşıyorlardı. Bu uğraşanlardan biri de bizim Mehmet Aliydi. Mehmet Ali yaralı askerin yarasını sarmış ve  onu geri kendi cephesine göndermişlerdi. Yaralı asker kendi cephesine giderken kendi askerlerinin kurşunu ile oracıkta can vermişti. Gevurların kendi askerlerine bile acıması yoktu.  Yaralı askerlerini Türklere hizmet etti zannederek vurmuşlardı. Ne gezerdi onlarda merhamet, ne gezerdi onlarda yürek dedi Mehmet Ali.  Bir gece yine savaş devam etti. Mehmet Ali cepheden karşı sığınağa top atışı yaparken başına gelen bir mermi ile oracıkta hayatını kaybetti ve Allah yolunda şehit oldu. Bu merhametli ve yürekli vatan evladının dileği gerçek olmuştu en sonunda.


 Üç gün sonra memlekete güzel haber geldi. Seyit Onbaşı ve Niğdeli Ali adında iki yürekli kahraman İngilizlerin gemisi olan Oşın gemisini yerle bir etmiş ve vatan kurtulmuştu sonunda. Mustafa Kemal, silah arkadaşları ve vatanın kahramanları tarafından Çanakkale geçilmemişti, elbet. Vatanımız kurtulmuş, onurumuz, namusumuz kurtulmuştu. Özgürdük artık. Kimse yok edemeyecekti bizi.  Vatan kurtarıldıktan sonra Mustafa Kemal’in de emri ile Yağcılar köyüne bir okul yapıldı ve o okulun adı da Mehmet Ali İlkokulu oldu. Mehmet Ali'nin babaannesine ise devlet tarafından maaş bağlandı ve Fatma Nine de ömrünün sonuna kadar evlat acısı yaşasa da vatanı kurtulduğu için yine de mutlu oldu.


Mehmet Ali’nin kardeşi Alime de savaş sırasında Mustafa Kemal’e mektubu götürdüğü için ona da onbaşı unvanı verildi ve  o da ileride  iyi bir eğitim alarak Mustafa Kemal’in gözetiminde  okulunu bitirdi ve öğretmen oldu. Alime daha sonra evlendi ve bir çocuğu  oldu. Çocuğunun adını da çok sevdiği abisi olan Mehmet Ali’nin adını koydu. Bir Mehmet Alimiz  şehit olmuştu ama yeni Mehmet Aliler doğmaya devam ediyordu. Vatan kurtulmuştu, gerisi teferruattı artık. Yaşasın vatan, yaşasın milletimiz, bir daha yaşanmasın savaş, bir daha geçilmeye çalışılmasın Çanakkale’miz. 

 

Hayvan Sevgisi İle İlgili Hikâye Örneği Yazınız.

 Hayvan Sevgisi İle İlgili Hikâye Örneği Yazınız.


İş çıkışı  arabamla eve doğru yol alıyordum.  Bugün de öğrencilerimle güzel bir vakit geçirmiştim. Onlarla olmak bana çok iyi geliyordu. Öğrencilerime bir şeyler öğretebilmek, onlara iyi yönde örnek olmak beni çok mutlu ediyordu. Ben onları seviyordum onlar da beni seviyordu. İyi ki öğretmen olmuşum diye arabamı çalıştırıp eve doğru gitmeye başladım. Araba ile giderken önümden hızla geçen araba  son anda frene bassa da  bir köpeğe çarpmıştı. O nasıl hızdı öyle. Zavallı köpek oracıkta yere yığılmıştı.  Arabasından inen adam hemen köpeğe yardım etmeye başladı. Ben de arabadan inip köpeğin durumuna baktım.


 Adam acelesi olduğu için hızlı gittiğini söylese de bu bana mantıklı gelmiyordu. Hiçbir şey  bir canlının hayatından daha değerli olamazdı.  Adam köpeğin fazla bir şeyi olmadığını ileri sürerek köpeği orda bırakıp arabasına binip hızla oradan uzaklaştı. Ben ile köpek baş başa kalmıştık. Bana masumca bakıyordu. Sanki beni al, beni sev , beni koru diyordu bana. Bırakır mıydım hiç onu oracıkta. Hemen köpeği yavaşça yerinden kaldırdım. Yerinden kaldırır kaldırmaz köpek öyle bir inledi ki size anlatamam.


 Az önce köpeğin bir şeyi yok diyen adam da  onun bu durumuna hiç dikkat etmemişti. Aynı durum kendi yakınlarının başına gelse adam yine de  arabasına binip gider miydi acaba? Tabi bu da ayrı bir konu. Köpeği i tam arabama koyacakken oradan geçen öğrencilerim koşarak yanıma geldi. Öğretmenim ne oldu bu köpeğe ,canı çok acıyor ne kadar masum dediler. Ben de onlara olanları anlattım.  Ayşe ve Melih de köpeğin durumuna çok üzüldüler. Hemen çantalarındaki sudan çıkarıp köpeğe verdiler.  Köpeğin başını okşayıp ona sevgi gösterdiler. Merhametliydi benim öğrencilerim. İçinde hayvan sevgisi olan çocuklardı. 


Hayvanları sevmeyen başka canlıları da sevmez diye anlatmıştım onlara. Daha sonra köpeği arabama koyduğum gibi veterinere götürdüm. Köpeğime hemen bir serum taktılar. Ayağında hafif burkulma olduğu için orayı da bir  güzel sardılar. Daha sonra köpeği evime aldım. Evimin bahçesinde eşim ona çok güzel bir kulübe yaptı. Kahverengi gözleri ile evimizin  tatlı minnoşu olmuştu bu tatlı köpek. Başı biraz uzun, üst çenede üç, alt çenede dört dişi bulunuyordu. 





Ön ayakları  beş arka ayakları ise dört parmaklıydı. Keskin dişleri ile kendisini koruyabilme özelliğine sahip bu şirin köpeğimiz zaman içinde büyümeye ve aslan gibi olmaya başladı. Onu o kadar çok seviyordum ki onsuz vakit geçirmez hale gelmiştik. Kendisini o kadar çok sevdiriyordu ki anlatamam. Çok sadık ve vefalı bir dost olmuştu bana. İyi ki onunla karşılaşmıştım ve o benim olmuştum . Bundan büyük mutluluk yoktu benim için. Ne kadar güzel bir duyguydu bir hayvanı sevebilmek , ona bağlanmak ve onunla yaşamak. Hayvan sevgisini öğrencilerime  anlatmış ve onların da bir hayvan sahibi olmasını sağladığım için kendimle gurur duyuyordum artık. Köpeğimin adını da Karabaş koymuştum .

 

Dürüstlük İle İlgili Hikaye Yazınız.

Dürüstlük İle İlgili Hikaye Yazınız.





Üniversite yıllarındaydım. O zamanlar ki adı Niğde Üniversitesi olan şimdiki adı Ömer Halisdemir olan üniversitede Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümünü okuyordum. Devlet yurdunda kalıyordum. Yurtta herkesin odası vardı ve her bir odada dört kız kalıyorduk. Çiğdem, Kübra, Melis ve ben Merve. Odama alışmıştım, arkadaşlarıma alışmıştım. Günler böylece geçip gidiyordu. Derslerimde başarılı bir öğrenci olmuştum. Yurtta yemeklerimiz yapılıyor ve akşam olunca güzelce yiyordum. Yine bir okul çıkışı yurda geldiğimde ilginç bir olay ile karşılaşmıştım. O akşam  bir  kızın yeni aldığı cep telefonu çalınmış ve herkes aramak için seferber olmuştu . Ben de  kızın  durumuna çok üzülmüştüm ve  kızın arkadaşları ile birlikte  aramaya başlamıştım . Daha sonra diğer kızlar aramaktan yorulmuş ben ise tanımadığım bir insan bile olsa o kıza yardım etmek için aramaya devam etmiştim. İnsanlık yapacağım ya, insan olmanın gereği ya onun için kendimi bu konuda sorumlu hissetmiştim. Aramaya koyuldum ve belki iki saatim o telefonu aramak için geçti. Ertesi gün de Gelişim Psikolojisinden sınavım vardı ve telefonu aramaktan sınava da adam akıllı çalışamamıştım.

Yurttan kimi kızlar ise benim için bu niye bu kadar başkasının telefonunu aramaya meraklı, acaba bu kız mı aldı telefonu diyerek bana iftira atmışlardı . Bunu duyunca başımdan kaynar sular dökülmüş gibi oldum . Oturup ağlamaya başladım. Nasıl böyle bir  iftiraya maruz kalabilirdim. Çok ağlamıştım, ağlamaktan gözlerim şişmişti . Üstelik ertesi güne sınavım vardı dediğim gibi. Bu psikoloji ile nasıl çalışacağım onu bile  bilemiyordum. O allak bullak olmuş kafa ile oturdum çalışmaya ve az buçuk çalıştım ama kafam bana atılan iftiraya takılıyor ve üzüntüm kat kat artıyordu ama yine de çalıştım , çünkü benim hiçbir suçum, günahım yoktu . Ben asla hırsızlık yapmamıştım. O gece o kafa ile yattım ve uyudum. Sabah uyanınca sınava girdim ve sınavımdan da yüz üzerinden seksen beş aldım. Çok iyi çalışmamıştım ama yine de sınavdan seksen beş almıştım. Yaşan o olayı ise unutamıyordum. Bu olayın üzerinden birkaç hafta geçmeden telefon bulundu. Telefonu çalan kişi psikolojisi bozuk olan genç bir kızdı ve onun durumuna da çok üzülmüştüm. Yurtta kalan o genç kız kız  gördüğü ve beğendiği her şeyi alıyor ve çantasına atıyordu . Bu durumuna arkadaşları bile şaşırmıştı . Bana iftira atan kızlar ise yanıma gelerek sen çok dürüst biriymişsin, bizi affet, çok büyük ayıp ettik diyerek  benden özür dilediler.

Ben ise onları affettim ama onlara olan kırgınlığım geçmedi . Çünkü ben  dürüst bir insandım ve asla hırsızlık yapmazdım. Dürüst biri olduğum, yalan söylemediğim ortaya çıktığı için çok rahatlamış ve bu atılan iftiradan kurtulmuştum. Dürüst olduğum için herkes beni daha çok sevmeye ve bana daha çok güvenmeye başlamıştı. Çok mutlu olmuştum. Bu hikayemizden de anlaşılacağı üzere  dürüst insanlar er geç de olsa hakkını alır ve dürüst insanlar da bazen iftiraya kurban gidebilir ama ben gitmemiştim ve haklı olduğum da ortaya çıkmıştı.