Okuduğunuz Bir Kitaptaki Favori Karakterinizi Tanıtın ve Neden Onu Sevdiğinizi Açıklayınız.

 

Okuduğunuz Bir Kitaptaki Favori Karakterinizi Tanıtın ve Neden Onu Sevdiğinizi Açıklayınız.

 

Son zamanlarda okuduğum ve çok beğendiğim kitabın adı  Zülfü Livaneli’nin ele aldığı Balıkçı ve Oğlu adlı kitaptır. Kitabı okuduğumda çok duygulanmıştım ve aynı zamanda çok da mutlu olmuştum. Kitapta en sevdiğim karakter ise balıkçı olan Mustafa’dır. Mustafa’nın iyi yürekli ve vicdanlı olması, denizde bulduğu bebeği kendi kısmeti olarak görmesi ve o bebekten hiçbir zaman umudunu kaybetmemesi beni çok etkilemiştir. Diğer balıkçılara göre doğaya olan duyarlılığı da ayrı etkilemişti.

Sevgili Öğretmenim,


Denizle iç içe bir hayat süren  balıkçı Mustafa’nın tek evladı olan  Deniz adı gibi denizde boğularak yaşamını kaybetmiştir.  Bu olaydan sonra Mustafa eskisi kadar neşeli değildir ve içine kapanık biri olmuştur.. Mustafa her gün sabah erken saatlerde denize açılır, kendini Ege’nin eşsiz denizine, doğasına bırakır. Denizde teknesi ile giderken bir bebeğin su yüzeyinde olduğunu görür. Denizde birçok göçmen cesetleri de vardır.  Cesetleri tekneye alır ve jandarmaya haber verir ama çocuğu söylemez. Çocuğun yaşayıp yaşamadığından emin olmak için teknede yiyecek bir şey arar ve çikolata bulur. Bu çikolatayı çocuğun ağzına sürer, çocuk bunu süt gibi emmeye başlayınca Mustafa çok mutlu olur. Onu kurtardığı için sevinir. Çocuğa kanı kaynar ve onu ölen oğlunun yerine koymaya başlar. Allah bir denizimi aldı yeni bir deniz verdi diye kendi kendine sevinir ve bulduğu çocuğun kendi kısmeti olduğunu söyleyerek hiç umudunu kaybetmez. Çocuğu devlete teslim etmek istemez ama olay eninde sonunda duyulur ve çocuk Mustafa’dan alınır.

 

 Eşi de Mustafa da bu duruma çok üzülür ama elden bir şey gelmez. Mustafa tüm bunlara rağmen umudunu yine kaybetmez ve iyi ki de kaybetmez. Çünkü olayların gidişatı değişecektir. Bir sabah ansızın Mustafaların kapısı vurulur. Gelen bu kişilerin gelme sebebi bir zamanlar sahiplendikleri Samir bebekle ilgilidir. Samir bebeğin annesi çocuğuna bulunduğu göçmen şartlarından dolayı iyi bakamayacağını bundan dolayı çocuğunu Mesudelere vermek istediğini söyler. Mesude gelenlerden bu durumu öğrenince çok mutlu olur. Hemen eşi Mustafa’nın yanına gider durumu anlatır. Mustafa da çok mutlu olur. Beraber çocuğu almaya giderler. Bu olaydan sonra mutlu mesut bir şekilde hayatlarını sürdürürler. Burada Mustafa’nın çocuğu sahiplenişi, umudunu kaybetmemesi, umutlarına dört elle sarılması ve içindeki inancı kaybetmemesi beni çok etkilemiştir. Onun için Balıkçı ve Oğlu kitabı bende farklı bir izlenim bırakmış, Mustafa karakteri  beni kendine bağlamıştır.

Mutlu Bir Çocukluk Geçiren İle Mutsuz Bir Çocukluk Geçiren Bireyin Farklarını Yazınız.

 

Mutlu Bir Çocukluk Geçiren İle Mutsuz Bir Çocukluk Geçiren Bireyin Farklarını Yazınız.


Mutlu bir çocukluk geçiren kimseler aile temeli iyi atılmış olan, aile içinde sevgi, saygı, ilgi, yardımseverlik ve dayanışma, birlik ve beraberlik olan kimselerdir. Mutlu ailelerde koşulsuz sevgi verilmiştir çocuğa. Çocuk sevgiyi iliklerine kadar hissettiği için başka yerde sevgi ve mutluluk aramaz ve bunun için de her önüne çıkan kişiye hemen  inanmaz. Özgüvenli bireyler olurlar. Kendilerine özsaygısı olur mutlu ailelerde yetişen çocukların. Mutlu anne ve babalar mutlu çocuklar da yetiştirir. Mutlu ailelerde her şey mükemmel olmak zorunda değildir. 


Mutlu ailelerde hatalara göz yumulur, hoşgörü vardır, esneklik payı vardır ve kararlar birlikte alınıp verilir. Baskı, zorlama ve şiddet yoktur. Bunun için birey ileriki yaşamında yaşadığı herhangi bir basit olay karşısında  kendini suçlu hissetmez ve kendini değersiz hissetmez. Mutlu ailelerde saygı vardır, samimiyet vardır, birlikte geçirilen zaman vardır ve bu da onların daha da çok mutlu olmasını sağlar. Burada yetişen çocuklar ileriki yaşamında mutlu olur, kendine güvenir ve başarılı olur.

Sevgili Öğretmenim,


Mutsuz ailelerde yetişen çocuklar ileriki yaşamında çeşitli zorluklar çeker. Mesela en basit bir hatada hemen kendi suçlar ve büyük suç işlemiş gibi utanca boğulur. Yani kendine olan güveni yoktur. Güveni olmadığı için, sevilmediği için, saygı görmediği için, şiddete maruz kaldığı için korkar olur, kendilerini savunması savunması zor olur. Her ne kadar maddi durumu iyi olursa olsun yaşayamadığı mutsuz çocukluğu içinde büyük bir yara olarak kalır ve bunu şatafatlı yaşam olarak, gösterişli yaşam olarak dışarıya sunmaya çalışır. Yani özünü doldurmaya çalışmaz Oysa mutlu ailelerin çocuklarında öz vardır. Tıpkı cevizin kabuğu ve içindeki öz gibi. Mesela sadece ceviz kabuğu bir işe yarar mı yaramaz. İçindeki ceviz tanesi ile değerlidir o ceviz. İşte mutlu ailelerde yetişen çocukla o öz gibi olur ve kendilerini değerli ve mutlu hissederler. Mutsuz ailelerde büyüyen is o özden uzak kalır. Çünkü mutsuz ailelerde büyüyen çocuğa hak ettiği değer, hak ettiği sevgi ve saygı verilmemiş, hissettirilmemiştir. 


Çocukluğunda mutlu olmayan hiçbir zaman mutlu olamaz aslında. İşte burada da anne ve balara büyük görevler düşer. Anne ve babalar bakamayacaksa çocuk dünyaya getirmemeli, o çocukların hayatını mahvetmemelidir. Eğer ki sevgi, saygı ve dayanışma içinde olunacaksa aile kurulmalı ve o ailede yetişen her çocuk da hak ettiği değer ve ilgiyi görmelidir. Tolstoyun şöyle bir sözü vardır ya: “Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Her mutsuz ailenin ise kendisine özgü bir mutsuzluğu vardır." der Lev Tolstoy". Gerçekten de durum bundan ibarettir. Lütfen çocukları sevelim, hiç bir çocuk mutsuz olmasın. İleride çocuklar bir yetişkin olacaktır. Anne ve babalar bunun bilinci ile çocuk yetiştirmeli ve mutlu çocuklar yetiştirilmelidir. Anlatacaklarım ve bildiklerim bunlardı. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum sevgili öğretmenim ve değerli arkadaşlarım.

Mutlu Bir Hayat İçin Neler Gereklidir Konulu Konuşma

 

Mutlu Bir Hayat İçin Neler Gereklidir Konulu Konuşma


Her insan mutlu bir hayatı olsun, maddi olarak rahat etsin, manevi olarak hayattan doyum alsın ister. Çünkü insanoğlunu rahatına düşkün bir varlıktır ve her insan da mutlu hayatı hak eder ama bu da ancak çalışma ile, alın teri dökerek gerçekleşir. Bazen bunlarda tek başına yeterli olmayabilir.


Sevgili Öğretmenim,


Mutlu bir hayat için ilk olarak şikayeti bırakmalıyız. Kendi içimizde yaşadığımız kesiklikleri, sorunların  suçlusu olarak yakınlarımızı, çevremizdeki kimseyi ya da dünyayı suçlayarak basit bir savunma mekanizması içinde olmamalıyız. Çözüm odaklı olmalıyız. Zararın neresinden dönülürse kârdır anlayışı ile hareket etmeliyiz. Mutlu olmak için sevdiğimiz işi yapmalıyız. İnsan sevdiği işle meşgul olunca zaman çabuk geçer ve sıkılma diye bir kavram bize uzak kalır. Olumsuz duygulara değil olumlu duygulara odaklanmalıyız. Kendimizi ve ailemizi ihmal etmemeliyiz. Abartılı fedakarlıklardan kaçınmalıyız. Biri bizden yardım istediğinde yapmalıyız ama bizim iyi niyetimizi kullanmak isteyen kendini akıllı zanneden sinsi insanlara karşı da gözümüzü açmalıyız ve onlara kendimizi kullandırmamalıyız. Kimseye dinin ne, hangi partiyi tutuyorsun, ne kadar para kazanıyorsun gibi insanların özel kararlarını sormamalıyız ve onların özel yaşamına müdahale etmemeliyiz. Yani saygılı olmalıyız ve bizi ilgilendirmeyen şeylere bunumuzu sokmamalıyız.


Yaşadığımız her anın kıymetini bilmeliyiz ve mutluluğu gelecekte gelecek diye kendimizi kandırmamalıyız. Anın tadını çıkarırsak mutluluk da gelecektir zaten. İçimizde intikam duygusu olmamalı, kin ve nefretten uzak durmalıyız. Hoşgörülü olmalıyız ve affetmesini bilmeliyiz ama bize yapılan büyük hataları affetsek de bize bir daha aynı kötülüklerin yapılmasına izin vermemeliyiz. İnsanlara iyilik yaparken beklenti içine girmeden yapmalıyız. Böylece hayal kırıklığı yaşamamış oluruz ve kendime olan saygımdan dolayı ben bu olduğum için o iyiliği yaptım diyerek kendimizi güçlü hissetmeliyiz. Sağlığımız yerindeyse, elimiz ayağımız tutuyorsa, sevdiklerimiz yanındaysa mutlu olmasını bilmeliyiz. Sevdiklerimizden kimilerini kaybetmiş olabiliriz ama yine hayata tutunmaya çalışmalıyız. Çünkü kaybettiğimiz kimseler de bizim mutlu olmamızı isterdi. Kendi maddi durumumuzu, fiziksel özelliklerimizi, duygusal özelliklerimizi başkaları ile kıyaslamamalıyız. Bu kendimize olan özsaygımızı artırır ve bizim daha başarılı ve daha da mutlu olmamızı sağlar. Kendimize, zevklerimize, ilgi ve isteklerimize zaman ayırmalıyız. 


Sadece ben değil biz düşüncesi ile hareket eden, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde olmayı da seven kimselerden olmalıyız. Hayvanlara iyi davranmalıyız ve onlarla vakit geçirmeliyiz. Bir müzik aleti öğrenmeliyiz, bir spor dalına yazılmalıyız ve güzel alışkanlıklar edinmeliyiz Örneğin her gün bir saat kitap okumak gibi. Sorun yaşadığımız kimselerin arkasından konuşmak yerine sorunlarımızı ilgili kişi ile konuşmalıyız. Böylece hem korkak olmamış oluruz hem de dürüst ve güvenilir olduğumuz için insanlar bizi netliğimiz ile tanır. İki yüzlü olmadığımız için de mutlu oluruz. Tutumlu olmalıyız. Bütçemizi iyi hazırlamalıyız. Tüketim çılgını kimselerden olmamalıyız. 


Paranın kolay kazanılmadığının farkında olarak harcama yapmalıyız. Geleceği de düşünmeli ve ona göre plan yapmalıyız. Allah’ın yarattığı her şeye hoşgörü ile yaklaşmalıyız ve her canı sevmeliyiz. İnsanları olduğu gibi kabul etmeliyiz ve kimseyi kendi istediğimiz gibi bir kalıba sokmaya çalışmamalıyız. Savaştan değil, barıştan yana olmalıyız. Merhametli olmalıyız, vatansever olmalıyız, şükretmesini bilmeliyiz, güzel ahlaklı olmalıyız, kültürlü olmalıyız. Tüm bu özelliklere sahip olduğumuz amana mutlu oluruz. Anlatacaklarım ve aklıma gelenler bunlardı. Dinlediğiniz için teşekkür ederim öğretmenim.

“ Zor İştir Gönlünü, Yaşamını Öğrenmeye ve Bilime Adamak” Sözü İle İlgili Deneme

 

“ Zor İştir Gönlünü, Yaşamını Öğrenmeye ve Bilime Adamak” Sözü İle İlgili Deneme


Çalışkan olmak, başarılı bir insan olmak için ilk olarak planlı ve programlı bir hayat düzenimiz olmalıdır. Güzel alışkanlıklara sahip olmak gerekir. Durmadan çalışmak, zihnini meşgul eden bir işle uğraşmak gibi. Gönlünü, yaşamını öğrenmeye ve bilime adamak gerçekten zor iştir. Bunun için insanın yılları geçer hatta ömrü geçer. Öğrenme merakı içinde olan, kendini bilime adayan insanlar hayat boyu çalışmayı seven, araştırmayı seven, çok kitap okuyan ve okudukları ile yaşamına yön veren, dünyaya fayda sağlayan, ışık saçan kimselerdir. Böyle kimselerin işi gücü çalışmaktır.

 

Gönlünü bilime vermiş kimseler insanlık adına büyük işler başarmak isteyen, basit dedikodular, magazin haberleri peşinde koşmayan gerçek anlamda şahsiyet sahibi kimselerdir. Bir bilim adamı olmak kolay değildir. Bilim adamı olmak için yıllarını vermek gerekir. Mesela ünlü bilim insanlarından Aziz Sancar eskiden on sekiz saat çalışırdım şimdi on iki saat çalışıyorum diyor. Yaşı epey ilerlemesine rağmen günde on iki saat çalışmak gönlünü bilime vermek ile ilgilidir.

 

İşte böyle çalışılır, böyle emek edilir ve böyle başarılı olur insan. Kimi zevklerinden vazgeçeceksin, yeri gelecek uykunu tam alamayacaksın, yeri gelecek özel günlerini dahi kutlayamayacaksın. Bunların hepsinin nedeni bilime olan sevgi, bilime olan merak ve aşktan kaynaklanır. Bu da kolay değildir.  Çünkü bilim adamı olmak kısa zamanda olunan bir şey değildir. Çok çalışmak, alın teri dökmek ve çalışmayı yaşamının amacı haline getirmek, çalışmaktan manevi anlamda haz almakla ilgili bir durumdur.

Yunus Emre’nin Hakkı Gerçek Sevenlere Cümle Âlem Kardeş Gelir Sözünde Anlatılmak İstenenler Hakkındaki Öznel Yorumlarınızı Detaylıca Yapınız.

 

Yunus Emre’nin Hakkı Gerçek Sevenlere Cümle Âlem Kardeş Gelir Sözünde Anlatılmak İstenenler  Hakkındaki Öznel Yorumlarınızı Detaylıca Yapınız.

 

Yunus Emre’nin insanlara bakış açısı şu şekildedir: O insana insan olduğu için değer vermek gerektiğini, Allah’ın yarattığı her insanın değerli olduğunu anlatmak istemiştir. Yüce Allah’ı gerçek anlamda seven, onun bizden isteklerini gerçek anlamda idrak eden kimselerin içinde evrensel insan sevgisi bulunur. Yani kişi insan ayrımı yapmaz. Kendinden farklı olan, düşüncesi farklı, huyu farklı, alışkanlıkları farklı insanlara karşı ön yargılı olmaz, onlara karşı nefret duygusu, kıskançlık beslemez.

 

Aslında Yaratılanı hoş gör Yaratandan ötürü anlayışı ile yakın olan bir cümledir bu söz. Allah’ı seven, Allah için bu dünyada çalışan ve bu dünyanın imtihan dünyası olduğunun farkında olan kimseler insana farklı açıdan bakmayı bilir, yani gönül gözü ile yaklaşır olaya. Kimseyi kimseden üstün görmez, kimseye siyah, beyaz ayrımı yapmaz, kimseye çirkin, güzel, zengin fakir ayrımı yapmaz. Önemli olan Allah’ın yarattığı insan olmaktır. Canlıların en şereflisi olarak yaratılmıştır insanoğlu. Mesela bir insan bizim dinimizden olmayabilir. Yolda kalmıştır, zora düşmüştür, hastalıklar içinde kıvranıyordur. Allah'ı seven kişi o insana yardım eder, elinden tutar ve acılarını dindirmeye çalışır. İşte  bu şekilde Allah'a yakın oluruz. İnsanı insan olarak gördüğümüz zaman, empati kurma becerisine sahip olduğumuz zaman. Bu kafir ölsün, onlar bizim dinimizden değil deyip haksızlığa, zulme  sessiz kalıyorsak işte burada insanlık suçu işliyoruz demektir. Allah2a yakın olmak ise duygulara sahip olmak, her insanı kardeş olarak görmek ve yardıma muhtaç olan mazlumlara yardım götürmekten başlar. Bizim dinimiz, bizim kültürümüz hoşgörü dini, hoşgörü kültürüdür.

 

 Allah seni insan olarak yarattıysa hangi ırktan, hangi ülkeden olduğun önemli değildir. Bunun için insanlara karşı  hoşgörülü olmalıyız. Bizden farklı kültürde olan insanları hor görmemeliyiz, kibirli olmamalıyız. Alçakgönüllü olmalıyız. Ancak bu şekilde Yüce Allah’ı daha iyi anlamış olur ve ona daha yakın olmuş olur ve onu gerçek anlamda seven kullarından olabiliriz. Bunun için dünyada barışı yaymalıyız. Kardeşlikten yana olmalıyız. Kötülüklerden uzak durmalıyız ve ayrımcılık yapmalıyız.

Geçtiğimiz Yıl Covid 19 Pandemisi Dünya Genelinde Etkili Oldu Bu Konuda Düşünceleriniz Nelerdir Pandemi Dönemi Size Neler Ögretti?

 

Geçtiğimiz Yıl  Covid 19 Pandemisi Dünya Genelinde Etkili Oldu Bu Konuda Düşünceleriniz Nelerdir Pandemi Dönemi Size Neler Ögretti?  

 

Korona virüs hastalığı 2019 (COVID-19);   Şiddetli akut solunum sendromu korona virüsünün neden olduğu bulaşıcı bir hastalıktır. İlk vaka   Çin’in Hubei eyaletinin Wuhan  kentinde  Kasım ayında ortaya çıkmıştır. Televizyonda yolda gördüğümüz insanların bir anda yere düşüp düşüp ölmesini, baygınlık geçirmesini izlediğimizde gülüp geçiyorduk ve bunun bir efsane olduğunu söylüyorduk ta ki ülkemize de bu salgının girmesi ile olayın hiç de komik bir tarafının olmadığını  nice kayıplar vererek anladık. Acı olaylara, acı kayıplara  acı bir şekilde şahit olduk. Korona virüs  o zamandan bu yana yayılmaya devam etmiş ve dünya genelinde pandemiye neden olmuştur. Ancak bu pandemi geçtiğimiz yıl birçok ülkede sona ermiştir. Dünyada çok sayıda insan bu virüs yüzünden yaşamını kaybetmiştir.

 

Virüsün en önemli belirtileri şunlar olmuştur:  Ateş, öksürük, yorgunluk, vücuttaki kemiklerin aşırı bir şekilde ağrıması ve ağrıyı her yerinizde hissetmek,  nefes almada zorluk, koku alma duyusunda sıkıntılar yaşama, tat alma duyusunda kayıp vb gibi belirtileri vardır. COVID-19 genellikle, solunum yoluyla bulaşmaktadır; enfekte kimsenin öksürmesi, hapşırması, konuşması veya nefes alması ile bulaşabilir. Bizim ülkemizde insanlarla sarılmayı, tokalaşmayı, birbirine yakın oturmayı çok sevdiği için bu virüs insanların birbirleri ile aralarına zorunlu olarak mesafe koydurmayı sağlamıştır.  Evlerimizden çıkmamak, yakınlarımızla yakın temas kurmamak, yeri geldiği zaman işimize gitmemek ve evde hapishanede gibi yaşamak, çocukların eğitimden mahrum kalması birçok sosyal ve psikolojik sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kimi insanlar virüsten dolayı işinden çıkarılmak zorunda kalmıştır. Ülke ekonomisi de salgından dolayı olumsuz etkilenmiştir. Hastaneler dolmuş, taşmış  ve çok vahim tablolar ortaya çıkmıştır. Dünya olarak içler acısı bir duruma düştük ve ders almamız gereken çok şeyler yaşadık. İnsanlar birbirlerinden hızla uzaklaşmaya, yakın temas kurmamaya dikkat etmeye başlamışlardır. Bu virüs kronik hastalığı olanların canını almış, genç, yaşlı, çocuk ayrımı yapmamıştır. Canlarımız yanmış, üzüntülerimiz ve endişelerimiz artmıştır.

 

Sevgili Öğretmenim,

Pandemi dönemi bana çok şeyler öğretmiştir. Sağlığın her şeyden daha önemli olduğunu, gereksiz şeylere kafamı takmanın boş bir uğraş olduğunun farkına vardım. Yakın akrabalarım bu virüs yüzünden hayatını kaybetti, çok yakın akrabalarımdan ise entübe olan oldu ve buna  o yıllarda çok üzüldüm ve kendimde de panik atak belirtileri oluşmaya başladı. Kötü bir haber alacağım korkusu ile zihnim allak bullak olmuştu. Anneme, babama, kardeşlerime bir şey olura ben nasıl yaşarım diye paniklemeye başladım ve kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı, korkularım arttı ve kendime gelmem uzun bir süre oldu.  Bu salgın başlamadan iki yıl önce ağır bir zatürre geçirdiğim için bu  salgına yakalanırsam kesin ölürüm endişesi içimde sürekli devam etti ve çok şükür ki bana virüs bulaşmadı. Bu salgın bana sevdiklerimin ne kadar kıymetli olduğunu anlattı. Sevdiklerimizi onlar yaşarken daha çok sevmeliyiz, sevgimizi onlara göstermeliyiz ve ufacık sorunlar yüzünden onları üzmemeliyiz, kimsenin kalbini kırmamalıyız. Çünkü yarına çıkacak zamanımız olmayabilir hatta bir saniye sonramızın bile garantisi yok. Okulumu, öğretmenlerimi, arkadaşlarımı çok özledim. Bazı zamanlar okula gitmek istemezdim ve hep evde aylak aylak yatmak isterdim. İşte bu dönemde devamlı yatmanın, boş olmanın ne kadar kötü olduğunu anladım.

 

Doğa ile iç içe olmanın önemini, temiz havanın, temizliğin önemini anladım. Keşke bir müstakil evimiz olsaydı da onun bahçesinde oturabilseydim dedim ve buna çok üzüldüm. Çünkü müstakil evi olanlar dışarı çıkabiliyor ve en azından bizden daha şanslı olabiliyorlardı. Apartmanda yaşadığımı için komşularımıza gitmemek beni çok üzdü ve onlarla eskisi gibi sohbet etmeyi özledim ve onların çocukları ile oynamayı özledim. Kısacası eki hallerimizi özledim ve şikayet ettiğim ne varsa hepsinin aslında ne kadar değerli şeyler olduğunu anladım. Şu anda aklıma gelenler bunlardı. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim sevgili öğretmenim. Umarım bir daha böyle salgınlar yaşanmaz ve umarım acı kayıplarımız olmaz. Bu arada dünyamızın başı sağ olsun,  Yakınlarını kaybeden dünya insanlarına da sabırlar diliyorum

Adabı Muaşeretin Bireysel ve Toplumsal Hayattaki Yeri ve Önemini Açıklayınız.

 

Adabı Muaşeretin Bireysel ve Toplumsal Hayattaki Yeri ve Önemini Açıklayınız.


Bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen nezâket, saygı ve görgü kurallarına adabı muaşeret kuralları denir. İnsan sosyal bir varlık olduğu için yaşadığı toplumda hal ve hareketlerine dikkat etmelidir. Nezaket sahibi, erdemli bir kimse olmalıdır. Mesela sokak ortasında sakız çiğnememeli, büyüklerin karşısında  bacak bacak üstüne oturulmamalı, yolda bağırarak konuşulmamalıdır. Bunların hepsi birden adabı muaşeret kurallarıdır.

 

 Görgü kurallarına uyan insanın yaşamı düzene girer ve kişi kendini kontrol altına almış olur. Görgü kurallarına uymamak, kaba saba biri olmak sizi itici bir kimse yapar ve toplum tarafından sevilmeyen, istenmeyen kimse olursunuz. İnsan kendi yaşamına çekidüzen vermeli, olgun, erdemli, şahsiyet sahibi kimse olmalıdır. Adabı muaşeret kurallarına uyan bir kimse bencil olmaz, başka insanları da düşünür ve biz düşüncesi ile hareket eder. Böylece kaba düşüncelerinden sıyrılır, kibar ve duyarlı birisi olur. Bu da insanlar arasındaki iletişimin çok daha güzel olmasını sağlar. İnsan nazik bir kimseyi gördüğü zaman, onun konuşmasını dinlediği zaman, onunla muhabbet ettiği zaman kendini iyi hisseder ve hep böyle kimseler rile vakit geçirmek ister. Kimse kaba insanları, ağzı bozuk ve görgüsüz kimseleri sevmez. Böyle kişiler toplum tarafından kınanır ve uyarılır. Toplum içinde yaşıyorsak adabı muaşeret kurallarına da uymamız gerekir. Toplumsal birlik, beraberlik için  görgü kurallarına uymalıyız. 


Toplumda düzenin sağlanması için, toplumda bütünlüğün sağlanması için,  bireyin toplumda değer görmesi ve takdir toplaması için, insanların daha yapıcı ilişkiler kurması için, toplumun gelişmesi için adabı muaşeret kurallarına uymalıyız. Bireysel anlamda bu krallara uymak ise aile içi ilişkilerimizin daha iyi olmasını sağlar, ailemizde ve yakın çevremizde sevilen kimse oluruz ve nezaket sahibi insan olarak tanımlanırız. "Yumuşak davranmayan kimse, bütün hayırlardan mahrum kalmış sayılır."  der Hz. Muhammed. İşte tüm bunlar için, birlik, beraberlik ve dayanışma için, daha iyi insan olmak için hem özel yaşamımızda hem de toplumsal yaşamda adabı muaşeret kurallarına uymalıyız.

Öfke Problemi İle İlgili Konuşma

 

Öfke  Problemi İle İlgili Konuşma

 

Öfke aslında hayatta yaşadığımız sorunlar ile ilgili  verdiğimiz doğal tepkidir. İnsanın doğasında tepki vermek, öfkelenmek vardır. Bu normaldir ama öfke şiddete dönüşüyorsa, saldırganlığa dönüşüyorsa bu normal değildir. Öfkemizi konuşarak kontrol altına almasını bilmeliyiz. Kontrol altına alınmayan öfke birçok olumsuz sonuçlar doğurabilir. Öfke; tehditlere karşı doğal ve içgüdüsel bir tepkidir.

Sevgili Öğretmenim,


İnsan öfkesini kontrol etmesini bilmelidir. Kontrolden çıkan öfke istenmedik olayların yaşanmasına neden olur. İş işten geçtikten sonra gelen pişmanlıksa bir işe yaramaz. Öfke kontrol bozukluğunun belirtileri şunlardır:  Sürekli kızgın hissedilmesi ve devamlı bir endişe hali olması, bireyin  çevresindeki kişiler ile sürekli tartışma, bağırma, çağırma hali, kin beslemek ve sürekli intikam alma düşüncesi, Öfkeliyken saldırgan olunması ya da saldırgan olmaya dair düşünülmesi, aileler tarafından kişinin öfkeli olduğuna dair bilgi alınması öfke kontrol bozukluğunun belirtileri arasında yer alır.

 

Sevgili Öğretmenim,

Öfke probleminin nedenleri ise şunlardır:

Zayıf iletişim becerileri, depresyon,  aile sorunları, stres, madde kullanımı ve alkolizm, yakın birini kaybetmenin verdiği sonucu oluşan yas durumu, ekonomik sorunlardır. Öfkenin nedenleri bilinip ona yönelik çalışmalar yapılmalıdır. Asıl sebep nedir önce o araştırılmalıdır. Öfke kontrolünün sağlanması için kişi önce düşünmeli, sonra harekete geçmelidir. gevşeme becerileri geliştirilmelidir,  egzersiz yapılmalıdır,  kısa molalar verilmeli ve zamanın geçmesi beklenmelidir. Tüm bunlar yapıldığı zaman öfke problemi de zaman içinde ortadan kalkacaktır. Yeter ki bilinçli olalım ve anlık tepkiler ile başka insanlara zarar vermeyelim. Anlatacaklarım bunlardı. Dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

 

Yeni Yıldan Beklentilerim Konulu Konuşma

 

Yeni Yıldan Beklentilerim Konulu Konuşma


Yeni yıl demek yeni umutlar, heyecanlar, istekler, ihtiyaçlar demektir. Her insanın  yeni yıla dair yeni umutları olur. Benim de yenil yıl ile ilgili beklentilerim, umutlarım vardır.

Sevgili Öğretmenim,


Yeni yıldan beklentilerim şunlardır:

Öncelikle sağlıklı olmak, hasta olmamak ve kendimi iyi hissetmek. Yeni yılda ülkemin ekonomik anlamda daha iyi yerlere gelmesini istiyorum. Ülkemiz bilim ve teknolojide daha iyi yerlere gelsin, başka ülkelerden daha az ürün alıp, daha fazla ürün satalım istiyorum.Yeni yılda ailem yanımda olsun, arkadaşlarımla küs kalmayalım, öğretmenlerimizle güzel anılarımız olsun istiyorum. Vatanımızın kahraman askerlinin şehit olmamasını, terör örgütlerinin yok olmasını istiyorum.  Sağlık, huzur , mutluluk ve para istiyorum. Kimseye muhtaç olmak istemiyorum. Babamın işi düzenli olarak devam etmesin, babam işten çıkarılmasın istiyorum.

 

Sevgili Öğretmenim,

Dünyadaki İsrail- Filistin savaşının son bulmasını umut ediyorum. Dünyada barış olsun, çocuklar ölmesin ve hiçbir çocuk da anne, babasız kalmasın istiyorum. Dünyada yeni salgın hastalıklar olmasın, insanla hastalıktan dolayı hasta olmasın istiyorum. Depremler ve diğer afetler son bulsun, küresel ısınma azalsın istiyorum. Yakın zamanda depremde hayatını kaybeden insanlarımızın yaraları tamamen sarılsın istiyorum. Ailelerde huzur olsun, sadakat olsun, güven olsun, anne ve babalar çocuklarını bırakmasın istiyorum. Sevenler sevdiğine kavuşsun, hasret son bulsun istiyorum. Barış, yardımseverlik, dayanışma daim olsun istiyorum. Mutlu ve zengin sofralar olsun, kimse aç kalmasın istiyorum. Beklentilerim ve anlatacaklarım bunlardır. Dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Sorumluluk, Umut, Zafer, Heyecan, Barış Kelimeleri İle İlgili Hikaye

 

Sorumluluk, Umut, Zafer, Heyecan, Barış Kelimeleri İle İlgili Hikaye


Kurtuluş Savaşı yıllarıydı. Küçük Yusuf memleketinin düşman tarafından işgal edilmesini istemiyor, Fransız askerlerinin yanından geçerken dimdik geçiyor ve onların suratına bile bakmıyordu. Askerler onu durdurdu ve Türk bayrağını ayağınla çiğneyeceksin ufaklık diyerek alaycı bir şekilde gülmeye başladı. Ölürüm de bayrağımı yerlerde süründürmem ve onu alır alnıma koyar ve öperim ancak diyerek bağırdı ve oradan uzaklaştı. Vatan elden gitmemeli, ben de bir sorumluluk almalıyım dedi ve hemen arkadaşı Mustafa, Yasin, Ahmet ve Cemal’i çağırdı. Aralarında konuşmaya başladılar.


 Türk Kurtuluş Savaşının kadın kahramanlarından Halide Edip Adıvar'ın yanına gittiler ve ondan kendilerine sorumluluk vermesini istediler. Ufaklıkların heyecanlı hallerini gören Halide Hanım duygulanmış ve hepsinin yanağını okşamıştı. Bu durumu Mustafa Kemal'e de bildirdi. Bu çocuklar vatan kurtulsun diye her türlü zorluğa göğüs gereceklerini, sorumluluk istediklerini iletti. Böylece çocuklar oldukça umutlar da tükenmez ve zafer bizim olur dedi. Mustafa Kemal de çocuklara şu görevin verdirilmesini istedi. Cephanedeki askerlere ekmek ve su taşınması görevi. Çocuklar bunu duyunca çok mutlu oldular. İşe yarama duygusu onları daha  da umutlandırdı ve vatan bizim her şeyimiz diyerek her gün askerlere erzak götürdüler. Kurtuluş Savaşı bitmiş ve milletimiz düşmanla baş etmeyi bilmişti. 


Yabancı güçlü devletler yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile barış antlaşmaları imzalamış zafer ülkemizin olmuştu. Büyük zaferden sonra Halide Edip Adıvar ve Mustafa Kemal çocukları unutmamış ve onlara da  hediyeler vermiş,  adlarının yeni kurulan okullara verilmesini istemiştir. Çocukların iyi bir eğitim alması için Halide Edip Adıvar onlara her zaman destek olmuştur.